Terzi Bedros 1970 yıllarda ailece Fransa Lyon kentine göç ettiler. Hanımı irma öldükten sonra anı romanımda Bedros’unneler yaşadıklarını yazmıştım. 1990 yıllarda oun anılarını yazmaya başladığımda kızı Maria Fransa’da çalıştığı bankadan faks aracılıyla gönderdi. Bende Bedros’un son günlerini kaleme öyle aldım. Yani anı romanın son bölümünü kızının yazdıklarını elimden geldiğince yazımda canlandırmaya çalıştım.
Bedros’unüşenmeden eşyalarıyla birlikte Fransa’ya getirdiği Abbasın parkından Kahveci Nurettin’in hediye ettiği minik bir masa bir adet ipli kürsüdeoturuyordu.Tabakasından Bitlis tütünü sigarasını sarıp Grundıg marka eski bir pikabaen sevdiği plağı koydu. Anılarla dolu hüzünlü loş odaya Seyfettin Sucu’nun yanık sesi doldu.
Baba bugün ayrıldım özlerimden,
O şirin sözlerimden,
Bana zulüm eyleme di gel
Bileydim ayrılık vardır,
Öperdim gözlerinden,
İrma şimdi evde olsaydı naneli Mehîr ( yogurt çorbası) İle ona Diyarbekir çöreği yapardı. Her zaman Mardinkapı da Bakkal Hacı Yusuf’a telefon eder kargoyla Diyarbekir’den peynir getirirdi. Evi peynirsiz bırakmazdı. Evde sürekli bulunan zahter de, peynir kalmamıştı. Son kalan Derik Zeytini de çabuk bitmesin diye kırtikkırtik (ufak ufak) yedi. Yemek yapmaya ne hevesi nede becerisi vardı. Lyon sokaklarında rastgele bir bakkala girdi. Artık yaşlılıktan olacak. Doktorun adına demans başlangıcıteşhisi koyduğu hastalığı ara sıra onu yokluyordu. Unutkanlıkları çoğalmıştı. Bir an zamanı ve bulunduğu mekânı unuttu.
Fransız bakkala Diyarbekir şivesinde ‘’Bahan çakıl ekmeginen, birez erimiş peynir verisen.’’dedi. Bakkal anlamsızca Bedros’un yüzüne baktı. Fransızca konuştu. ‘’Je ne comprends pas que. ‘’ (Ne diyorsun anlamıyorum.) Bir an Lyonda olduğunu hatırladı. Meramını çat pat Fransızcasıyla söyledi.. ‘’je veuxcultiverdefromage ‘’( Peynir ve ekmek istiyorum.) Bakkalın verdiği jelatin içinde dilimlenmiş ekmek ve üzerinde ’’La VacheQuiRit.’’ yazan üçgen paket içindeki ruhsuz Hollanda peynirine baktı. ÖrüklüDiyarbekir erimiş peynirinin yerini tutması imkânsızdı. Jelâtin içindeki ekmeğin çocukluğunda Bismil’in Dewrêşi köyünde yedigiNanêTenûrêdedigi tandır ekmeği ile hiçbir ilgisi yoktu. İçi burkuldu kendisini buralara sürükleyen kadere lanet ediyordu. Tezgâha baktı o yiyecekleri almak içine sinmedi. Diyarbekır hasreti içini yakıyordu.. Yoğurt pazarının kendine has kokusunu özlemişti.
Demirciler çarşısındaki kahvenin önünde kürsüye oturup. Kado hele bahan teze bi çay getir. Örüklü erimiş peynirle, Yoğurt pazarının girişindeki fırından aldığı ince tırnakla açılmış dumanı üstünde sıcacık çakıl ekmeğini katık yapıp kahvaltısını yaptığı günleri anımsadı. Taze demlenmiş kanarya sembollü kaçak çayını yudumladığı düşündü. ’Uzunolaydi o günler, diye içinden mırıldandı. Yoldan geçenleri hatırladı. HacıTeyfik’in ‘’bereketli olsun.’’ CennehKado ‘’Bedros bremin afiyet be’’demesini özlemişti. Orada olsaydı keşke ‘’Abe gelin barabar yiyelim.’’ diyebilseydi. Sarı Pişo’yuda özlemişti. Orda olsaydı yine kahvaltısına ortak olur onu aç bırakır. Ona bikirtigbırahmazdı. Çocukların sürüyle peşinden gidip kızdırdıkları Deli Çıtpıt, LehmecunEzo, Veli Alişan’ı, Sebze meyvasını taşıyan, pis pis kokan Yıkanmayı sevmeyen mahallenln kadrolu sepetli hamalı KundırHemmoyu bile özlemişti.
Bedros’un dudağından ansızın,’’ Gözin kör olaydı Lyon.’’ kelimeleri döküldü bir türlü alışamamıştı. Bu zalımşehire. Kafasında ağrılar hissediyordu. Cebinden Bir ağrı kesici aldı. Etrafında su içebileceğibir yer aradı. Sırtına soğuk terler geliyordu kendini hiç bu kadar güçsüz hissetmemişti. Fransız doktor iki defa gelen kalp krizi artık üçüncüsü tehlikeli olabileceğini,kalbe giden iki damarının tıkalı oldugunuameliyatolmasını söylemişti. Yakında İstanbul’agideceğim orada ameliyat olurum diye düşünmüştü. Aniden kaldırıma yığıldı. Yerinden kalkmak istedi. Ancak sol kolunu hissetmiyordu. Savrulan hayatı Bedros’un her şeye rağmen hayata tutunma çabası sona ermişti. İrma olmadan başarması çok zordu. Celal Güzelses’in daha geçen hafta eski pikaplarından plağını dinleyip hüzünlendiği Yaş destanının son dizeleri aklına gelmişti.
Elli beşte, sızı iner dizine;
Altmışında, duman çöker gözüne;
Altmış beşte, heç bakılmaz yüzüne;
Geldi geçti, şimdi yalana benzer.
Altmış beşten ve beli bükülür;
Bütün damarından kanlar çekilir.
Gel gel diye toprak çağırır
Ahreti gözetir süphana benzer
Lyon sokaklarına son kez baktı. Ölümün yüzü belirdikçe başka hayaller görüyordu. Ancak altmışaltı yıllık hayatında gördüğü son görüntü biraz değişikti. Öleceğinizi hissettiğinden Allaha yakarışı farklıydı Eski günleri hayali karşısındaydı. İrma ile Tümes’infırınında tanıştığı günü görüyordu. Çocukluğu beraber geçen daha on altı yaşında ki sarı saçlı yeşil gözlü İrma’dan bakışlarını ayıramıyordu. İrma fırına geldiği zaman oradan ayrılmayıp gözünü dilip dakikalarca büyülenmiş gibi baktığından, Tumes herkesin içinde ona artık “fırın pisiği” adını takmıştı. Sırf onunla biraz konuşabilmek için Alipaşa mahallesinin en kalabalık fırınında Romeo gibi önünde eğilip Juliet seni seviyorum ne olur benimle evlen diyemezdi. Aklına ilk gelen ona sırasını verip jest yapmak istemişti. Teşt sırası bahan geldi sahan sıramı vereyim diye sormuştu. İrma hemen yüz verecek bir kız değildi. Kaşlarını çatarak cevap vermişti. ‘’Niye baban her’ineverisen’’ Fırından ekmeğini alıp giden irmaya mani söylemişti.
"Gidersen ugur ola,
Daş gele yolın ola,
Benden başka seversen
İki gözın kör ola…"
Babası kumciTehso’yu tersleyerek. ‘’Size verilecah kızım yoh.’’ Bedrosda Dilan sinemasının altındaki Terzi Hınne’nınaracı olmasını istesede, İrma’nın babası onuda terslemişti. Sonunda Bedros işi gücü bırakıp abdaldedemahlesindeİrmanın bir babasının evinin önünde ceketi soyup iki gün sürecek oturma eylemine başlamıştı. Bir yandan da eski bir Diyarbekir türküsü tutturmuştu.
Eşarbını yan bağlama,
Ben aglaram sen aglama,
Zalım baban bahan vermi,
Sen aglama ben aglaram,
Hele ne olur ne olur,
Kız sen benim olsan olur.
Nihayet pencereden bakan İrma’nın ciğerini dağlayarak onun kalbine girmeyi başarmıştı. irma da dayanamamış ağlamaya başlamıştı. Birkaç haftalık zıtlaşmalardan sonra bir gün Bedros Gazi köşkünün ağzından sigara düşmeyen bekçisi Erkek Fato saklı bahçesinden bir demet gül almıştı. Bir akasya agacının önünde İrmanın yolunu kesmiş, ‘’ Anamı gönderiyem seni istetiyem. Allahvekil kabul etmesen seni Bismil’deki Salad’a köyüme kaçıracagam.’’ demişti. İrma sonunda pes etmişti.’’ O zaman gönder aileni istet ‘’ sözünü duyunca havalara uçmuştu. .
Son kez İrmanın hayali gözlerine geldi. Ona hayat veren Hüzünlü prenses Lalebeğ’de fırın sırası beklerken bakıştıkları kaderlerinin kesiştiği yerde, Tümesin fırınının önünde gülümseyerek bekliyordu. Elinde yüzyıllardır gizemli bir tarifi olan, karaçörek otlu, mahlepli, mayana ve tarçın katılmış, çatal ve yüksükle nakışını yaptığı, bir ay geçse bile bayatlamayan sadeyağlıDiyarbekir çöreği vardı. ‘’Canın çörek çekti. Gel bitenem. Seni öyle özledim ki, Gel bahan.’’ Bedros’un yüzünü bir gülümseme kapladı. Kulağında ise Celal Güzelses’in bir türküsü yankılanıyordu
Su içemem destiden
Sensin beni mest eden
Akibeti hayır olsun
Seni de bana dost eden
Bedros gülümsedi belki de onun yanına gitme vakti gelmişti. Gençliğinde korktuğu ölmekten artık korkmuyordu. Bir an bağırmak istedi. “Hasretine dayanamıyorum İrma, neredeysen geleceğim cennet veya cehennem senin yanına geliyem. Ya sen gel, ya ben geleyim al yanına?.” Sevdigiİrmaya ulaşmak için sol kolunu hissetmediğinden sağ elini uzattı. Her elini uzattığında ölüm kendine çekiyordu. İrmaya ulaşabilmeyi ümit ederek, Tıpkı İrma’nın Ebediyete uğurlandığı gün gibi Diyarbekir’in soğuklarını aratmayan bir günde Bedrosİrmasına üç yıllık bir hasretten sonra kavuşuyordu.
Maria, Lyon’da bir Kilisede babasının takım elbisesindeki kravatı düzelti, ona son öpücüğünü kondurup ceviz tabuta dakikalarca baktı. Bedros gözlerini kapatmış ebediyete bakıyordu. Lyon mezarlığında annesinin yanında sonsuza kadar kalmaya hazırdı. Lyon Mezarlığında sade bir tören papazın duasıyla bitmişti. Meryem Ana kilisesinin Süryani Papazı Keşe Azizi dediği gibi “Herkes doğduğu yerde ölmek isterdi,fakat yaşam acımasızdı, herkese adil davranmıyordu.” Onlara miras kalan doğdukları yerden uzak kaybedilmiş hayatlardı.