Televizyonda gördüğünüz bir politikacıyı İrlandalı bir turistle bir an görürsünüz. Gördünüz mü adam aslen buralı değilmiş. Bir zamanlar futbol tartışmalarında dilimize pelesenk olmuş “içimizdeki İrlandalılar” derseniz, güzelce etiketlersiniz. Sosyal medyada yayınlarsınız. “Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.” Atasözüne malzeme olursunuz.
Bu etiketlemeden çok çektim. Gençken Ulu Camide Dönemin Milli Selamet Partisinden milli görüşten önemli bir akrabamız ile namaza gittik. “Selamet partili” diye yaftaladılar. Sosyal Medyada Selahattin Demirtaş’ı saz çalarken videosunu yayınladım. Takip edenlerin çoğunluğu beğeni yaparken, bir kısmı da “seni böyle bilmezdik, yazıklar olsun” dediler. Yirmi dört bin Takipçi sayısını umursamam. O gece yaklaşık bin takipçi kayıplara karıştı. Tahminim hepsi Fransa’ya tatile gittiler! Şaka bir yana millet olarak niye bu kadar ön yargılıyız. Saz çalanın politik kişiliği önemli değildir. Asıl önemli yanı kulağımızı tahriş etmemesidir. Gerçek demokrasi de türküyü güzel söylediniz diye tebrik edersiniz. Başka bir gün onun politik kişiliğini hakaret etmeden eleştirirsiniz. Demokrasi kültürü böyledir. Bazıları hala bu kültürü öğrenmedi veya öğrenmek istemiyor.
Konu ile ilgili son örnek Nurhan teyzemin eşi Rahmi Aksu Diyarbakır’da ünlü bir müteahhit iş insanıydı rahmetli oldu. Ailemin çoğunluğu Ak Partili bakanlık yapmış, milletvekili olmuş birçok siyasetçiyle akrabayız. Aile büyüklerimiz var. Gördüğüm her zaman ellerini öperim, bu benim gördüğüm aile terbiyesidir. Onlarla aynı siyasi görüşte olmam gerekmiyor. Türkiye için gerekli olan sosyal demokrasidir Bülent Ecevit ile başlayan Başbakan Erdal İnönü’nün partisi SODEP ile biten Kürtleri de kucaklayan siyasi anlayışının hayranıyım. O olaydan sonra siyasetten soğuduğumu söylemeliyim. Yazar olarak hiçbir partiyi övemem, bu da benim tarafsızlığımı bozar. Zaten kültürel yazılar yazıyorum.
Size yakından tanıdığım yaklaşık bir sene boyunca aralıklarla görüştüğüm Behçet Cantürk’ü anlatmak istiyorum. Başta kendimle ilgili olan yazıyı da, Behçet Beg’in iş hayatının bir bölümünü benden dinlerken önyargılı davranmayın. Önce insanları kişilik özellikleriyle tanımamız gerekir. Daha olumlu bir izlenim alırsınız.
1978 yılında Demir Otel'in sahibi aynı zamanda müdürü Süleyman Demir Diyarbakır Maarif Kolejini bitirdikten sonra İngiltere de Turizm eğitimi okumuştu. Entelektüel birikimi olan bir iş insanıydı. Babası Mehmet Demir’den sonra yönetti. Sonra oteli İş İnsanı Behçet Cantürk’e satıp Bodrum'da Halikarnas Otel'i açtı. Dünyanın en büyük açık hava diskosu diye nam saldı.Süleyman Bey Otel personelini toplayıp; “isterseniz benim açacağım turizm tesisine gelirsiniz, isterseniz buranın personeli olarak kalın demişti. O sıralar otelin telefon santraline bakıyordum.
O güne ait bir espriyi söyleyip yazıma devam edeyim. Bir kısım personel Bodrum’a giderken. Hayatı boyunca Diyarbakır’dan çıkmamış Karaçalı (Tilalo) köyünden Türkçesi de biraz az olan garson Halit şöyle bir soru sormuştu. “Bremin Quzzulkurt disko ev çi ye” (Kardeşim bu zıkkım disko nedir) sorusuna İstanbul da garsonluk yapmış her yolu bilen bitirim arkadaşımın verdiği Diyarbakır şivesindeki cevabı unutamam.” Bele loş ışıklı dekorasyonunda aynalı top şeklinde renkli ışıklar saçan bir dans pisti var. Onun altında hoplayıp zıplayan uzun saçlı erkekler, bebek gibi mini etekli kızlar var. Kızların yüzü bazen mavi, sarı, turuncu oli. Herkes serhoş olup dans edi. Hangi kızı ellersen, sana dönüp öpücük gönderi!” yaşı 25 olan henüz eline kız eli değmemiş arkadaşımız gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Bu yanlış tarif yüzünden neredeyse koşarak Bodrum’a koşarak gidecekti.
Otelimiz sahibi artık Sabit Cantürk olmuştu. İdari işlere sonradan çok sevdiğim bir insan olan Felemez Cantürk ağabey beni resepsiyon memurluğuna aldı. Otelin satış bedelini eski model iki kayışlı plastik bir bavulda beş kişi ancak sayabildik. O zamanlar tam karşımızda olan Öğretmenler Bankasına götürdük. Otelin giriş katı Türk Hava yolları Bürosu idi. Bir gün mesaim bitmişti. Otelin birinci katı olan Lobide ders çalışıyorum. Arkamdan biri “hangi ders” diye sordu. Bakmadan “Tarih” dedim. Arkamı döndüm Behçet Cantürk Beg’i Gördüm. “Gerçek tarih oralarda yazmaz. Ulucami avlusunda namaz vaktini bekleyen yaşlı amicelere sor. Onlar yaşadıklarını anlatsın ancak öyle öğrenirsin” Onun ne demek istediğini 18 yaşında anlayamadım. Ancak on yıl sonra idrak edince onun bilge bir kişilik olduğunu anladım.
Soner Yalçın’ın onun biyografisini yazdığı, 1996 yılında baskı rekorları kırmış “Beco” adlı biyografi kitabında ve birçok gazetecinin yakıştırması olan lakabı vardı. Ona neden Diyarbakır’ın Robin Hood’u diyorlardı. Bir sene boyunca bazı anılarımız oluşunca anladım. Demir Otelin teras restoranının Usta aşçısı Kerejdağ pirincinden mantarlı tereyağlı nefis iç pilav yapardı. Bazıları sadece bu pilavdan istiyorum diyenlere baş garson Mustafa abeden rica ederdi. “o kebabın garnitürü.” derdi. Kebap söyleyip sadece pilavı yiyenlerde olurdu. Bir gün üst düzey bir bürokrat giriş katında resepsiyonda durdu. Müdürünüze söyleyin kebabın yanında iki kaşık mantarlı pilav vardı. Ne bu ilaç mı, biraz fazla koyun.” diye şikâyette bulununca. Ertesi gün lobide Felemez Beg’e ilettim. Son tabakta pilav kalmayınca sadece iki kaşık konmuştu.O sırada Behçet abe kahvesini içiyordu.. Otelin işlerine karışmazdı. Fakat bu olaya sinirlenmişti. Aşçıyı çağırdılar. Behçet abe; “Günde kaç kişilik pilav yapıyorsan iki katını yap” dedi. Aşçı “efendim ertesi güne kalırsa bayatlar” dedi. Behçet abe bana döndü “Arif mesain bittiyse Yanık çarşıya git sefertasları al, aşçıya ver” dedi. Sonuçta her gün kalan pilav miktarı kadar sefertaslarıyla kuru fasulye, tırşık, güveç gibi sulu yemekler yapılıp en alta irmik gibi tatlılar yapıldı. Muhtarlardan ihtiyaç sahibi ailelerin adresi alındı. Sayısını bilmiyorum. Otelin gönüllü personeliyle bende dahil evlere dağıttık. Ben Diyarbakırlıyım hiç demedi. “Ben Lice’liyem diye ilçe milliyetçiliği yapan, ara sıra Liceli olan Ziya Gökalp lisesinden öğretmenimiz Mevlüde Tütenk’i kahve içmeye davet ederdi. Fakir olan öğrenci listesini ondan alır. (özellikle Liceli olanları) Çok öğrenciye maddi manevi yardım etti. Alınan öğrenci ihtiyaçları için Dörtyol İşmen Kırtasiyeye aylık ödeme yapardım. Tezgahtar olarak çalıştığım Gazi caddesindeki İlhan konfeksiyonda Felemez Cantürk’e sayısız katlıg (şivemizde Takım elbise) aldırdığına ben şahidim. Bu iyiliklerini hiçbir şekilde ailesi dahil kimseye anlatmadığını biliyorum. Belki Felemez abe, ben ve Konfeksiyoncu Mustafa İlhan arasında sır olarak kaldı.
Evlenen bir arkadaşımız için çeyrek altın alınıp dügün gecesi gidip takacaktım. Behçet Beg duyunca Bellboy (girişteki görevli) çağırdı beyaz eşya ihtiyacını öğrenip Azet Cantürk'ün, Diyarbakır'da beyaz eşya satan bir Sony, Philips, Grundig'in bölge bayiliğini yaptığı mağazasından getirdiğine şahit oldum. Kimbilir bilmediğim neler vardı.
Rahmetli Behçet Cantürk’ün hayata bakış açısı bana çok özellik kattı. Bana ve Felemez Cantürk’e anlattığı anılarından ‘’Ben bu Dünyada boynuma dayalı bir hançer varken bile, hayata gülümseyip, hiç kimseden korkmayıp, başım dik yaşamayı’’ öğrendim dedi arkasından Kürtçe bir vecize ekledi.
Xweş dibe cihe xençera, xweş nabê cihe xebera.
(Hançer yarası bile iyileşir, ama gönül yarası iyileşmez.)
Otelin günlük hâsılatını şimdi olmayan tam karşıdaki Öğretmenler Bankasına yatırırdım. Yanıma da hep bir personelden bir arkadaş alırdım. Bir hırsız veya zorla almak isteyen Diyarbekir deyimiyle “çakal” birisi çıkmasın diye. Behçet abe gördü ve kızdı. '' Gerek yok tek başına götür, birisi almak isterse bu para Behçet Cantürk parasıdır de, get ondan yardım iste, o zeten verir. o zaman eli titrer alamaz.” dedi. Bir personel Behçet abenin ayakkabısını boyatmaya götürür. Oranın kırk yıllık boyacısı Heci Vahit para almak istemedi. Behçet Beg kızdı ''Get parasıni ver, 16 nüfusa bahi evini nasıl geçindirecek dedi''
Demir otel müşterileri o yıllarda Tüm maça gelen ünlü futbol takımları, Fenerbahçe’den Cemil, Önder o an fotoğraf makinesi olmadığından hiç fotoğrafım olmadı. Yıllar sonra çok üzülmüştüm. Uğur Dündar, İstanbul Şişli Belediye başkanı Fatma Girik, sanatçı İbrahim Tatlıses, İzzet Altınmeşe saymakla bitmez. Bu ünlü kişilerle tanıştım.
Behçet Beg ve Felemez abe ile hatıra fotosu çekmek istedim. Behçet abe müsade etmedi. Gerekçesi benim iyiliğim içindi “SenTalebesin Engereye okumaya gidisen, ele zalımlar var ki, bir anı için seni yıllarca süründürürler.” Yazımızı Karate Kadri’den bir anıyla bitireyim. Ama önce okumayanlar için Karate kadri il ilgili yazımı linkten okursanız espriyi daha iyi anlatırım. https://www.cermikgazetesi.com/pireze-hayat-dogru-yasanmaz Bizim “Karate Kadri” Demir Otel yan sokağında teneke sıtıllarla Demir otele gelen müşterilerin arabalarını yıkarken, otel müşterilerine devamlı arıza çıkarırdı. Kendisine az para veren müşteriye bağırdı. Otel müşterisi aslında hiçbir baltaya sap olamamış kişilerin söylediği klasik ego sözünü söylemişti. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun” sözüne “Ula kevaşe, en kralınız gelsin. Ben kimseden korkmam” diye bağırırken. Felemez abe arkadan Karate Kadri’ye yaklaştı. “Ya benden” diye sorunca. Felemez Cantürk’e şu tarihi cevabı verdi; “Abe sen hariç, ma Dünya alem Cantürk’lerden korhi…”