1515 yılında inşa edilen Eski adı Surp Sargis kilisesi olan Çeltik kilisesi meydanı buluşma yerimizdi. O yıllar da Pirincin kabuğundan ayıklandığı küçük bir fabrikaydı. Rahmetli Avcı ramazan Ağabey, Hala Bağlar semtinde oturan Berber Piro lakaplı Mahmut Ağabey ve mahallenin gençleri olabilecek uygunsuz olayların önlenmesinden kendilerini sorumlu tutarlardı.
Görsel 1965 Diyarbekir Suriçi alipaşa mehlesi Çeltik kilisesi önü. benden büyük mehelle abelerim. Mahmut abe. (lakabı berber Zaza Piro) Avcı Ramazan, Mahmudo ve veysi abi. Ben 6 yaşındaydım fotoğrafa kenardan baktım.
Hava karardıktan sonra bir genç kız görseler hepsini tanıdıklarından uzaktan takip edip evlerine girinceye kadar takip ederlerdi. Mahalleye gelen bir genç bakınarak yürüse “Hêrdir bremin ne gezisen” (Hayırdır kardeşim ne geziyorsun) Kısa bir sorgudan sonra birisini arıyorsa yardımcı olunur, bir kızın peşindeyse Önce uyarı cümlesi söylenir. “ Ula kundir ağzın yüzün kuru iken çek get” (Kundir Kürtçede kabak şivemizde beceriksiz anlamında kullanılır. Ağlayıp yüzün gözün kan olmadan git) Yabancı racona uymazsa diklenirse sürünerek mahalleden çıkardı. Diyarbakır Sur içinin genelinde yazılı olmayan bir kural daha vardı. Bir delikanlı Mahalleden bir kıza sevdalanmışsa Sanki asliye hukukta bir mahkemesi varmış gibi herkese “Bu benim davamdır” der, öteki delikanlılar artık o kıza ilişmezler. Attığı her adımı rapor ederler, arkadaşlarına bildirirlerdi. O kız ailesinden isteninceye kadar öğrenci karnelerinde yazan bu “hal ve gidiş” devam ederdi. Komik olan durum Genç kıza bir çiçek alıp ilan-ı aşk etmeyen delikanlı, “ne oldu kıza açılabildin mi sorusuna “Senin kardaşınam, heç çaktırırmıyam.” 1970 yıllarında kahve zinciri “Sıtar et beni baks’lar” açılmadan mahallemizde aşk meşk işleri böyle yürürdü.
Görsel 11 yüzyıldan Surp Sagris kilisesi şimdiki adı Çeltik kilisesi. Neden çeltik (pirincin kabuklu hali) Bir zamanlar çeltik deposuydu. 1968 de ben onların içinde yuvarlanırdım. Fotoyu 2012 yılında çektim.
Ali Paşa Mahallesi'nde çocuklarından küçüklüğünden beri kardeş gibi büyüyen birbirlerini seven, birbirlerinin evlerine kendi evleri gibi rahatlıkla girip çıkan iki genç vardı. Ali ile Kadri Mardinkapı’da, Hevsel bahçelerinde, O zamanlar dutluk olan Benusen bahçelerindin de beraber geçirirlerdi. Pazar günleri bu iki genç, aileleri ile beraber, bazen Gazi (Seman) Köşkü'ne, bazen İmam Akıl'a (İmam Ukeyl) bazen de fabrika mevkinde çıharıya (piknik) giderlerdi. Burada sumaklı dolmalar, meftuneler yenir, çaylar içilir, oyunlar oynanır. Ali, Kadri ve bazı arkadaşları ailelerinden ayrılıp tenha bir yerde içkileri, karpuz, şeftali, göbekli marul (yagli has) ve eriklerden oluşan mezeleri ile içer, cümbüşle şarkı ve türkü söyler, sohbet ederler. Akşam olunca da evlerine dönerlerdi.
Bir süre sonra Kadri hastalanıp, yatağa düşünce Ali, iş dönüşü evine gider sonra da Kadri’nin evine gidip onunla ilgilenmeye başladı. İlaçlarını içirip, sağlık memurunu getirip iğnesini yaptırıyordu. Bu ziyaretler sırasında Kadri'nin yetişkin kız kardeşi Hatice ile beraber oturmaları, konuşmaları ikisi arasında bir yakınlaşma, duygusal bir yakınlaşma başladı. Ancak çekinip, utandıkları için bunu ilk zamanlar dışa vuramadılar.
Kadri, bir müddet sonra iyileşip ve sağlığına kavuşunca, Ali'de bir değişiklik olduğunu hissetti fakat ne olduğunu anlayamadı. Kadri'nin kız kardeşi Hatice ile Ali, mektupla duygularını birbirlerine anlatmaya başladırlar. Ali, yazdığı mektupları kibrit kutusunun içerisine sıkıştırarak sokakta tespit ettikleri bir duvarın taşını kaldırıp oraya koyuyor, Hatice, alıp okuduğu mektupların cevabını aynı şekilde Ali'ye ulaştırıyordu. Aileler ise bu iki gencin durumlarından habersizdiler.
Ali'nin anası oğlundaki ruh halindeki durgunluğu hissedip, soruyor Ali ise "Ana Allahvekil bir şey yok öylesine bazen dalıp gidiyorum.” Desede inandırıcı değildi. Ali'deki bu durgunluğu fark eden Kadri de "Bremin senin neyin var, yoksa aşık mısın ? Bana söyle ne gerekiyorsa yapalım dese de Ali, "Yok böyle bir şey âşık olsam ilk önce sana söylerim" diyerek hissiyatını açıklayamıyordu. Çünkü sevdiği kız Kadri'nin bacısıydı. Kadri, canı kadar sevdiği arkadaşının kız kardeşine âşık olduğunu, onunla evlenmek istediğini bilirse "Acaba benimle kız kardeşim için mi bu kadar benimle içten bir arkadaş oldu ?" düşüncesine kapılır benden soğursa diye düşünüyordu. Başkalarının "Yazıklar olsun arkadaşının kız kardeşine göz koymuş" derler endişesiyle Ali, sevgisini ve duygularını hiç kimseye anlatamadı içine kapandı.
Hatice, bir gün yazdığı mektupta ailene açıkla bana görücü gelip beni isteyin, duyduğu kadarıyla başkalarının kendisine talip olduğunu belirtir. Ali, mektubu okuyunca kafası karışır eve giderek kara kara düşünmeye başlar. Anası, Ali'ni durumunu fark eder ve sıkıştırır. Ali, artık anasına açıklama yapmak zorundadır. Olduğunun bugüne kadar kendilerine söyleyemediği durgunluğunun sebebini ve neden bugüne kadar kendilerine anlatmadığını, çekindiğini anasına anlatır ve gidip Hatice'yi istemelerini söyler.
Ali'nin ana ve babası Hatice'yi istemek üzere Kadri'nin anasına hafta sonu haber göndererek kendilerine geleceklerini bildirirler. Hafta sonu gidip Hatice'yi, oğulları Ali’ye isterler ve söz kesilir. Şerbet içme günü belirlenir. Söz kesimi ve şerbet içilmesi mahalle halkı tarafından da büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Çünkü bu iki aile de birbirleri ile çok yakındır ve artık akraba olacaklardır.
Kadri, Ali'yi ve bazı arkadaşlarını alır, Esfel Bahçeleri'ne giderler. Sohbet ederler. Kadri ile Ali artık iki samimi arkadaştan çok bir de enişte - kayınbirader olmuşlardır. Birbirlerine olan sevgi ve bağlılık daha da artmış ve daha fazla yakınlaşmışlardır.
Düğün hazırlıkları başlamıştır. Düğünün nasıl, nerede, ne şekilde olacağının düşünülüp karara bağlanma zamanıdır.
Kadri akşamüstü Ali ile Hevsel Bahçeleri'ne iner. Orada içki içip sohbet ederler. Aralarında ne ve nasıl konuşmalar olduysa alkolün tesiriyle münakaşaya başlarlar. Kadri belinden çıkardığı bıçağı ile can yoldaşı, aynı zamanda eniştesi olacak olan Ali'yi bıçaklar. Ali, aldığı bıçak yaraları ile yerde sürünür. Kadri şaşkınlık içerisinde oradan ayrılır. Yaralı olan Ali, mahalleye gelir çok kan kaybetmiştir. Evlerinin kapısını çalıp içeri girmeyi düşünmez çünkü bu olayın duyulmasını istememektedir. Komşuları Muratgilin damına çıkıp oradan kendi evlerinin damına atlayıp eve girmek ister. Muratgilin damına çıkan Ali halsizdir kendini zorlar ve kendi damlarına atlar fakat yerden kalkamaz orada canını teslim eder.
Ali öldükten sonra ceketinin cebinden nişanlısı Hatice'ye yazdığı bir mektup çıkar ve Muratgilin damından atlarken şalvarının cebinden dökülen paralar dama serpilmiştir.
Kaynaklar: Fuat iplikçi'den 2001 yılında derleyen Diyarbakır Kültürü yazarı Vedat Güldoğan, Şahin Kardaş'ın oğlu Veysi Kardaş ve Kıymetli mehlelim Ferhad Paçal.