KEÇİ BURCU EFSANESİ
Çok eski zamanlardı. Mezopotamya ovasında yaratıcının en sevdiği şehirde günler çabuk geçiyordu. Surlara taş ören duvar isçileri sık sık ara veriyor, Dicle ovasından getirttikleri karpuzları iştahla yiyerek serinlemeye çalışıyordu...
Bir telaş vardı şehirde. Halk, henüz bir savaştan çıkmıştı ve şehir uzun bir zamandan sonra Mecusilerin elinden alınmıştı. Hıristiyan Romalılar aylar süren bu olağanüstü savaşı kazanmış olmanın verdiği haklı gururu hanlarda şarap içerek kutluyordu.
Romalılar şehre girdikten çok kısa bir süre sonra Şam ve Bağdattan taş ustaları getirtmiş, şehrin aylar süren bu savaşta çok ağır yaralar alan surlarını, değirmenlerini, köprülerini onarmaya koyulmuşlardı. İmparator bu şehrin elde edilmesine çok önem veriyordu ve bu yüzden olacak ki en iyi valilerinden birini şehre hükmetmeye göndermişti...
Şehre yeni gelen vali bütün gün at sırtında şehri gezmiş, kentin eski sakinleri olan Mecusilerin tapınak olarak kullandıkları burcu (Keçi Burcu) bir Rahibe Manastırı yapmaya karar vermişti. Amacı bütün Evsel (Hevsel) ovasını tepeden gören bu yerin (Keçi Burcu) dini atmosferine zarar vermemekti...
Savaşın üzerinden iki yıl geçmişti. Yaralar sarılmış, kentin savunması olan surlar onarılmış, Mecusi Tapınağı, Hıristiyan Rahibeler yetiştiren bir manastır olmuştu. Şehrin daimi sakinleri olan Kürtler bu manastıra "keçik manastırı" demişti. Manastır uzun yıllar boyunca kullanılmış, inzivaya çekilmek isteyen Avrupalı kadınların en çok tercih ettikleri yer olmuştu.
Bu yerin yaşlı kadınlarla dolmasını istemeyen vali Keçik Manastırını ilk günlerindeki gibi genç kızlarla doldurmuş, yaşlıların manastırı kullanmasını yasaklamıştı. Artık Roma imparatorluğunun her kösesinden genç kızlar burada rahibelik eğitimi alıyor, dini bütün hanımlar olarak dinlerine hizmet ediyordu...
ATİNALI JİRME
Jirme Atinalı zengin ve soylu bir ailenin kızıydı. On yedi yaşındaydı. Sapsarı saçları ve olağan üstü güzel yüzüyle Amed halkının daha önce görmediği bir kızdı.
Jirme bir sabah herkes uyurken at sırtında şehrin Urfa Kapısından girmiş, caddede devriye gezen askerlere sora sora Keçik Burcunu bulmuştu. Roma askerleri günlerce Atinalı kızı elde etmenin hayaliyle yaşamış, Jirmeyi bir defa olsun görebilmek için manastırın kapısından ayrılmaz olmuştu...
Jirme manastırdan hiç çıkmamıştı. Yirmi yaşına girene kadar sadece Keçik Manastırının küçük penceresinden görmüştü dünyayı. Öyle ki aylarca onun güzelliğiyle sarhoş dolanan Roma Askerleri bile Jirmeyi unutmuş, manastır eski sakinliğine kavuşmuştu.
Jirme sadece tanrı için ibadet ediyor, İnciller okuyor ve her gün bir kaç parça ekmek yiyerek yaşıyordu. Rahibeler Jirme'nin bir mucize olduğunu düşünüyordu. Çünkü üç yıl boyunca tanrıya ibadet edip günde bir kaç lokmayla yasayan bu genç kız kilosundan hiç bir şey kaybetmemiş, geldiği günkü gibi güzel kalmayı başarabilmişti. Rahibelere göre, bu ancak tanrının bir mucizesi olabilirdi.
Jirme bir yaz gününde bir anda rahibelerin karşısına dikilmiş ve o yılki Kelek Festivaline katılma isteğini bildirmişti. Hem rahibeler hem de arkadaşları bu olaya çok sevinmişlerdi. Jirme için Evselden (Hevsel) en büyük ve en güzel karpuzunu getirmişlerdi. Jirme, kendisi için getirilen karpuzu oymuş, içine toprak doldurmuş, toprağa bir kaç tane mum saplayıp Kelek Festivaline hazırlanmıştı. Güneş batmış, rahibe manastırındakiler en son gitmişti Dicle’ye.
Askerler yıllar önce görüp unuttukları bu güzel kızı uzun bir aradan sonra tekrar görmenin sarhoşluğuyla festivali unutmuş, Jirme tarafından fark edilmek için artik soytarılık derecesine varan davranışlarda bulunmaya başlamışlardı.
Kelek Festivali çok güzel geçmiş, Dicle’ye bırakılan bütün Kelekler Cennetin yolunu tutmuşlardı. O aksam Jirme’ye de bir şeyler olmuştu. Yıllar boyunca tanrıdan başka sevgilisi olmayan bu rahibe, festivalde bir askere âşık olmuştu.
Tüm şehirde bu aşk konuşuluyordu çünkü hem Jirme şehirdeki en güzel kızıydı hem de âşık olduğu asker cesareti ve yakışıklılığıyla tüm Mezopotamyadaki kızların hayalini süsleyen Kürt çocuğu olan bir savaşçıydı.
Jirme artik her gece pencerenin kenarında oturuyor, manastırın altında bekleyen sevgilisiyle konuşuyordu. Zamanla iki sevgili herkes uyuduktan sonra gizlice buluşup sevişirlerdi.
Bir kaç ay önce tanrıdan başkasını tanımayan bu kız artık tanrıyı tamamen unutmuştu. Bir gece iki sevgili Evsel'deyken askerler tarafından yakalanmış. Jirme manastırda kilitlenmiş, sevgilisi de idama mahkûm edilip Keçik Manastırının önünde idam edilmişti. Zavallı askerin cesedi haftalar boyunca orda kalmış ve nihayet Jirme sevgilisinin ipte asılan cesedini görmüştü.
Günlerce Amed sokaklarında deliler gibi dolasan Jirme sonunda biraz kendine gelip kendisini almaları için ailesine mektup yazmıştı. Soylu ailesi, zamanında soylu akrabalarının oğluyla evlenmeyi reddedip Mezopotamya ovasındaki manastıra kapanan Jirme’ye sert bir cevap yazıp onu Atina’ya aldırmayacaklarını, hatta Jirme’yi bundan sonra ailenin bir ferdi olarak kabul etmeyeceklerini bildirmişlerdi.
Jirme, aldığı bu sert mektubu okuduktan sonra artık iyice çıldırmış, ailesini ve sevgilisini kaybederken olanları izlemekle yetinen tanrıya isyan eder olmuştu.
Sonra bir yaz gecesi kendini Keçik Manastırının tepesinden Evsele bırakıp öldürmüştü. Yani intihar etmişti. Bu ard arda yaşanan sarsıcı olaylardan sonra halk Jirme ve masum Kürt askeri için ayaklanmış, iki sevgilinin cesedinin yan yana gömülmesi için gerekli izni almıştı. Jirme ve masum sevgilisi evselin bir kösesinde bütün şehir halkının katıldığı görkemli bir törenle toprağa verilmişti.
Artik Amed’deki Rahibe Manastırı eski çekiciliğini kaybetmiş, hatta bu olay Doğu Roma İmparatorunun kulağına kadar gitmiş ve imparator şehir valisini başkent Konstantinopolis’e çekip yerine yeğenini göndermişti.
Şehrin yeni valisi görev başına gelir gelmez zengin ve soylu sınıfın lanetli ilan ettiği manastırı kapatıp bütün genç kızları evlerine göndermişti. Manastır da o günden sonra sadece askeri amaçlarla kullanıldı...
Her zaman olan şey yine oldu. Bu olağan üstü acıklı olay bir kaç yılda unutuldu. Jirme ve masum sevgilisinin mezarı vardı, bugün o mezarların nerede olduğu bilinmiyor. Durum o kadar üzücü ki...
Bu öyküyü okuyan insanlar anlattılan bu olayı bir efsane sanıyor. Hiç bir tarih kitabında anlatılmamış çünkü bu olay. Nasıl anlatılır ki; hangi ülkenin ya da şehrin tarihinde orada yaşayanların işlediği suçlar, ayıplar anlatılır?
Kaynak:tarihiyerlerinhikayesi.blogspot.com/2017/06/diyarba.