Sizin çamaşır makinesi 6 kg mi, bizimkini yani aldık 10 kilo alıyor, hiç sessiz bir makine, 1970 lerde bana deselerdi öyle zaman olacak ki çamaşır yıkanırken evde ses olmayacak asla inanmazdım.Sabah erkenden Suriçindeki  evimizde çamaşır tokacının sesiyle uyandım 9 yaşındayken çamaşır günlerinden hiç hoşlanmazdım. Bazalt taşlı evimizin havuşunda (avlusunda) garipliği fark ettim etrafıma şaşkın şaşkın baktım. Dicle çayındaki keleklerle Diyarbekir’e gelmiş. Odun kıran Zazalar tarafından düzgünce kırılmış pîrejman köyünün odunları üst üste dizilmiş. Habeşte (avludaki taş ocak) odun ateşleri yakılmış çift kulplu bakır kazanı fokur fokur kaynarken Kazandan çıkan çamaşırlara acımasızca vurulmaya başlanmıştı. Kül, çamaşır sodası, yeşil Nizip sabunları sıraya dizilmişti. Kirli veya temiz olması önemli değildi. Annem uzun zamandan beri yıkanmamış her şeyi kaynar suyun içine atıyordu. Sanki bir daha temizlik yapılmayacakmış gibi her şeyler kırklanıyordu. Yün yataklar silkeleniyor, kabartılıyor, yüzleri yıkanıyordu. Beyaz çamaşırlar son sularda  çivitleniyordu, Camlar, tavan direkleri, kiler Mahferleri yani küplerin ahşap aksamları her taraf silinip, temizleniyordu.

Evin gerçek reisi Altunufagi sülalesinden Babaannem o yılarda Sur içinin yarısının ebesi ebe kamile idi lakabı Nono Dada idi, Margosyan’ın romanında geçen Ebe kure Mama ne ise babaannem ise Alipaşa da tanınırdı.  Kure Mama hangi kadının doğumuna çağrılsın, artık o kadın Ermeni mi, Kürt mü, Laz mı, Çingene mi onun için bir önemi yoktu, Babaanem de asla böyle bir ayrım yapmazdı.

Babaannemin emirlerinin ardı arkası gelmiyordu. ‘’Çamaşır iplerinin tozunu al, bahtan düşmüşem  çamaşırı ipe güzel diz, leke kalmiya konu komşiya rezil olmayalım’’ Komşu İrma Teyze kapıdan seslendi. ’’Kız Remziye ne yapısan sebehın körinde’’ alay eder gibi konuşmasına annem sinirlendi. ‘’Fazla konuşma gel bahan bi el at, Viiii bu nedir, ma ben tek başima nasıl bitirirem bu keder işi, Allah'tan korxun.’’ İrma ayağına çiçekli pazen bir şalvar geçirip yardıma geldi. ‘’Sahan camları siliyem ayna gibi parlatacağım’’ Nono Dada çok sevindi. ‘’Eferin  bele işte, Allah kızımi rehet ede,üçümüz barabar yapagın ki işimiz tez bite, yarın hamama gidecagız’’ halılar silkeleniyor, kilimler yıkanıyordu, Nono Dada  Kapıya gelen kalaycı çırağına un telisinin (torbası) içinde bakır kapları kalaya gönderdi.” 

Her Perşembe günü bu hengame tekrarlanıyordu.. Cuma da hamam günüydü. Üç kadın şizoid bakışlarla, cinayet mahallinde delil arıyan polisler gibi yıkanacak bir şeyler arıyordu. İsmet Paşa’nın “Milli Şef” dönemindeki taharri memurları (sivil polis) gibi evin içinde dolaşıyorlardı.

Ben O ana kadar sakin sakin yatağımın içinde oturup, gözlerim uyku mahmurluguna etrafıma bakarken, başıma gelecekleri bilsem kaçmaz mıydım? Annem Önce birinci saldırıda üzerimdeki yorganı aldı mitelini yani yorganın alt ve üst tarafını sökmeye başladı. Arkasından sedirin yastıklarının başlıklarına geçirilmiş etaminlere gözünü dikti. Babası Kahveci Abbasın evinde düğününden önce bir hafta çeyizinde sergilediği Diyarbekir’e özgü bir nakış türü bürüdeleri söktü, İrma sehpanın iğne oyalı gipürlerini, Binbir renkli oyalı yazmaların, beyaz dölbent ve çitlerin olduğu Marangoz Nuri’nin yaptığı ön tarafı camlı, oymalı leçek kafesini boşalttı. İrma bana doğru ikinci saldırıya geçti alpaka kumaşından yapılmış mavi beyaz çizgili pijamamı alınca, don fanila kalakaldım. Sürek avı devam ediyordu. Nono Dada hamam bohçalarını açıp kirlilerin içine attı. En son saldırıda hiç beklemiyorum. üzerimdeki kalan çamaşırları da annem alınca, evdeki çamaşır toplama gerilimi had safhada olduğundan, bir Allahın kulu çıkıp şu çocuğa bir çamaşır giydirelim demiyordu. Hazreti Âdem babamız gibi etrefıma bakıyordum. Önümde incir yaprağı da olmadığından utandım. İrma teyze bakmasından korktum. O sırada TRT Diyarbakır radyosunun banttan yayınında Yurttan sesler programında solo yapan Denizlili Özay Gönlüm’ün…

Tepsi tepsi fındıklar,

Ayşe de Veli ağayı gıdıklar.

Türküsünün çaldığı, kocaman ahşap ‘Saba’ marka radyonun üzerindeki iğne oyasından dantelli örtüyü aldım. Münasip yerini örttüm. Annem benim Rönesans dönemindeki Nü (Nude)  tablosu şeklinde çıplak poz verişini görünce Paniğe kapılıp bağırdı. Sanki ben bir yerini örtmüyorum da çeyizine karşı saygısızlık ediyormuş gibi bir abukluk ortaya çıktı. Başıma bir tepik vurup. ‘’Viii Qebragi görisen günlerce uğraştığım çeyizimi neresine süri.’’ Annem elimde kalan tek örtüyü! alıp kirlilerin arasına attı.  Ne yapacağımı şaşırmıştım. Ortalıkta dal budak, salkım saçak dolaşmaktansa, Binbir nakışlarla örülü Kilis işi miteli sökülüp, Çarşıya şewutiden (yanık çarşı) alınan çuvaldızla baklava dilimi şeklinde dikilmiş,  benim gibi dımdızlak kalmış, yorganı gözüne kestirdim. Dışı Amerikan bezi, içi koyun yünü  olan yorganın altına girdim. Fırça atma  sırası Babaanneme gelmişti. Nono Dada çok sinirlendi.’’Habeş o pis acürle (Mardin’e özgü bir sebze, kelek) yorganı kirletme, edemiyem yüngleri de açayım’’ kolundan tuttu, halının ortasına fırlattı. Zaten zayıf ve çelimsiz vucudum. odun sobasının altına serilen muşambanın kenarına denk gelip ayağım kaydı. Çırılçıplak bir halde odanın daha alçak olan ev ortası dedikleri ayakkabı konulan eşiğine düştüm. Nono Dada bana Süryanilerden öğrendiği bir cümleyi söyledi. Şıtıl (fidan) gidesen inşallah daha beter ol. Ben kendi kendine söyleniyordum. Bu üç kadının bana yaptığı eziyetleri,  Pişo Mexeme düsmanına bile yapmazdı. Annesinden dünyaya yeni gelmiş buzağı gibi çırılçıplak bir halde emekleyerek, son anda çamaşır kaynayan kazanın içine atılmadan kaçmam lazımdı. Deli Dodê gibi Mardinkapı da gezip kendisini kızdıranlara ‘’Cehnama tekiri kuçik laye kuçika’’ (cehenneme git köpek oğlu) diyen 60 yaşlarında leçekli deli kadın gibi konuşmadan dolaşan bu üç delinin elinden kurtulmam lazımdı .

İrma jarse kumaştan yapılmış rengârenk çiçek desenlerinden oluşmuş beyaz dantelli perdeyi, o yıllarda kornişle henüz tanışılmadığından kırnapla gerili perdelere bağlanmış çivilerden sökmeye çalışıyordu. Ben onların bakmadığı bir anı kollayıp, Üzerinde Tarkan ve kurt’unun plastik bir resmi olan tişörtü ve kısa pantolonunu kirlilerin içinden aldım. Etrafta çamaşır bulamadığından, çamaşır bile giymeden sıvışmak üzereyken, Küçe kapısında tam giyiniyordum. İrma teyze beni çırılçıplak, cümrü meşhut bir halde yakaladı. ‘’Ula simindirik. (elekte elenen bulgurun en en ufağı) nere kaçisan. Ayip degil ar heya etmisen,utanmisan bele kaçısan’’  Bu halde çıkarsan kızlar seni parçalar… ‘’Dur sahan temiz bir iç göyneği bulayım’’ Ermeni İrma teyze temiz bir çamaşır buldu çömeldi, 'İrma teyze 3 kızı vardı, erkek çocuk istediği halde olmamıştı. tişörtün yırtılmış oldugunu görünce kızdı. yirtıh pırtık giyisen, ananda sahan heç bahmi. dedi!' Beni giydirdikten ve hiç öpmeyen Anneme inat, kendine çekip erkek çocuk hasretini kollarının arasında burnunu gögsüne  bastırıp bir dakika kadar nefesim kalmayıncaya kadar çıkarttı. ‘’Uyyy kurban verene… Oğlumın burni da dolmiş, Kurban olayım ufahsan bilmisen ki hın êdesen. Hadê hın et rehetle’’ Saçımı okşayıp yirmibeş kuruş verdi. ‘’Bi de çeltik Kilisesinin karşısındaki Dinkte Kasoya deki İrma Teyzenin dögmelerini yaptınsa gönder de bu karpuz kabuklarını fileye koydum. Kaso’ya ver atına yedirsin’’ Eve akşama kadar dönmeye hiç niyetim yoktu, Nasılsa acıkınca mehledeki kadınlardan birisi salçalı ekmek dağıtırdı. Bir ‘’çamaşır günü’’ azabından kurtulup Çeltik kilisesinde arkadaşlarımla Şaşo Himpo, Kuşbaz Gabriel ve Guri Alo, oynamaya başladım. Bu yazımı Annesine “Henüz ojem kurumadı, çamaşır makinesini sen boşalt” diyen kızıma ve elde çamaşır yıkamamış tüm kadınlara ithaf ediyorum. Sağlıkla kalın. 

1 – Görsel Alipaşa Mahallesi çeltik kilisesi meydanı bir bayram günü.

2 – Görsel Alipaşa mahallesi benim doğduğum küçe Cemil paşa konagı arkası Etinler sokak.Genç yaşta koronadan kaybettiğimiz  Şair Cahit Sıtkı Tarancı’nın yegeni Fotoğrafçı Yılmaz Tarancı’ya ait.