12 Eylül 1980. Bu tarih çok şey anlatır. Türkiye'nin bir dönem içine sokulduğu karanlığı, tarihte yer aldığı kara lekeyi, bir insanın bir insana yapamayacağı işkenceyi, vahşeti anlatır.
Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi yaptığı darbeyle hükümetin bütün yetkilerini ele aldı.
Bugün aradan tam 43 yıl geçmesine rağmen, kötü muamele ve insan haklarının ciddi anlamda ihlal edildiği o dönem halen zihinlerdeki yerini koruyor.
O dönem 20'li yaşlarındaydım.
Diyarbakır'ın Bağlar ilçesi de (o zaman daha ilçe olmamıştı) oturuyordum. Sabah erken saatlerde postallarıyla evimize giren askerlerden biri uyuduğum odaya girerek, gür bir sesle: 'kalk, kalk' diyerek, elindeki uzun namlulu silahın dipçiğiyle beni dürtmeye başladı. Uyandım.
Asker, 'hemen dışarı çık' derken, ben de hemen 'Ben gazeteciyim. Anadolu Ajansı'nda çalışıyorum. Kartım cebimde isterseniz göstereyim'' desem de asker "çık, çık" demeyi sürdürüyor. Cebime yeni koyduğum, ajansa ait tanıtım kartı da fayda etmemişti.
Aylardır insanlar arasında konuşulan, yazılan darbe yapılmıştı. Bütün evlere giren askerler, 15 - 45 yaş arası kim varsa dışarı çıkarıyordu. Pijamamı değiştirmeme dahi müsaade edilmedi ve apar topar dışarı çıkarıldım.
Sokakta onlarca kişi vardı benim gibi üzerinde pijamalarıyla. Dışarıda sık sık ''Yaşları 15 ile 45 arasında olan tüm erkekler dışarı çıksın'' anonsları yapılıyordu. Bir süre sonra sokaktan ana caddeye çıkarıldık ve askeri araçlarla (reo) Koşuyolu'na götürüldük. o zaman boş olan Koşuyolu toplama merkezi olmuştu.
Koşuyoluna giderken, Ofis Semti'nde ise durum farklıydı. Orada Bağlar'daki gibi hareketlilik yoktu. Sanki darbe orayı es geçmişti. Aramalar yoğunluklu olarak Bağlar'dan başlanmıştı. Bağlar, o dönem olayların sıklıkla yaşanması nedeniyle adından çokça söz ettiriyordu.
Saatlerce bekledikten sonra gözaltılar başladı. Askeri araçlara rastgele bindirilenler, gruplar halinde gözaltına alınıyordu. Bir süre sonra da gözaltına alınmalar durdu. İnsanların bırakılacağı yer kalmamış ve gözaltılar bu sebeple durdurulmuştu. Daha sonra serbest olduğumuz anons edilince oradan eve, daha sonra da ajansa gittim.
Darbeyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Süleyman Demirel'in başbakan olduğu hükûmetin faaliyetine son verildi, parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, ülkenin her yerinde sıkıyönetim ilan edildi, yurt dışına çıkışlar yasaklandı.
Sıkıyönetimin ilan edilmesiyle başlayan süreç içinde 650 bin kişi gözaltına alındı, açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 binden fazla kişi için idam cezası istendi. 517 kişinin ölüm cezasına çarptırıldığı süreçte, 50 kişi darağacına gönderildi.
Darbenin, yaşattığı acılar ve bıraktığı izler daha sonradan ortaya çıktı. 12 Eylül ülkede büyük bir tahribata neden olmuştu. Özellikle Diyarbakır E Tipi Cezaevi'nde yaşananlar tüyler ürperticiydi.
Dünyada en kötü cezaevleri arasında yer alan Diyarbakır E Tipi Cezaevi, yıllar sonra boşaltıldı ve müze olarak düzenlenmesi gündeme geldi.
O acıların bir daha yaşanmaması ve gelecek nesillere, burada nelerin olduğunun anlatılması için cezaevinin müze yapılacağının açıklanması yerinde bir karar.
Hiçbir siyasi amaç güdülmeden, siyaset bulaştırılmadan yaşananların gelecek nesillere de aktarılması amacıyla cezaevinin müze olmasına bölge insanının yanı sıra Türkiye'nin büyük bir kesimi de sıcak bakıyor.