İki dil bir bavula sığar mı?

Abone Ol

Siverek’in ana caddesinde yabancı olduğunu anladığım kravatlı, kibar bir Türkçeyle konuşan birisi bana yanaşıyor, Buralarda saat tamircisi var mı diye soruyor. “Şeytan küçesine (sokağı)” bak diyorum. Önce dalga geçtiğimi sanıyor. İlçemizin bilinen eski tarihi çarşısıdır Siverek’in merkezinde yer aldığından Siverek'in kültürel ve ticari kalbi olarak bilinir. Tarif ederken baktım yolları karıştırıyor. Hadi beraber gidelim diyorum. Bir yandan gideceğimiz yeri anlatıyorum; “Şeytan Küçesi” Siverek'in en eski çarşılarından biridir eskiden halk arasında "Kemaliye Çarşısı" adıyla anılır. Zaman içinde modernize edilen çarşı, kapalı çarşı haline getirdiler.

2015 Eylül ayında yürüyüş yapmaya uygun ılık bir gün. Ömer Bey ile tanıştık. İzmir’den tayini çıkmış bir bürokrat. Saatinin pimi kaybolmuş. Ömer bey esnafa borcum ne diye sordu. Esnaf beni tanıyor. Önce para almak istemedi sonra bozuk bir para verin, helalleşelim dedi.  Cebinden bir sürü bozuk çıkan Ömer Bey’in avucuna dikkatlice baktı. Bir 25 kuruşu alıp, hadi yolunuz açık olsun dedi. Yolda yürürken Ömer Bey esnafın davranışından dolayı yüzünde bir gülümseme vardı. Şeytan küçesinde bir akrabamın giysi dükkânında ipli kürsüleri çekip otuyoruz. Daha konuşmaya başlamadan Koço tepemizde dikiliyor.  Elimize birer kaçak çay tutuşturup hiç konuşmadan hızla gidiyor. Ömer Bey çok iyi ya, Çay söylemeden çaylarımız da geldi” Burada esnafın önünde oturan kim varsa misafir muamelesi görür diyorum. Koço bu çarşının Çaycısı verdiği çay her zaman tazedir. Bayatlamışsa acımadan çayı döker, yeni çay demler. Ömer Bey duygulanmıştı. Sizi de tanıyor galiba. Her doğuya tayini çıkana söylenen söz gerçek oldu diye sevindi.  “Oraya giderken, neden ben diye ağlayacaksın, dönerken de bu insanlardan neden ayrılıyorum. diye ağlayacaksın.”  demişlerdi”  Benim de cevabım net;  “Bizim halkımız böyledir. Gelen insan ona kötülük yapmadıkça onu ailesinden bir görür. Ömer bey, “Siverek yollarının çok dar ve labirent gibi sokaklar” siz kolaylıkla hiç şaşırmadan yürüyorsunuz.”  Benim doğduğum Diyarbakır sokakları da labirent gibidir. Yazın sıcaktan fazla etkilenmesin diye dar yapılır. Bu konu da küçükken bana bir espri yaparlardı.  Ana caddeyi bulmak için labirentte olan fareler gibi havayı kokla peynir kokusunu takip et ana caddeye çıkarsın, Çünkü her caddede bir peynirci vardır.

Ömer bey, siz bilirsiniz buraya yakın bir köyde çekilmiş bir film vardı. Seyrettim dogrusu çok etkilendim. Benimde izlediğim bir film olunca sohbet koyulaşıyor. “Iki Dil Bir Bavul” adlı film Emre Aydın, Zülküf Yıldırım, Rojda Huz rol aldığı sosyal içerikli bir film. Ömer Bey filmin çekildiği Demirci köyü nerede diye sordu. Tam yerini bilmediğimden 80 yaşını geçmiş Xalo Halit’e soruyorum. Önce onun yarı Kürtçe yarı Türkçe tarifini dinliyoruz. “Ana cahdeden degil, (Diyarbakır giden karayolu) Kerejdag yolundan Gunde Kerteş zu here, Tiftîl yakınına kadar get, işte orasi Gunde Demirci.” Bende o yolu bilirim ama hayatı kerejdagda geçmiş Xalo Halit kadar bilirkişi olamayız. Neticede telefonda uygulama haritadan Çavuşlu köyünün eski adı Kerteş, Küptepe’nin ise Tiftîl olduğunu öğreniyoruz.

Ömer Bey aynı sıkıntıları kendisinin de yaşadığını söylüyor. Bürokrat olduğundan bazen iletişimde güçlükler yaşadığını ifade etti. Filmi seyretmeyenlere kısa bir özet geçerek, vaktiniz olursa izleyin derim.

Demirci köyünde hiç Türkçe bilmeyen öğrencileriyle geçirdiği bir yılı ‘İki dil bir bavul’ filminde başrol oynayarak anlatan Denizli’li öğretmen Emre Aydın rol yapmıyor. Kendi hayatını oynamış. İşin ilginç yanı Hürriyet gazetesinden Şehriban Oğhan’ın haberinde kızkardeşinnde orada görev yaptığını okuyunca şaşırdım.

Şehriban Oğhan’ın haberinden bir paragraf alalım.

Emre Aydın’ın Kız kardeşi Betül Aydın da eğitimci oldu. 40 tercihinden 11’i, ağabeyinin de etkisiyle Siverek’ti. İlk ataması ağabeyinin komşu köyüne yapıldı. Siverek’e annesiyle 18 saatlik yolculuk sonunda ulaşan Betül Aydın’ın beden eğitimi öğretmeni olarak atandığı Böğürtlen Köyü görev yapıyor. Siverek’e 37 kilometre uzaklıktaki Böğürtlen köyünün aynı adı taşıyan okulunda öğretmenler odasındayız. 16 öğretmenli ortaokulun üç öğretmeni yeni atanmış. Üçü de kadın. Kayserili İngilizce öğretmeni Süheyla Uzunluoğlu ve Elazığlı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni Pınar Oğuz’un da okulda ilk günü. Haritada yeri olmayan köyü, tercihlerine ismi güzel diye yazmışlar. İlk gün tanışma faslıyla geçiyor. Aileleri genelde mevsimlik işçi olan öğrencilerden okula gelenler mevcudun ancak onda biri. Ordu ve Düzce’de fındık toplamaya giden  ailelerin birçoğu henüz köye dönüş yapmamış.  

Benimde filmden anladığım;

İki Dil Bir Bavul üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış Denizlili bir öğretmenin bir yılını, onun okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıklarını anlatır. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar...  

Birçok festivalden ödülle dönen filmden önemli bir replik aslında herkesin kendi anadilinde bir uzlaşı bulunabileceğini anlatıyor. Öğretmen Emre; "Anlamıyorsunuz değil mi? Öyle gülüyorsunuz. Ben de sizi anlamıyorum zaten. Ne yapacağız?"

Hadi empati yapalım Almanya’da bir iş buldunuz. Tek kelime Almanca bilmiyorsunuz. O dili öğreninceye kadar neler çekersiniz. Bir yer tarif edecek kadar Almancamla örnek vereyim. İlk öğreneceğiniz cümle herhalde “Ich Möchte Brot” olmalı (Ekmek istiyorum) Bence ikinci cümlede  “Ich liebe dich” olmalı (seni seviyorum)

O zaman bir cümlede Denizlili öğretmen Emre Aydın’a  Kürtçe yazalım. ”Bi xwedê ez ji mamoste Emre Aydın pir hesdikim.” Anlamını Kürtçe bilenlere sorun, Belki bir Kürtle arkadaşlığınız başlar.

Yazımı bir espriyle bitireyim. Bazı arkadaşlarım Köy ilkokulunda Türkçeyi Öğrendiğini söyler.  Benim Dedem Kerkük Türkmeni Osmanlı ordusunda Baytar. (Veteriner hekim) Bizim aile Osmanlı dönemi 1907 lerde Kerkük'ten Önce Mardin Savur ilçesine sonra Diyarbakır’a gelmişler, evde Türkçe daha dogrusu geliyem. Gidiyem gibi yöremizin şivesi konuşulurdu. Kürtçeyi ben dokuz yaşımda söktüm. Mahallede Dayak yedim, mecbur kaldım desem sakın gülmeyin,  Gar’ımı (Bilyelerimi) Remo haksız yere ütünce mehlede çocuksu bir kavga ettix. Çocuklar bana Ker Kure Kere (eşegin ogli) dediler. Anam babama o gün kızmıştı. “He oğlum, babanı övmüşler!” dedi. Bele derlerse cevap olarak  “Bremin Xwedê Ji Te Razî Be.” Dersin. (Kardeşim Allah senden razı olsun) Annemin yanlış tercümesiyle, her küfür edene, dua edince çocuklar gülüyordu. Çünkü eğitmenim art niyetliydi.

Unutmayalım bir dil bir insan iki dil iki insan diyelim. Kürtçe öğrenirseniz bazı demek istediklerimi belki empati yaparsınız daha iyi anlatırım. Bu yazımı Türkçe bilmeyen anaların Kürtçe bilmeyen çocuklarına ithaf ediyorum.