Kara tren gelir mi, belki hiç gelmez diye bir türkü vardır. Aslında o türkünün ismini değiştirmek gerekir. Yoğurtçu treni gelir mi, belki hiç gelmez diye, Gecenin saat ikisi Kurtalan’dan gelecek banliyö treni rötarlı geliyor. En çok sevinenler Batman Tren Gar’ının seyyar satıcıları oluyor. İpe dizilmiş ambalajsız Çermik damla sakızı, Nane şekeri satanlar birbiriyle yarış halindeler. “Hade Şekıre kulo kulo.“ diye bağırıp, Kırmızı beyaz halkalı şekerler satan on yaşlarındaki çocuk daha çok ilgi görüyor. Daha önce sizlere anlattım. Sene 1970 yılında terzi babam Diyarbakır yanık çarşı da işler ters gidip terzi dükkânını devretti. Yakın akrabamız TPAO yani Türkiye Petrollerinde yönetici olunca, Batman petrollerinde terzi olarak başlamıştı. “ Yaprak döker bir yanımız, Bir yanımız bahar bahçe.” Yazım da bahsi geçen konu. Bu yüzden Batman- Diyarbakır arasında sık sık gidip gelmek zorundaydık..
Görsel: 1943 Yılı Diyarbakır'dan Batman'a gelen ilk tren. Bismil Sinan-Zilek İstasyonu girişinde, çevre köylerin treni karşılama merasimi.
Batman Çayı üzerinde Sinan beldesinden geçerken 1942 yılında inşa edilen Zilek Köprüsü geçiyoruz. On gözlü, yuvarlak kemerli olarak inşa edilen ayaklarını akıntıdan korumak amacıyla, köprü ayağından bağımsız olarak yapılan sekizgen biçiminde sel yaranlar görünüyor. Zilek Demiryolu Köprüsünün gürültüsü herkesin sözünü balla değil, çeliklerin sürtünmesiyle kesiyor. Arkasından iki kilometre ötede ilk durakta Şimdiki adı Soğuksu olan Zorava köylüleri trene biniyorlar. Resmi ismi Batman- Diyarbakır ara banliyö treni olsa da halkın deyimiyle ismi “Yoğurtçu Treni” olarak anılıyordu. Çevre köylerde yapılan yoğurtlar ertesi sabah Diyarbakır Sur içindeki bakkallara satılacaktı. Neden ismi “Yoğurtçu Treni” olduğu upuzun koridorda dizilen bakır yoğurt sıtıllarından anlaşılıyordu. Önce kaymağın şeklinin bozulmaması için bembeyaz tülbent bir örtü konmuştu. Hiçbir bakır bakracın diğeriyle karışma ihtimali yoktu. Rengârenk Sümerbank desenli basmalar Mezopotamya’nın en kıymetli lezzeti olan camuş yoğurtlarının muhafızlarıydı. Taze veya örüklü çeşit çeşit peynir kokuları kompartımanları sarmış durumda. Üzüm pekmezleri, Sarı sepetlerin içinde günlük yumurtalar Diyarbakırlı kadınların maharetli elleriyle pekmez ve yumurta kardeşliğiyle yapacağı kaygana olacak, Sur içindeki sofralarda yerini alacaktı. Pazarda satılmak üzere götürülen ayakları birbirine bağlanmış canlı tavuk ve horozların gürültülerinden anlaşılan bu yolculuktan pek memnun değillerdi. Rötarlar hariç üç saat sürecek yolculuğumuz sürüyor. Bismil’in Salad beldesine gelmeden yokuş olunca zaten yavaş olan buharlı trenimizi iyice yavaşlatıyor. Aşağı inip koşarsanız minik bir yarışma yapmanız mümkün. Düzlüğe gelince biraz hızlanıyor.
Bu trenin istasyon anlayışı pek yok. Nerde birkaç evden oluşan mezra görürse duruyor. Bazı delikanlılar koşarak yakın tarlalardan kavun veya karpuzu göz hakkı diyerek ganimeti trene getiriyorlar. Karpuz ikram edilen Xalolar “Hırgsızlık malidir yemem.” diyor. Dayanamayıp nanê tenûrê yani tandır ekmeğinin içine konulan teze peynirleri afiyetle yiyip, Derik yeşil zeytini ve “Hırgsızlık malından” bir dilim karpuz alıyorum. Durduğumuz İstasyon binasında Çöltepe yazısını görünce Bismil ilçesi Ambar çayı köprüsüne yaklaştığımızı anladım. Yaşlı bir emice eline kulağına atıp, “ezê ji we re çend stran bistrêm.” (size birkaç klam söyleyeyim) denince herkes susuyor. Şakiro’ya ait “Dêran” söylüyor. Güzel bir klam diyen Gençlere dönüp “Klam olarak dinlersin fakat Şakiro sana yaşanmış bir olayı anlatır.” Çoğunluk kendi ürünlerini satmak içingelen kadınlar, Kimisi hasta çocuğunu Numune hastanesine götürmekte olduğunu anlatıyor. Salad beldesine baglı Tırbaspi ve Dewreşi köylüleri binince uzaktan akrabamız olan köylülerle babam koyu bir sohbete dalıyorlar. Trenimiz sadece yorulmamıştı aynı zamanda susamıştı. Buharlı lokomotif üç şey ile gidiyor: Su, kömür ve ateş. Lokomotif vagonlardan ayrılıp biraz ötedeki su sarnıcından epeyice suyunu alıyor. Sonra depo kömür ikmali yapılıyor. Vakit bol makinistlerin yanına kadar gidiyorum. Makinistler ateşi tekrar tavlamak için eski bir ağaç demiryolu traversini ocağa dolduruyorlar. Kendi deyimleriyle üzerine ince ince kömür fayraplayıp tavlayıncaya kadar uğraşıyorlar. Lokomotif ilk basamağına çıkıp onlara baktığımı görünce gülümsediler. Ne yapıyorsunuz sorusuna “Hemen torna yapıp trenin biyellerini yağlıyoruz. Biyeller yağlandıktan sonra tendere su alacağız. Söylediklerini anlamamış çocukken not etmemiştim. Lisede okurken emekli bir makinistle tanışınca bu terimleri anımsamıştım.Yüzleri kapkara, kazandıkları para analarının ak sütü gibi helal Makinistler buharlı trenin domuna (ateş yanan ocak) şeker pancarı koymuşlar. Sımsıcak olan şivemizde çükündür dediğimiz şeker pancarından bir tane bana verdiler. Şeker pancarının rengi, halk arasında "pancar gibi kızarmış" derler ya, işte öyle kıpkırmızı olmuştu. Hala o tadı unutamam. Sadece yiyenler bilir, çünkü o eşsiz lezzet anlatılmaz.
Şafak sökmüştü buharlı trenle birlikte uçuşan kuşlar, yer yer küme şeklinde oluşan sisler, zaman zaman sisin arasından, sevdiğine kavuşmak ince bir çizgi arasından toprağa sızmaya çalışan güneş yüzü gizlemeye çalışıyor. Ot ve ıslak ekin kokusu insanı şairane duygularla besliyor. Gece yağmur yağmıştı ve yağan yağmurdan yıkanan çiçekler, ağaç gövdesi, dalları, yaprakları sallanarak koroya ahenk katıyor. Tertemiz Mezopotamya toprağının o mis gibi amber kokusu yanında yeni oluşan tazecik otlara ve yanında küçük küçük su birikintileri bembeyaz bulutların silueti yansımış. Bir genç kızın etamine üzerine işlediği kanaviçe nakışı andırıyor.
Yeni gülümseyen güneşle bozulmamış sabah serinliğine karşı göremediğim kuşların şen şakrak cıvıltılarını bana bir senfoni orkestrasında arya söyleyen soprano gibi. Bir rüyadan silkinip Meteris, Ulam ve Bozdemir istasyonlarından sonra Diyarbakır tren istasyonuna geldik. Yolcular genelde faytonlara binerken, her bakkalın çekçekçisi veya at arabası istasyonda bekliyordu. Bakır sıtıllar, sarı sepetlerde yumurtalar ve canlı tavuklarla arabalara taşındı. Köylü kadınlar sıkı sıkıya sarıldıkları sermayelerini dökülmesin diye çok dikkat ediyorlardı. Dönerken gazyağı, çay şekeri, gıslavet lastik alacaklardı. Urfakapı’ya doğru renk cümbüşündeki resmi geçit hazırdı. Raybüs başladıktan sonra bizim emektar “yoğurtçu treni” emekli olmuştu
Görseller: Sait Ramanlı, Meki İpekyüz arşivi.