Zayıf olanı güzel ve sağlıklı, kilolu olanı ise çirkin ve sağlıksız olarak niteleyen diyet kültürü, bedenimize gösterdiğimiz nezaketi nasıl etkiliyor?
Diyet kültürü; sağlıklı, mutlu ve güzel olmanın ön koşulunun sahip olabileceğimiz en zayıf bedene ulaşmak olduğu algısını yaratan ve bu algıyla dünya pazarındaki yerini günden güne artırarak yayılan, çoğu zaman da sağlık çabası güderken fark etmeksizin yitirmemize sebebiyet veren, sevimsiz bir yaratı!
Diyet kültürü; zayıf, kötü, iyi, şişman gibi sıfatlarla, yalnızca beden algımıza mı yönelir? Elbette ki hayır! Hızını alamaz ve yiyecekleri de nitelendirmeye başlar; temiz, yağlı, karbonhidratlı, şekerli, kalorili… Beden algımıza yönelttiği saldırılarla beraber yiyeceklerle olan iletişimimizi zedeleme konusunda da ısrarcı bir tutum izler.
Peki bu algıyı yaratan kim? Yalnızca diyetisyenler mi?
Minimum zaman vererek maksimum popülerlik ve kazanç elde etme odağıyla ilerleyen, etik anlayışını bir köşeye bırakan meslektaşlarımın diyet kültüründeki büyük payelerini elbetteki yadsıyamam. Ancak, yargıda tüm suçu yalnızca onlara yüklemek adil mi? Bilirkişi olmamasına rağmen; her gün sosyal medyada kendini sağlıklı beslenme üzerine konuşabilecek yetkinlikte gören, işin bilimine dair en ufak bir fikri olmayan, kendini bilmezlere ne demeli? Peki sağlıklı olma kıstasını iyi bir vücut olarak görüp; beslenme üzerine önerilerde bulunmayı kendine hak gören personal trainer ya da alanı spor olan diğer bireylere…
Televizyonda boy göstermek adına birbirleriyle yarışan; yaşam koçlarına, alternatif tıpçılara ve dahi doktorlara (Zira doktorların beslenmenin, kimyasına, biyokimyasına, fizyolojisine… dair bir eğitim süreci bulunmuyor) kuracak cümlem yok! Çoğunun sağlıksız olduğu ve sağlıklı etiketler altında sunulduğu milyar dolarlık bir pazar sektörü haline dönüşen diyet pazarına da…
Diyeceğim şu ki ortada bir diyet kültürü suçu varsa, ki var; bu yalnızca diyetisyenlere ait değildir! Diyetisyenlerin misyonu da yalnızca zayıflatmak değildir; bu, görev tanımlarımızdan yalnızca biridir.