DİYARBAKIR

Leyla Zana 8 yıl sonra konuştu, Hendekler için ne dedi?

Abone Ol

Hendek çatışmalarının ardından 2016'dan bu yana yaşadığı köy evinde ilk kez konuşan Leyla Zana, çözüm sürecinin bitişini, yeni bir süreç ihtimalini ve siyasete dair düşüncelerini  Gazete Duvar Diyarbakır Temsilcisi Vecdi Erbay’a açıkladı.

ÇOK DERİNDEN YARALANDIM

2015’te Hendek çatışmalarında yaşananlardan dolayı Kürt halkına karşı mahcubiyetten dolayı sustuğunu dile getiren Zana, şunları söyledi:

“2015 yılında siyasal bir deprem yaşadık. Özellikle hendekler sürecinde gerçekten siyasal muhataplığın durduğu noktaya vardık. O süreçte kitle ile yüz yüze geldiğimizde verecek hiçbir cevabımızın olmadığını da gördüm. Susmamın nedenlerinden biri budur.' Toplum bir cevap bekliyor ve sen cevap olamıyorsun. Bu durum benim bir yas süreci yaşamama neden oldu. Çok derinden yaralandım. Hayat seçimlerden ibaret değil. Sadece seçimler döneminde kitle siyasetçinin aklına geliyorsa bu sorunludur.''

Çatışmalardan bu yana Sur’a gidip görmediğini belirten Zana, “Kendimi hazır hissetmiyorum” dedi.

Leyla Zana, “bir küskünlük var mı?” sorusuna, “Hayır, bu dava bütün kişiliklerden çok daha büyük, çok daha kapsamlı bir dava. Davaya küsülür mü? Davaya küstüğün zaman kendine küsmüş olursun” yanıtını verdi.

Zana, “Mücadeleden hiçbir zaman vazgeçmedim. Bu bir yas süreci benim için. Ayrıca bizim gibi insanlar eğer görüş, öneri, katkı, deneyim paylaşımı talep edilirse buna uygun bir pozisyon alabilmeli. Biriktirdiklerimizi, tecrübelerimizi aktarabiliriz” yanıtını verdi.

Çözüm sürecine ilişkin konuşan Zana, 2012’de dönemin Başbakanı Erdoğan ile gerçekleştirdikleri görüşmeyi anlattı.

2012’de o zamanın Başbakanı Sayın Erdoğan'la bir görüşme gerçekleştirdik. Sayın Beşir Atalay da oradaydı. Ne düşünüyorsam ifade ettim:

“Bu sistemin kara delikleri yama usulüyle kapanmaz. Siz başbakanken bu anayasanın artık bir biçimde değişmesi lazım. Utançtır, 12 Eylül faşist rejiminin diktiği deli gömleğini artık bu toplumun boynuna zorla geçirmeyin.” Kürtlerin muhataplığı konusuna da geldik. Ben döndüm dedim ki “Şu anda sizin dışınızda kim AK Parti'ye güç getirebilir? O zaman bu çatışma sürecini sonlandırmak için kim neyi yaratmışsa onunla oturacaksınız. Sayın Öcalan orada... Kendisiyle oturup konuşmalısınız. Kürtlerin temsilcileri var. Onu da yasal zeminin içerisinde, birbirinden ayrıştırmadan, birbirine karşıt pozisyona getirmeden, bütünlüklü olarak ele alıp bu sürecin altından ancak kalkabiliriz.''

Her kesimi bu sorunun ortağı haline getirmelisiniz. Sadece iktidar partisi ya da sadece bizim bir kesimimizle bu sorun halledilecek bir sorun değil. Herkesin sorunu çünkü. Eğer demokratikleşme sağlanamıyorsa bu sorundan kaynaklı. Eğer faşizm bu kadar kök salıyorsa bu sorundan besleniyor. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe faşizmin önüne geçemezsiniz.''

Görüşmede sorunun çözümüne nasıl yaklaşılması gerektiğini de anlattım: “Taktiksel değil, stratejik olarak yaklaşın bu soruna. Stratejik yaklaşırsanız Türkiye'nin de önü açılır. Dünyanın Türkiye'ye ihtiyacı var, Türkiye'nin de dünyaya ihtiyacı var. Bizim de birbirimize ihtiyacımız var. Biz bu coğrafyanın sahiplerinden biriyiz. Siz dünyaya açılmak zorundasınız.” Daha bir sürü şeyi kendisine ifade ettim ve muhatabın kim olduğunu açıklıkla söyledim. Muhatap bellidir. Ortadoğu'ya en çok kafa yoran Sayın Öcalan'dır.

“Silahlar bırakılsın” dedi. Dedim ki, “Gerçekçi değil. Neye dayanarak bırakacaklar? Bir projeniz var mı? Bu insanları nereye getireceğiz? Nerede konumlandıracağız?” O kadar net konuştum.

Erdoğan’ın başbakan olması sistemin taktiği miydi?

'ÖCALAN’I VE ERDOĞAN’I DEVREDEN ÇIKARMAK İSTEDİLER'

''2013'teki barış süreci aslında biraz sizin talep ettiğiniz şekilde ilerledi. Çünkü bir akil insanlar heyeti kurdular. Türkiye'nin her tarafına gittiler, görüştüler. Kandil'le, siyasi partililerle, cezaevleriyle, diasporayla her tarafla görüşmeler yapıldı. Şimdi hep sorulan soruya geldik. Süreç neden bozuldu?

Bu sorunu Öcalan’sız ve Erdoğan’sız çözmek isteyenler, bu işi kendi aramızda çözeriz diyenler oldu. Dünya kadar risk göğüsleyeceksiniz ve kimileri sizleri bu işin dışında bırakarak yol almak isteyecekler. Kabul eder miydiniz? Zor. Bu kadar net. Bunu ilk defa duyuyorsunuz değil mi? Bunu bazılarının yüzüne vurduğum için bu rahatlıkla söylüyorum. Kişilerin adını vermeyeceğim. AKP'nin içindekiler bana dediler ki, “Biliyor musunuz sizinkiler Öcalan’ı dışlamak için bu süreci bozdular.” Ben de döndüm dedim ki, “Ben başka bir şey daha biliyorum. Siz de Erdoğan'sız bu işi götürmek istediğiniz için süreç bozuldu.” Tek bir cevap alamadım. Karşımdaki sustu.

Peki ama Erdoğan o zaman güçlüydü, hala çok güçlü. Buna nasıl izin verebilirdi ki?

Hatırlayalım, 7 Haziran 2015 seçimlerinde Erdoğan ilk defa Meclis’te çoğunluğu kaybetti. Çözüm süreci yaşanan sıkıntılara rağmen sürüyordu. İddia ediyorum ki, tekrar seçime gitmeyi engelleyecek bir formül yaratılabilseydi, Türkiye'deki vicdanlı, duyarlı kamuoyu, demokratik güçler, Kürtlerin bir kısmı ve Erdoğan, güvenlikçi zihniyete karşı durabilselerdi süreç farklı gelişebilirdi. Sürecin bozulmasında Milli Güvenlik Kurulu kararlarının mutlaka etkisi olmuştur ama sadece MGK kararlarıyla bozulduğu tek başına yanıt olamaz. Bu sorunu çözebilmek için iktidar gücü önemliydi. O zaman da söylemiştim, “İkinci bir seçime (1 Kasım 2015) gidersek korkarım ki 90’ları arar hale geliriz.” O dönem dirsek teması kurulmaya çalışıldı ve Erdoğan’la görüşüldü. Ama artık çok geçti.''

Kaynak: Gazete Duvar