Geleceğimiz bitkisel beslenmede

Abone Ol

Dünya nüfusunun 2050 yılında 10 milyar olacağı öngörülüyor. Dünyanın bu nüfusu besleyecek kadar gıda kaynağı yok. Karbon, su, toprak ayak izleri çok yüksek olan ürünler dünyayı günden güne tüketiyor. 

Seller, yangınlar, son zamanlarda artan ve günlük hayatımızın bir parçası haline gelen doğal afetler de bu iklim krizinin somut bir örneği.

IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) iklim değişikliğinin fiziksel temeli üzerine yüzlerce bilim insanının ve hakemli makale çalışmalarının yer aldığı çok geniş kapsamlı bir rapor yayınladı. Bu rapora göre iklimdeki hızlı değişiklikler “kesin bir biçimde” insan kaynaklı olarak belirtildi.

İklim dünya oluşumundan bu yana değişiyor. Sanayi devrimiyle beraber insanlar kömür, petrol ve gaz dediğimiz fosil yakıtlar yakmaya başladılar. Bu yakıtları kullanarak da atmosfere sera gazları salmaya başladık. En yaygın olarak  bildiğimiz karbondioksit, metan ve nitröz oksit sera gazları dünyayı sararak ısıtıyor ve sıcaklığı içine hapsediyorlar. 

Dünyadaki kara parçasının %72’si beslenmek, giyinmek ve artan nüfusu desteklemek için biz insanlar tarafından kullanılıyor. Toplam global karbon salınımının üçte biri gıda üretiminden geliyor; bunun da yaklaşık üçte ikisi hayvansal gıdalardan… Hayvansal ürünler bize doğa açısından çok pahalıya mal oluyor. 2050 yılı için öngörülen insan popülasyonunu besleyecek kadar hayvanımız yok olsa dahi karbon ayak izi bu kadar yüksek olan bir gıda ürününün sürdürülebilir olması pek mümkün değil.

Geçmiş zamanlara baktığımızda hayvanların atık ya da otla beslendiğini görüyoruz ancak endüstriyel hayvancılık, işleri değiştirdi. Onlara özel su ve besin oluşturulması büyük bir sorun oluşturdu, çünkü bu denklemde bire kırk oranı var. Yani 1 kg et alabilmek için 40 kg yulaf harcamalıyız, 400 kat su harcamak zorundayız ve bu korkunç bir oran. Hayvansal gıda üretmek adına çok fazla su tüketiliyor, çok fazla hava kirliliği yaşanıyor. 

Halbuki bitkisel gıdalara baktığımızda yarısı kadar karbon ayak izi, yarısı veya daha azı kadar su ayak izi, yarısı kadar toprak kullanımı gibi faktörlerle karşılaşıyoruz. Bu nedenle bitkisel bazlı beslenmeye geçmek; dünyanın ömrünü uzatmak ve onun güzelliklerinden gelecek nesillere de pay bırakmak, daha sürdürülebilir bir yaşam düzeni oluşturmak adına üstlenmemiz gereken bir sorumluluk. Bitkisel beslenme dünyanın geleceğini kurtarır.

Elbette dünyadaki herkesin bir anda et tüketimini bırakması pek mümkün değil, ancak bu yolda küçük de olsa adımlar atmak; et tüketimini azaltmak ya da belirli günlerle sınırlamak dünya için de sağlığımız için de küçük ancak sağlam adımlar olacaktır.

Genellikle et tüketimini sınırlamak ya da sonlandırmakla ilgili kaygılar duyuyoruz. Geçmişten bugüne gücü ve sağlığı hep et yemekle, etle özdeşleştirdik. Oysa bugün bunun aksini kanıtlayan pek çok bilimsel çalışma mevcut. 

Birçok bilim ve sağlık insanı bu yönde ciddi çalışmalar yürütüyor. Bu çalışmalar karşısında durup da, ‘Hayvansal gıda tüketimine dair önerilerin sahiden de bilim tarafından mı yoksa çeşitli endüstriler tarafından mı doğduğunu, çoğaldığını’ sorgulamamak olanaksızlaşıyor. 

Bizim de hem kendi sağlığımız hem dünyanın sağlığı adına, öğretiledurmuş hatalı bilgilerden, kalıplaşmış yargılardan biraz sıyrılıp bu çalışmaları araştırmaya, yaşamlarımızı ve seçimlerimizi sorgulamaya yönelmemiz gerek. 

Vegan beslenen bir beslenme uzmanı olarak; doğru seçimlerle oluşturulmuş vegan /bitkisel bazlı bir beslenmenin insan sağlığına bir tehdit değil; aksine, kişinin kendi sağlığına ve dünyanın sürdürülebilirliğine katkı sağladığı görüşündeyim. 

Geleceğimiz hiç şüphesiz bitkisel beslenmede…!