Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici
Hep hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti

                 Can Yücel Babasını anlattığı “Hayatta ben en çok babamı sevdim” adlı şiirde bu dizeleri yazmıştı. Bu şiir yeterince zaman ayrılmamış yalnız bir çocuğun babasına serzenişi idi. Belki de küçükken gazetede gördüğü bir fotoğraftan dolayı bir ara küstüğü babasına olan eleştirisini yıllarca içinde saklamıştı. Gazeteci Hasan Pulur bir imza gününde söyleşi de onun anısını anlatınca çok duygulandım, gözlerim doldu. İşte bu sır aşağıdaki görseldeki iki fotoğrafta gizliydi.

                 

 Can yücel babası Hasan Âli Yücel Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsü’nün müdürü Nazif Evren’in oğluna hediye ettiği fotoğraftaki akordeonu gazetede görünce çok üzülmüştü. Diğer fotoğraf resmi bir geziden sonra oğluna hediye almadan dönen Hasan Âli Yücel aile fotoğrafı. Hasan Pulur anıyı şöyle özetlemişti; “Edebiyat ve felsefe öğretmenliği, Maarif müfettişliği sonradan Maarif vekili olan (Milli Eğitim Bakanı) Hasan Âli Yücel oğlu Can Yücel’in sitemine belki de bazı bürokratlara ders niteliğinde anlamlı bir yanıt vermişti. “Can şunu bilmen gerekir ki, önemli bir görevim var. Sadece senin değil, ülkedeki tüm öğrencilerin babasıyım” Şimdi herkes acaba bu düşünce ve sorumlulukta bürokrat var mı diye iç geçirmiştir. Yıllar sonra Can Yücel’in kıskandığı Akordiyon hediye edilen çocuk iyi bir eğitimle okumuştu.  Köy Enstitülerin kurucularından Nazif Evren’in oğlu Yazar Ergun Evren İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. TRT Haber Merkezinde prodüktör, uzman, yönetici olarak görev yaptı. Bir süre Kültür Bakanlığı’nda Basın ve Halkla İlişkiler Danışmanlığı yaptı.Memlekete faydalı bir insan oldu.Can Yücel artık arkadaşıydı. Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsünde öğrencilerin bir eleştirisini izleyen Bakan Hasan Ali Yücel, Ankara'ya döndüğünde gazetelere konu olan Hasan Pulur bir makalesinde yazdığı gibi, dönemin siyasetçilerine özeleştirisini yapar; İnönü'ye “Paşam, oradaki çocuklar bizden çok iyi tartışıyorlar” demişti..."

                  Diyarbakır Ergani’de Dicle Köy Enstitüsü’ nün ilk müdürü Nazif Evren, Enstitü’nün kuruluşunu şöyle anlatır. Ergani istasyonundan 600 metre uzaktaki bomboş araziye baktım. 850 dekarlık arazide Dicle Köy Enstitüsü olacak Önce küçükte olsa bir köy okulu bir yaşam alanı yapmalıydık. Müdür Nazif Evren, “Kekik Kokulu Yıllar” kitabında, bir dönemi, köy enstitüsü kurumlarını, özverili eğitimcilerini yazarın yaşam öyküsü üzerinden anlatan, eğitimin bir ülke için önemini anlatan bir anı kitabıdır. “ Oradan bir alıntı yapalım; 1944 Haziranında Ergani Zülküf Dağı’nın eteğinde sinekli Dicle bataklık gözesi ekilip biçilemeyen ve kurdun kuşun bile yuva yapmadığı Hoşot Ovası’nda insanlar bir mucizeye imza atmışlardı. Müdür Nazif Evren şöyle yazar “Elimizde, enstitünün  yapım planını gösteren 223 sayılı tebliğler dergisi, bakanlığın 50.000 liralık ödeneği ve enstitünün kuruluşuna yardım için geleceği bildirilen Eskişehir Çifteler, İzmir Kızılçullu, Balıkesir Gönen, Ankara Hasanoğlan ve Malatya Akçadağ Köy Enstitüsü’nden öğrenciler yardıma gelmişti. Hoşot ve Gevran Ovası’ndan esen yeller, güneşin yakıcı ve kavurucu sıcağını yüzümüze çarpıyor, fırından yeni çıkmışçasına yakan bu sıcaklığı Tilhuzur Köyü’ne doğru götürüyordu. Kavrulmuş ve kararmış yüzümüzden umut, sıcağın çatlattığı dudaklarımızdan yöresel türküler ve tebessüm eksik olmuyordu. Yiyeceklerimizi öküz arabasıyla Ergani’den sağlıyorduk. Odun ve kömür alabilecek kadar paramız yoktu. Akçadağ Köy Enstitüsü’nün yaptığı çardağın altında yemeklerimizi etraftan topladığımız çalı çırpılarla pişiriyorduk.
                 Hani o bendin kanalı vardı ya, bütün köy enstitüsü seferber olup kazmıştık da türbine su getirmiştik. Kış günlerinde kanalın suyu donduğunda buzlarını kırardık. Sonradan öğrenmiştik, suyu şişirip alttan akıtınca santral güzelce çalışır, sularımız depolara dolar, bol bol kullanırdık. Çevremizi ışıklandırmıştık. Değirmenimiz döner, köylünün ve bizim buğdayımız öğütülürdü. Bu değirmenden gelir de alırdık ya... İşte tüm bunlardan eser yok.

                 Köy Enstitüleri, okuma-yazma öğretmenin yanı sıra modern tarım teknikleri, marangozluk, sağlık, müzik ve spor alanlarında eğitim vererek köyün ve köylünün kalkınması için gerekli olan öğretmenlerin yetiştirilmesini amaçlamaktaydı. 1954 yılında Dicle Köy Enstitüsü de kapatılarak Dicle İlköğretmen Okulu adıyla hizmet vermeye devam etti.  Enstitüler, köyleri yalnızca bilimle, eğitimle, gıda üretimi değil, kitapla, müzikle, sanatla buluşturma adımıydı.  Öğrenciler derslerine çalışırken sanatın bütün dallarıyla iç içeydi. Her öğrenci en az bir müzik aleti Mandolin, saz ve keman çalmayı öğrendi.

            Enstitülerde müzik dersi verenler arasında Aşık Veysel ve Ruhi Su da bulunuyordu. Ulvi Uraz, Cüneyt Gökçer gibi ünlü sanatçıların tiyatro eğitimi verdiği Köy Enstitülerinde yerli ve yabancı pek çok oyun sergilendi. Köy Enstitüsü mezunları arasından pek çok hukukçu, ressam, müzisyen akademisyen, yazar, ve politikacı da çıktı. Köy Enstitüsü mezunu bazı yazarlar şunlardır: Talip Apaydın, Ümit Kaftancıoğlu, Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, , Adnan Binyazar, Pakize Türkoğlu, Kemal Burkay, Yusuf Ziya Bahadanlı, Ahmet Telli Bu vesile ile Beş parasız fakir bir köylü çocuğun okuyup meslek ve mevki sahibi olacağına inanan, bu yolda gece gündüz çalışan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’le, dönemin İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u rahmetle yad ediyorum. Onların hayatını ve ideallerini anlayan gençlere selam olsun.  

Kaynaklar: Milliyet gazetesi arşivi, Akademisyen Güneş Akhan Yüksek lisans tezi,  Müdür Nazif Evren, “Kekik Kokulu Yıllar” kitabı ve Yazar Ali Ünsal.