Benim Halka Tatlım Senin Mısır Gevreğini Döver

Abone Ol

Bir reklam izleyiciyi nasıl etkiler. Bu tatil gününde sizlere kalkıp iletişim ve reklam konulu teknik bir yazı yazmaya canınızı sıkmaya hiç niyetim yok. Televizyonda gördüğüm mısır gevreği reklamı beni geçmişte bir yolculuğa çıkardı. Aceleyle işe giden bir annenin bir avuç mısır gevreğini kâseye döküp paketlenmiş sütten biraz dökünce çocuğun mutluluğunu görmeliydiniz. Kim bilir o mutluluğu ifadesini yakalamak için reklam stüdyosunda kaç çekim yapıldı. İş kadını rolündeki ünlü mankenin içinden şu duygular geçiyordu. ‘’Şu cadı kızı nereden buldular, böyle free yaşamak çocuk sahibi olmamakla çok iyi yapmışım. ’’ Çekimi izleyen annesi ise neler düşünüyordu, kim bilir.  ‘’çekim bitsinde paramızı alalım, sonra kuaförde saçımı yaptırayım. Bizim herifin niye bu mankenlere baktığını anladım. Manken Sinderella gibi, ben ormandaki kötü cadı gibiyim.’’

Gerçekte yaşam böylemi itilip kakılarak sabah uykusundan uyanıp kreş servisine binen mutsuz çocuklar, bir sürü çocuğun mızmızlığıyla marketten alınmış bir kibrit kutusu kadar üçüncü sınıf peyniri çocuğa yediremeyen, bir yandan kendisini terk eden sevgilisini aklından çıkaramayan, Sosyal medyada erkek arkadaşının tatilde sarıldığı kıza bakan bir çocuk gelişimi mezunu Zehra’nın mutsuzluğunu kim düşünecek..  O çocuğu mutlu edecek kişilerin önce kendisinin hayattan zevk alması gerekmez mi?

Bu mısır gevreğinin hakkından ancak Bizim Diyarbekir halka tatlısı gelirdi. Çocukluğumuzda uyku ile uyanıklık arasında Ahşap radyodan önce bir türkü Şimdi Muzaffer Akgün’den Sakarya dolaylarından solo bir türkü.

Elmayı Top Top Yapalım
Kızlara Bahşiş Atalım,
Kadifeden Ceketini Dar Yapalım,
Ne Güzel Yakışır İnce Bele.

Daha sonra sokaktan geçen satıcıların sesi

‘’Bulgur çekaannnn’’

‘’fringi, palicaannn’’

‘’kuyu pakliyaaannn’’

Bu seslerin hiçbirisi beni uyandıramazdı.

Sadece bir sihirli cümle benim gözlerimin faltaşı gibi açılmasını sağlardı’’

‘’ tezeee datli geldiiiii’’

Yataktan fırlayıp bakır bir sahanı alıp fırlamam birkaç dakikayı bulmazdı. Annem’’ Arbo pisik (siyah kedi) görmüş  tazi gibi niye koşisan, bah baban işe gitmeden almiş’’ üzerine sinek veya eşekarısı gelmesin diye avluda ki tel örgülü dolap da taze halkalı tatlı beni bekliyordu.

1960 lı yıllarda çocuk olanların halkalı tatlı ile olan anıları çoktur. O yıllarda seyyar satıcılarda hijyen temizlik hak getire fakat biz çocuklar fazla hasta olmazdık, nedenimi anlatayım;  Öğle vakti Diyarbekir Çarşiya şewutide (yanık çarşı) babamın arkadaşı Terzi Bedros çagırdı. ‘’Ula saripişo, dört eyahlı minarenin orda Mardin kebab evine get, bahan lüle kebabı söle.’’  Lüle kebabı bildiğimiz adana kebabı yuvarlak şekilde şişe saplanıp ortasına su kavisleri gibi şekil yapıldığından ismi öyle kalmıştı. Bedros amcanın verdiği elli kuruşu kuruş harçlığı nasıl harcasaydım. Şemsiyeli çikolata, pisküvit arası lokum veya halkalı tatlı Fazla bir seçeneğim olmadığı gibi, düşünmeme gerek. Şifalı lokumlu katkısız bisküvi büyüdüm. Şimdiki gibi zehirli cips ‘’Quzzulqorti’’ henüz icad edilmemişti. Alipaşa mahallesi Çeltik kilisesi meydanında Hırnigi (sümüğü) şorigına (salyasına) karışmış on üç yaşlarındaki Tatlıcı Faysalı gördüm."Datli Datlici " diye bağırarak, başının üstünde tepside sattığı tatlılar iştahımı kabarttı. Şimdiki gibi belediye kontrolü yok. Tatlıcı Faysalın başının üstünde tepside sattığı kehribar sarısı, bal süzmesi gibi şerbetli, üzerinde sarı arılar uçuşan, bir tanesinin üzerine konduğu, diğer üç sineğin de yakın takipte olduğu o güzelim! halkalı tatlıları gördüm heyecanlandı  Tatlıcı Faysal eliyle hırnıgını (sümügünü) sildikten sonra aynı elini tepsiye uzatıp bana tatlıyı verdi. Tatlıcı Faysalın temizlik kurallarına uymamasına sesimi çıkaramazdım. Ben 9 yaşında zayıf cılız bir çocuk, o 13 yaşında bir devdi. o gün mini minnacık bir tatlıyı bana verdi. Umarım Nazım Hikmet'in bir şiirine gönderme yapmama kızmazsınız. Çünkü durum buna benzerdi. Daha önce yaşadığım gibi tatlıcı faysalın ani saldırıları gibi, elimi uzatırken yere düşen hafif çamurlanmış tatlıyı bana değiştirmeden verip. ‘’ Qebrag bu senin kısmetindir, Mecbur yiyecahsan’’ derdi Tatlıcı Faysal hiç okula gitmemişti. Kaba kuvvete başvurup koruyucu hekimlik önlemi aldığını, onun mahallenin çocukları için değerli bir insan olduğunu sonraki yıllarda anladık. Neden mi açıklayayım. İnsan vücudunun bağışıklık için azıcıkta mikrop alması gerektiğinden gerekliydi. Sümüklü eliyle Yere düşen çamurlu tatlıları bize zorla yedirerek ağız floramızın gelişip, kolay kolay hasta olmadığımızı yetişkin olunca anladık. Fazla egitimi olmayan büyüklerimiz bilmezdi. Eczacı Rojda Yılmaz Hanımın Fransa’nın Paris kentine rezervasyon yapıp, son anda yapılan bir değişikle, Dünyanın en belalı coğrafyasına teşrif edip, eğitim alıp bize aktarmasına yıllar vardı.

Temizliği umursamayıp, hiç değilse bir tüketici olarak seçme özgürlüğümü kullanmak istedim Faysala ufak bir ricada bulundum. ''Bahan altta olan eyi pişmiş kızarmış datlıyi verisen.’’ Tatlıcı Faysalın bu masum soruya verdiği cevap, tatlı almak isteyen bütün mahalledeki çocuklara yaptığı gibi nezaket! ve saygı! Doluydu. ‘’ De get ziftlen, paklan. küssül ömür olasan (şivemizde kusurlu ömür yani özürlü insan) Faysalın tek derdi tatlısını bitirip kazandığı helal paraları zavallı hasta Annesine götürmektense bir an evvel beden yani sur dibinde Keçi Burcunda direk hanelerin orada kumarda barbut oynamak için sabırsızlanıyordu. Benim uzattığım gümüşi yirmi beş kuruşu aldı. Para üstü olan sarı on kuruşla, sarı beş kuruşu vereceğine yere fırlatmayı tercih etti. Benden dört yaş büyük olan, Hevsel bahçesindeki kımıl Zararlısına benzeyen bu camuşla baş edemezdim. Zaten bu faysal beni dövmek için bahane arıyordu. İtirazının sürüp sürmediğini kontrol etmek için ara sıra arkasına bakarak uzaklaştı. Yüzüne karşı bir şey söyleyemezdim.İçimden ''İnşallah Cigeri agzan gele, Surlardan başan nahit taş düşe'' dedim..

Tatlıcılığı bırakan Faysal 1980 lerde kumar işini ilerletti. Hançepek karanlık küçelerinde yasal olmayan Hint horozu dövüşleri yapılan ‘’bitirimhana’’ işletti. Diyarbakır Sur içinde çarşı polis karakolunun daimi müşterisiydi. Aynı zamanda barbut, yanık gibi insanı bataklığa sürükleyen bazalt taşlı eski bir Diyarbakır evinde ortağı ile anlaşmazlığa düştü. Sanırım 1982 lerde bir kavgada bıçaklanarak numune hastanesine kaldırıldı. Acil bölümünde son nefesini verirken kelime-i şahadet getirseydi iyi olurdu. Hastaneye götürenler son cümlesini hala söyler; ‘’Dohtor beg kevaşenin biri alacağımı vermedi. Gahpeogli bi de anama küfür etti, bahan acele dikiş at,  pansuman yap gideyim, o erzi kırıkla (şivemizde soyu belli olmayan)hesabım bitmedi’’

Arif Özavcı

1 - Fotoğraf Suriçi Diyarbakır 2018 kendiçekimim

2 - Fotoğraf Alipaşa mah. mehlelim Muhittin Ertaş ailesi (2006)