Belki de "kutlama"nın kendisi gibi, anlamı kağıt üzerinde kalmış bir gün olduğu içindir. Her yıl aynı ritüel; süslü sözlerle dolu mesajlar, kuru kutlamalar... Oysa gazeteciliğin içinde bulunduğu gerçeklik, bu parlak cümlelerin fersah fersah uzağında.
Türkiye'ye özgü bir gün olması da manidar. Sanki gazetecilik mesleğinin sorunları da bize özgüymüş gibi. 1961'de "bayram" olarak doğan bu gün, 1971'de "gün"e indirgenmiş. Adındaki bu değişim bile, mesleğin geçirdiği trajik dönüşümün bir özeti sanki.
Gazetecilik, ülkemizde emek yoğun ve sömürünün en görünmez olduğu mesleklerin başında geliyor.
Kaç gazeteci aldığı ücretle geçinebiliyor? Kaçı mesleğini özgürce icra edebiliyor? Kaçı kendini geliştirme imkanına sahip? Cevaplar ortada.
Geçmişte gazetecilik, toplumun gözü kulağıydı. Güvenilir bilgiye ulaşmanın, hakikati arayan bir sesin temsilcisiydi.
Gazeteciler, toplumsal sorunları cesurca dile getirir, güç odaklarına karşı halkın çıkarlarını savunurdu.
Peki ya bugün? Gazetecilik, çoğu zaman manipülasyonun, tarafgirliğin ve sansasyonun aracı haline geldi.
Tekelleşen medya, güç sahiplerinin çıkarlarına hizmet ederken, gerçeklerin üzeri örtülüyor, farklı sesler susturuluyor. Doğal olarak, gazetecilere duyulan güven de gün geçtikçe azalıyor.
Teknolojik gelişmeler gazeteciliği kolaylaştırdı belki ama "gazeteci"yi geliştirmedi. Hızlı haber alma çağında, doğrulama ve derinlemesine araştırma ikinci plana atıldı. Sosyal medya, herkesi "gazeteci" ilan ederken, mesleğin etik değerleri de erozyona uğradı.
''Çalışan gazeteciler günü, gazetecilik mesleğini icra edenleri onurlandırmak için 1962’den beri 10 Ocak günü düzenlenen Türkiye'ye özgü bir gün.''
10 Ocak'ta gazetecileri gerçekten onurlandırmak istiyorsak, öncelikle mesleğin önündeki engelleri kaldırmalıyız.
Gazetecilerin özgürce çalışabileceği, güvenceli koşullarda ve hak ettikleri saygınlıkla mesleklerini icra edebileceği bir ortam yaratmalıyız.
Unutmayalım, güvenilir ve bağımsız bir gazetecilik, demokrasinin olmazsa olmazıdır.