Bedroslambasız küçelerden gelen mahalle bekçisinin düdük sesiyle bir an irkildi. Bekçi Niyazi geceleri pek görmediği Bedros’a selam verdi; ‘’ Nasılsan Bedo, bu sehette ne işin var ‘’ Bedros; bi şe yohuyhum kaçtı’’ Dedi. Bedros aylak aylak dolaşırken Roma döneminin ihtişamlı yapısı Dağkapı meydanında HemoZiko'nun kahvesinin henüz açılmadığını gördü. Beden dibinde yaşam kaygılarını azaltmak için akşamdan beri çift kagıtlı ''hele bicıgara ver'' seslenen kendi deyimlerle ‘’çift kagıtlı esrar cıgara uran’’ içen beyinlerinin kimyalarını karman çorban etmiş iki berduş Bedoya seslendiler; ‘’ Bedo gel sahanda derman verah kafan eyi olsun diyen esrarkeşlere cevap vermedi. Başka bir âlemde yaşayan denyoları (berduşları) geçti.
Hastane caddesindeki Rakı fabrikasının kokusundan iğrenince, Aslan Palas’a doğru yürümeye başladı. Sabaha kadar açık seyyar ciğerci Hüseyin’ini gördü. Akşamdan beri pek bir şey yememiş içi kazınmıştı. Hüsenabe hele bahan bi kaç şiş ciğer at dedi. Hüseyin Usta; ‘’ Bedo dürüm yapayım, yohsaközdemiyiyecahsan diye sordu Bedros; ‘’ şişleri ataşın üzerine kenara koy ben tek tek çarşi ekmeğine alıram‘’.
Bedros Çarşı ekmeğinin arasına konmuş, Hevselden koparılmış taze yeşil soğan doğranmış, kimyon,isot serpilmiş ciğer kebabını çakıl ekmeğin arasına şişle çekip iştahla yemeğe başladı. Tanıdık birkaç kişiden Zaza Seydi ona selam verdi; ‘’ Ula BedoSareçumonma ser ome (Bedros başım gözüm üstüne geldin) Bedroszazaca da az çok bilirdi. ‘’Ana dili olan Kürtçeyle aynı sözü tekrarladı.’’ Ser sera ser çawanrahati.’’ O sırada devriye gezen polislerde acıkmıştı. Bedros daha önce pantolon diktiği polisi karşısında görünce bir an göz göze geldi. Giresunlu polis onu uzun zamandan beri tanıyordu. Sanki kırk yıllık dostunu görmüş gibi ‘’Bedo ne yapıyorsun bu saatte’’ Bedros gülümsedi valla uyhumkaçtidolanıyam.’’ Polis de ‘’Bana şahane bir pantolon dikmişsin. Bizim hanım Bedo’ya söyle değişik bir renk varsa bir daha diktir dedi.’’ Ciger pişiren Hüseyin usta lafa karıştı. ‘’Bedo’yu ha bu karşıdaki Dilan sinemasının Paris pantoloncusu asıl Ermeni Hinne usta Bedo’yu yetiştirmiş. Bu şeherde onun üzerine terzi yohtur. Bipantor diker tam beline cuk oturur, saat cebi, duble paça yapar yıllarca giyersen. Bah ha bu pantoli Mensucat Santralin fabrikasının yaptığı kadifesinden kesti, iki senedir giyiyem daha pozulmadi.’’
Bedros, Giresunlu polise gülümseyerek baktı. ’’Yengi Bahariye kumaşlarımızda geldi. Gel abeme dikeyim’’ Giresunlu Polis kendi şivesiyle; ‘’ Ha pizumuşaga da hediye bikisapantalonda yap senunheduyen olsun’’ Bedros; ‘’ Başım gözüm üzerine memur beg, lafımı olur. Birez fazla kumaş keseriz olur biter. Heç para verme, evindeki çuvaldan birezfındıktan getir ödeşiriz’’ Giresunlu polis iki yıldır yaşadığı bu gizemli şehrin şivesininin şifrelerini çözmüştü. Bedros’un şivesini taklit edince seyyar ciğerci arabasının etrafındaki müşteriler gülmekten kırıldı; ‘’Ula kaşmer (komik adam) demah bizim bahçadakifındıhlardagözinvardir. Allahvekil sahan bikırtik ( birazcık) vermem’’ Bedros neşesi yerine gelmişti. Etnik kimlige bakmadan tüm insanlara aynı sevgiyi veren bu polisle dükkânında koyu muhabbetler yapmışlardı. Bedros polise sevecen bir ifadeyle baktı. İki yıldır tanıştığı polis arkadaşının şivesini artık ezberlediğinden ona laz şivesiyle cevap vererek şakasına devam etti. ‘’Uyyuşagımhaçansenunpahçene dalarım, yerumfinduklaridaaa’’ Seyyar cigerci de yanan lüks lambasında etrafında toplanmış kalabalığın kahkahaları Dağkapı meydanında çınlıyordu. Diğer polis somurtuyordu. Kimsenin etnik kökenle dalga geçmediği, şivelerin taklit edilip insanların birbiriyle dostlukların kurulduğu bir zamanda yaşıyorlardı. Daha yeni yeni kimin nereden geldiği hangi ırka mensup olduğunu bazıları merak etmeye başlamıştı. Bedros tekrar kendi şivesine döndü. ‘’Allah vekil fındığın tadı damağımda kaldi’’
Herkesin ismini daha öğrenemediği iki yıldır bütün esnafın sadece bizim laz diye sevdiği Giresunlu Polis gülüşmeler arasında konuşmasına devam etti; ‘’Bu sene mahsul bereketli oldu. Babamla birlikte pahçemuzden topladık. Bedros’un hanımının damda yaptığı ev yapımı vişne şurubuyla iyi gidiyor. Biliyor musun senin hediye ettigun vişne şurubunu taa Giresun'a bir testi götürdüm. Hacı annem mest oldu. Buraların güneşinden olacak çok lezzetli oluyor. Bedo Seni hınzır seni, Ağzının taduni iyi bileysun’’
Bedros birkaç şakalaşmayla kahkahalarına devam edecekti. Bu samimiyet Adanalı Polisin hoşuna gitmemişti. Bedros’un varlığını umursamadı. Arkadaşına döndü. Orada herkesin tüylerini diken diken eden cümleyi söyledi; ‘’Ulan memleketinden çuvallarla fındık getiriyorsun. Mesai arkadaşlarına ikram edeceğine elin gâvurlarına dağıtıyorsun’’ Bedros tam bir komiklik yapacakken elleri havada öylece kalakaldı. İştahla yediği ciğer zehir zıkkım olmuş kendi ciğerine ateş düşmüştü. Gönülsüz bakışlarla Adanalı polise baktı. Artık cümlenin başından, sonunun nereye gideceğini tahmin edebiliyordu. Giresunlu Polis arkadaşına ayıbtır anlamında kaş göz etti. Fakat Adanalı polis sesini daha da yükseltti sesinde sorumsuz vicdanının acımasız izleri vardı; ‘’Git ulan başımdan senin gibiler yüzünden, bu Kıbrıs hainleri şımarıyor. ‘’ Giresunlu polis arkadaşına şaşkınlıkla önce ne diyeceğini bilemedi; ‘’Şimdi ne alakası var. Kıbrıs’ın bizim finduklarla.’’ O sırada BedrosKıbrısın anlamını çözmeye çalışıyordu. 1970 yıllarında Hayatında hiç Kıbrıs’a gitmemiş olan Bedros ne EOKA’yı ne Makarios’u tanıyordu sadece radyolardan ismini duymuşluğu vardı. Bedros’da bazı olayları daha yeni yeni algılamaya başlamıştı. Adanalı Polise göre arkadaşının neler düşündüğü önemli değildi. Saf zihinlere dayatmalarda bulunup daha çok, kendi doğrularını empoze etmeye çalışıyordu. Adanalı polis daha da sertleşmişti, dönemin koyu sağcı gazetesini ismini vererek, ‘’Tercümanı gazetesi alıp sadece spor sayfasını okursan gerçekleri göremezsin tabi’’ sonra yürüyüp gitti.
Herkes donup kalmıştı, Bedros oradan uzaklaşmak istedi. Giresunlu Polis aceleyle Bedros’a dönüp göz kırptı; ‘’Usta sen aldırma o her zaman aksidir’’ lafını tamamlayıp koşmaya başladı. Çarşı karakoluna giden mesai arkadaşına yetişti. Bedrosçocukluğunun geçtiği Dağkapı meydanında bazıları acıyarak, fındığın bahane olduğunu anlamadan; ‘’ İnsanlarda heç görgü kalmamiş fındık için laf edilir’ Bazıları da ‘’Gâvursa gâvur ne olmış yani’’ tepkilerine yorum yapmadı.
Şafaktan önceki kızıl haleler şehrin surlarını aydınlatmaya başlarken, Kaderi resmi bir sarı zarfın üzerine mühürlü olan Bedros için zaman durmuştu. Orada diğer müşterilerin ona bakan mahcup buruk bakışlarından kurtulmak için uzaklaştı. Atatürk heykelinin önünde nöbet tutan askeri inzibat polislerin bağırmasını duymuştu. İnzibat onbaşısı ‘’Burada ne oldu.’’ diye sorunca, Devlet korkusu yüreğine kadar işlemiş sekiz köşe kasketli eski Kaçakçı Mıho daha önce yaşadığı tecrübelerin ışığında böyle olaylarda ketum olmak gerektiğini biliyordu. Polislerin olduğu bir münakaşaya dâhil olmayı göze alamadı. Tıpkı Yılmaz Güney’in Yol filminde kaçağa gitmiş kardeşini traktör içinde kanlar içinde cansız bir şekilde görünce Jandarma tanıyor musun diye sorusuna içi kan ağlayıp; ‘’Yohtanımıyamheçgörmemişem’’ diyen kaçakçı gibi sessiz olmayı tercih etmişti. Çocukluğun beri tanıdığı Bedros için ‘’Vallah ez nızanım’’ sonra Türkçe ekledi. ‘’Ben onitanımıyam.’’
Güzel bir muhabbetle başlayan dakikalar Adana’dan gelen birisinin bu meydanda asıl onun yabancı olduğunu yüzüne çarpan cümleler Bedros’un kulağında yankılanıyordu. O sözcükler doğduğu şehrin meydanın da yüreğine ucu zehir dolu hançer gibi saplanmıştı. Bir avuç dolusu küfürden daha beter olan sözcük incitilen onurunu zedelenmişti. Üstü kapalı ima dolu cümlelerin nereye ve kime gittiğini bilerek konuşan polis onun zihnini darmadağın etmişti. Ona bir avuç fındığı layık görmeyen nasırlaşmış kalplerin söylediği söz yüzüne tokat gibi çarpmıştı.
Bedros sigarasını peş peşe yakarken Şehirde yavaş yavaş şafak söküyordu. Güneşin en güzel doğduğu şehir olan Diyarbekir de, ilk ışıklar Dağkapı meydanın da Roma döneminden kalma ihtişamlı Bilge Burcun yüzeyindeki kabartmalara düşmekteydi. Sur ’un duvarlarına kazınmış eski zaman masallarını ezberlemiş olan Bilge Burç herşeyi görmüş, ancak taş kalpli olduğundan çok sakindi. Kardeşi olan çift kapıya doğru seslendi; ’’Durun bahayım daha büyük kavgalar çıhacak en sonunda Bedros dayanamaz bu şeherden gider’’ diye yorum yaptığını kimse duymadı. Bedeninin karanlık ve nemli dehlizlerinde Yılanlar, akrepler yaşayan Kardeşi çift kapı ise şöyle seslendi; Yıllar önce ‘’Saatleri Ayarlama Enstitüsü" kitabını yazan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın toplumumuzun bu değişme süreci içindeki durumunu yıllar önce tespit etmişti. Fertten yola çıkarak topluma varan bir teknikle anlattığı kitapta ki sözlerini haklı çıkarıyordu. “İnsanoğlu, insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini alamaz. Başka güçlerin yapamadığını insan insana yapar.”