Daha senden başka âşık mı yoktur

Dostlar, bu pazar gününde “Diyarbakırlı Diyojen” Adlı yayınlanacak romanımdan tadımlık bir bölüm okursanız sevinirim. Şehmus’un Ankara’daki fakülte yıllarındaki anılarına devam edelim.

Abone Ol

Ankara’nın üst düzey yöneticilerinin ve iş insanlarının çocuklarının orada okuması için olağanüstü bir çaba harcadığı Ted Kolejine girmek zordu. Okulun aidat ve harcamalarını ödemek yetmezdi. Zengin olmak yeterli değildi. Giriş imtihanlarında yapılan soruları bilmek en zeki öğrencinin bile zorlandığı bir okuldu.

Cebeci semti ile Hacettepe üniversitesi kampusu arasındaki Ankara’nın en büyük parklarından Kurtuluş Parkı sessiz bir gününü yaşıyordu. ılık bir bahar ayında sessizliği TED koleji öğrencileri bozdu. Beden eğitimi dersinde okuldan sınıfça çıkıp parkta bir tur koşmak Sonradan egzersizlere geçmek adeta bir okul geleneğiydi. Şair Yusuf Mardin’in 1950 yılında sözlerini yazdığı, oradan mezun olan her öğrencinin ezbere bildiği marşı gür bir sesle söyleyip koşuyorlardı.

Bozkırda yeşil bir yuva, bilgi yuvası

Orda gönüllere dolar dostluk havası

Kız, erkek bütün çocuklar vermiş el ele

Yarın hepsi de yurt için birer meşale

Türkiye'de okulumuzun yoktur bir eşi

Nur saçar zihinlere Ankara Koleji

Bir bankta oturan Diyojen lakaplı Şehmus onlara hayranlıkla baktı.  İçlerinden siyah saçlı ela gözlü bir kız ona el sallayıp uzaklaştı. Diyojen gülümserken yanına parkın temizlik işçisi oturdu. “Güzel bir kız, onu görmek istersen, haftaya bugün yine bu saatte bu sınıfın beden eğitimi dersi var. Kolejin önünde beklersen, onunla tanışman daha kolay olur.” Diyojen utangaç bir şekilde Sağ ol abi, onunla tanışıyorum, arkadaş olduk, ama varlıklı kızlarla gezmek zor. En lüks yerlere gitmek istiyor. Akşam Kızılay’da Piknik kafeteryada onunla buluşacağım. Temizlik işçisi banktan kalktı. Kâğıt külahta ay çekirdeği satan seyyar satıcıya emanet ettiği sazı aldı. Mızrabı sazın tellerine vurmaya başlayınca herkes başına toplandı.

Siyah saçların da hatem yüzlerin

Garip bülbül gibi zareler beni

Hilal ebruların ahu gözlerin

Tığ-ı sevda ile vallah yaralar beni.

Diyojen duygulandı. Temizlik işçisi mütevazı bir ses tonuyla; bu türkü siyah saçlı sevdiğine armağan olsun. 1920 senesinde Tarsuslu Sıdkî Baba diye tanınan Ozan Sıdkî Pervane’nin şiiridir. Ben besteledim TRT radyoevi repertuarına koydu. Çok tanınmış olmasam da, ben bir ozanım” Diyojen sıra dışı bir insanla tanıştığına inanamıyordu. Kurtuluş parkının yakınında olan Hacettepe tıp fakültesinden gelen öğrenciler onu görünce çimenlikte oturup “Biraz Feyzullah Babayı dinleyelim, sonra gideriz.” dediler. Diyojen onun parktaki herkesin tanıdığı popüler bir kişi olduğunu anladı. Herkes koro halinde bir türkü daha diye tempo tuttu.

“Daha senden başka âşık mı yoktur.

Nedir bu telaşın vay deli gönül”

Diye bir türkü tutturdu. Türkü dağarcığı olan öğrencilerden biri “Nesimi Çimen’ede bir alkış.” Alkışlar bitince Ozan Feyzullah Çınar;  Gençler evet Nesimi besteledi. Lakin hemşerim olan yüzyıl önce yaşamış Sivas'ın Deliktaş nahiyesinden Aşık Ruhsati’ye aittir. Az evvel okuduğum türküde ne demiş Ozan; Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor. Gel de bu dünyayı yor deli gönül demiş. Hepiniz gençken, gücü kuvvetiniz yerindeyken ve işleriniz yolundayken hayattan bu beklenti degil midir? Bilim gittikçe ilerliyor, insan ömrünü uzatmaya çalışıyorlar. Siz tıp örgencileri benden daha iyi bilirsiniz. Doğanın gereği elden ayaktan düşüp, bazı hastalıklar başlayınca, Aşık Veysel dediği gibi… Sustu ve sözüne ara verip, sazı eline aldı.

Dost dost diye nicesine sarıldım

Benim sadık yârim kara topraktır

Türküyü bitirince sonra mahzunlaştı. “Hayattaki zorluklar, bazen de toplumsal zulümler yaşanınca, yaşlanma süreci üstüne eklenince, mukadderat başa gelip çattığında tatlı candan bile sıkılabilir insan. Önemli olan arkanızda bıraktığınız iyilikler ve dostlarınızın sizi özleyip, mezarınızda ağıt yakmasıdır.

Çankaya Belediyesi temizlik işçisi Feyzullah Çınar için 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Toplumsal açıdan zor dönemlerdi. Söylediği deyişleri, ağıt ve türküleri dilden dile dolaştı. Feyzullah Çınar'ın bu çıkışları, dik duruşu, halkı tarafından ödüllendirildi ve halk ozanı kimliğini hak ederek kazanan ender kişilerden oldu. Halkının sevgisi kazanan ozan Feyzullah Çınar yasaklarla dolu yıllarda;  “Yaptıklarıma hiç pişman değilim, aksine onur duydum. Sadece cezaevi kapılarında bekleyen aileme üzüldüm.” demişti..

Görselde:  Gerçek dostlar meclisi Şair Hasan Hüseyin Korkmaz, Ozan Feyzullah Çınar, Ozan Sadık Gürbüz, Sanatçı Rahmi Saltuk

Diyojen hüzünlü bir hazan mevsiminde biraz kurtuluş parkında, birazda Feyzullah Babayı görmek için yürüyordu. Fakültede şiir okumayı seven kız arkadaşı ona eşlik ediyor. Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Yaş otuz beş” dizelerini söyleyerek, yürüyüş yolunu kapatmış sararan yaprakları hışırdatarak ilerliyorlardı. Bir bankta oturdular. Kız arkadaşı şiir konusunda deneyimliydi. “Sonbahar bir şiir okuma mevsimi değildir, Usta şairlerin şiirleri anlama ve onların içindeki sırların bulup ermiş olma zamanıdır. Sonbahar eğlenceli biten yazın hüzünlü finalidir. Parklarda ağaçlardan düşen yapraklara bakıp zamanın hızlı geçtiğini anlamanın doyumsuz  tadıdır. Diyojen bu güzel cümleleri kuran sevdiğine bakıp gülümsedi. 1983 yılının sonbahar ayında Diyojen oradan geçen bir temizlik işçisine “Feyzullah Baba nerede” diye sordu. Temizlik işçisinin yüzü dondu. Yutkunarak zorlukla konuştu;  “Duymadın mı, geçen hafta bir kuşluk vaktinde burada kalp krizi geçirdi, senin şu an oturduğun bankta dinlenirken yere düşmüştü. Biz ambulans çağırdık ama çok geçti. Temizlik işçisi Feyzullah arkadaşıyla yıllarca çalıştığından edebiyat virüsü ona da bulaşmıştı. Diyojen onun söylediklerini kıymetli buldu. Hemen not defterine günlüğüne yazdı.

”Onu yerde görünce  ağlayarak sarıldım. Son kez kardeşimi koklamak istedim. Kurtuluş parkının nemli toprağı, Ankara’nın ayazının acımasız çiy taneleri bulaşmış taze çim kokusu Feyzullah’ın henüz soğumamış bedenine sinmişti. O koku hala içimde. Asla benden çıkmayacak.  O koca Çınarı yaşamın acımasız kuralları, çileli ömrünün kırk altıncı yılında aramızdan aldı.” Diyojen ve kız arkadaşı cümle kuracak mecalleri kalmamıştı. Ancak başınız sağ olsun diyebildiler.

Diyojen yaşadığı coğrafyanın nice ozanının gereken kıymeti vermemiş, ona ödül plaketi vereceğine harcamış, üzmüş, anlamak istememiş, unutmuş bir ülke olduğunun farkındaydı. Şair Ahmed Arif sevgilisi Leyla’ya mektup yazmış, zarfına yapıştıracak pul parası için Diyarbakır Vakıflar hanında hamallık yaptığını anımsadı. Bu belalı Coğrafyada Ozan  Ruhi Su pasaport alamadığı için yurtdışına çıkamayıp kanserden öldüğü,  Nazım Hikmet’in sürgünde memleket hasretinden yüzyıllarca unutulmayacak şiirler yazdığı bir ülkede yaşadıgnın farkındaydı. Feyzullah Çınar’ın seçip yorumladığı her deyiş sadece onun değil halkının yaşamını özetliyordu. Davudi sesinin gücü de, sazının gücü de, onu alkışlayan sevenlerinin bu birikiminden güç alıyordu.

Gazeteci ve ressam Fikret Otyam’a Ozan kendini şöyle anlatır: 1950’li yıllarda Bakkal çıraklığı, hamallık gibi sürekliliği olmayan, bir gün var bir gün yok türlü işlerde çalıştım. Bir ara bir arkadaş ile Âşık Mahzuni’nin Ankara’daki evine sohbet etmeye gittik. Orada saz çalıp türkü çığırırken, Tunç Plak’ın sahibi, Yusuf Tunç da oraya gelmişti, dinledi beni, o gece konuştuk, sabahı buluştuk, plak yapmak için İstanbul’a gittik Benim ilk okuduğum plak “Fazilet” idi, Sivaslı Agahi Baba’nındı. Plağın arka yüzü Malatyalı Esiri’nin Şah Hüseyin’le ilgili bir deyişi vardı. Plak çok, ama çok sattı. Bu plakla adım duyuldu. İstanbul’da, sanırım 1968’de, Spor ve Sergi Sarayı’nda Hacı Bektaş’ı anma gecesi yapılmıştı, çok sanatçı katılmıştı. Orada Fransız Türkolog Prof. Madam Melikoff da varmış, dikkatini çekmişim onca kişi arasında. Fransa’ya davet etti. Fransa’da Almanya Bern, Basel, Paris, Strasburg, Bon şehirlerinde  Prof. Melikoff ile konferanslar verdik. Konu ‘Alevilikte Ayin-i Cem, Alevilik-Bektaşilik’ idi. Kent kent dolaştık. Bu arada oralarda radyo ve televizyonlarda çalıp söyledim,  

Feyzullah Çınar, Prof. Dr. İrene Melikoff’un da öncülüğünde çok sesli, çok kültürlü Anadolu zenginliğinin dünyadaki yansımalarından biri olur. Birçok bilim insanının bu konuya yönelmesine kaynaklık eder. 1971’te Strasbourg’ta Chants Sacre  d’Anatolie, Par Ashik Feyzullah Tchinar, 1979 yılında Almanya’da Hu Dost – Bektaschi Musik Aus Der Türkei adlı uzunçaları yayımlanır.

Gazeteci Fikret Otyam dönemin Ankara Belediye Başkanı Mimar Vedat Dalokay’a ozanın Avrupa’da çıkan plaklarını gönderip, kısa bir not yazar : “Şu plaktaki adamın, yiğit bir halk çocuğumuzun, namuslu bir halk ozanının aç gezdiği Başkentte, tok gezmekten utanıyorum. Selamlar.”  Belediye başkanı Vedat Dalokay hemen işe alınması için talimat verir.

Diyojen Feyzullah Babanın Heybetli bıyıklarının kapladığı dudaklarının arasından yükselen deyişleri kulaklarından asla silinmeyecekti. Onun beslendiği Alevi-Bektaşi geleneğinin sesi ve ezgileriyle bu Dünyada asla umutsuz olmamayı aşıladığını arkadaşlarına anlattı. 

Diyojen artık Kurtuluş parkında gezmek istemiyordu. Gitse bile Feyzullah Babasız Kurtuluş parkı artık ona sevinç değil acı veriyordu. Diyarbakır’a gitmeden önce bir kez daha gitti. gözlerin usulca dökülen gözyaşları değildi. Öte tarafa göçen ölümsüz ozan Feyzullah Çınar’ın apansız yere düştüğünde üzerine düşen Ankara’nın ayazının acımasız çiy taneleri bulaşmış taze çim kokusuydu. Dudaklarında “Dolanı Dolanı Gelir” türküsünü söylerken, buraya bir daha gelmem zor dedi.

Garip gönlüm durmaz oldu

Gözüm ırak görmez oldu

İşe güce varmaz oldu

Elim yavaşça yavaşça

Kaynakça: Salih Benerli, Metin Turan, PİRHA