Süryani Martha Teyzeden, Xalti Ziné’ye yılbaşı mektubu

Sizlere bugünkü yazımda 1970 yılında Almanya’ya göç eden bir ailenin Diyarbakır’daki komşusu olan Diyarbakırlı Diyojen lakaplı Şehmus’un ailesine yazdığı mektuptan alıntı yapacağım.

Abone Ol

        İkinci kitabımda yer alacak bu yazımı yılbaşını yurtdışında göç etmiş, memleket hasretiyle yanan hemşerilerimize ithaf ediyorum.

              Xalti Ziné’nin kapısında iki adet şakşako vardı. Biri kadın eli şeklinde tiz ses çıkarırdı, gelenin kadın olduğu anlaşılırdı. Diğer iri olanda tok bir ses çıkarırdı, mahremiyet açısından gelenin erkek olduğu anlaşılırdı, beyaz tülbendini düzeltir kapıyı öyle açardı. Şakşako aslında gelincik çiçeği idi Kürtçeden Diyarbakır şivesine geçmiş bir kelimeydi. Gelen postacı Rıza, Xalti Zine’ye zarfı  uzattı. Şehmus uykulu gözlerle zarfa baktı “Mit luft post” (Almanca uçak ile) yazısından bir şey anlamadı. Mektuba Almanya Berlin kaşesi vurulmuştu. Alıcı yazısı en usta eczacı kalfası yazısıyla okunamaz haldeydi zoraki yazılmış adres üzerine annesinin resmi ismi değil, Mahallede ki adıyla Ziynoş yazıyordu. Şehmus okuma yazması olmayan annesine; “Dayemin mektubu açınca anladım. Eski komşumuz Süryani Martha Teyzeden geliyor.”

                 Şehmus bir an maziye daldı.1968 yılında tüm Hıristiyan komşuları kimi Fransa’ya kimi Almanya’ya bazıları Kanada’ya göçmüştü. Aslında bir bakıma zorunlu göç sayılırdı. Kıbrıs’da Papaz Makarios’un başını çektiği EOKA örgütünün Kıbrıslı Türklere yaptıkları olaylar yüzünden, Diyarbakır’a yansıması insanları ayrıştırmıştı. Suriçi “Gavurlar ve Müslümanlar” diye sanki bıçakla ikiye ayrılmıştı. Çocukluk arkadaşı Martha eski komşularını, çocukluğunun geçtiği evini unutmamıştı. Oradaki yaşamını, yok pahasına sattıkları evde aklı kalmıştı. Şehmus mektubu okumaya başladı.

Kıymetli Bacım Ziynoş (Ziné)

                    Evvela mahsus selam eder, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öperim, Bacım komşilar ne yapi, ne edi bahan tek tek yaz. Evimizin! damıni loglilar. Havuşu (avlu) süpüriler onlara söle evime eyi baksınlar. Sabahları gene Heci Mıhyeddine sıtıl içinde Koyun yogurdi geli mi. En çok sumakli dolmayı özledim. Almanya’da tane sumak bulmak imkânsız. Birisi telefon açmış eviniz tarumar olmiş, hazine bulacağız diye o güzel havuşi kazıp, mazgana etmişler. Altınları buraya saklarlar diye, bütün pencere pervazları sökmüşler. Habeşin altıni oymişlar diye duydum. Ne olur söyle doğrumu.“Hazine toprağın üstündeydi. O güzelim evler hazineydi, kıymetini bilmediniz. Altındakini çıkarsanız da üç beş yıl anca yetecek, yine hazinesiz kalacaksınız”

                Ziné hanım’ın gözleri dolmuştu.''Vallah onlar bizim gavurumuzdi sebep olanlar şitil (fidan) gideler.” Şeho kalk bir cevap yaz. Şehmus dolmakalemini alıp, annesinin söylediklerini kendi kültür birikiminden de bir şeyler katarak yazmaya başladı.

Özümden çok sevdiğim Martha bacım

                  Siz bu kentten gittiğiniz de, bu kentin Gazi köşkünde Erkek Fato’nun yetiştirdiği güllerde soldu. Diyarbekir’in çok sesliliği artık yoktu, sanki Diyarbekir lal olmuştu. 1969 yıllarında her şeyi eğlenceye çeviren , hayata hep gülümseyen imkansızlıkları fırsata çeviren doğayı, insanları keşfetmek isteyen sıra dışı seni yani haço gelinini Alipaşa’da sevmeyen yoktu. Seni çok özliyem, Neden sözünde durmadın. Hani son durağın Mardinkapı’da sur dibindeki gâvur mezarlığı olacaktı. Hiç tanımadığın Berlin’de  ne yapisan beni ve    Sen aklıma geldiğinde Karaçi mıtrıplara (Çingenelere) davul zurna çaldırıp Diyarbekir halayı oynuyordun. Halayın başına geçip, Gazi köşkünde elinde boncuklarla süslenmiş, Diyarbekir karpuzunu simgeleyen yeşil kırmızı bir mendille herkesin ayaklarına bakıp ritime uyup uymadıklarını, kaş göz edip Deliloyu onlara öğretiyordun. Tiz sesinle çektiğin tilili ta Urfakapı’dan duyuluyordu.. Herkes oynadığın deliloya bakıp sana hayranlıkla bakıyordu.

                Hep bir yanımız eksik kaldı.. Hani Dilan sinemasında afişlerinde yazardı renkli Türkçe, 1968 lerdeki yaşamımız renkli Türkçe Süryanice, Kürtçe, Ermenice, Arapça, Zazaki, ve Keldaniceydi insanın bir uzvunu kaybetmesi gibi, ağaçtan düşen bir serçe yavrusunun bir arbo pisik tarafından kapılması ile o anda bir şey yapamayan anne serçenin çaresiz bakışlarıyla kaldık. Ayrılışınız Gazi Köşkünde erkek Fato’nun gözü gibi koruduğu güllerin habersizce koparılmasıydı. Diyarbekır bedenlerinin üzerinde uçan taklacı, benekli püsküllü, ketme, avi baş, Memikli güvercinlerin gittikçe uzaklaşıp ufukta kaybolup bir daha pinlerine (yuvalarına) dönmemesiydi. Şimdi anlıyorum sevginin dini, milliyeti yokmuş.

                 Meryem Ana kilisesinin pazarları çalan çanına bakıp sizleri hatırlıyorum. İnsan, sevdiğinin kusurlarını görmek istemez ne de olsa. Hiç kimse doğduğu, kök saldığı toprağından evini, kabını kacağını, yatağını yorganını yok pahasına satarak gitmek istemezdi.. Hayatımızın içinde, en derininde, bizimle birlikte cok özel duyguları yaşarken Hevselde, Alipaşada, Arbedaşta, Merhalide sen vardın.  Özenerek ördüğün. Simli şalının içinde gülümseyip Melikahmet hamamından çıktığında herkes senin güzelliğine bakardı.

                  Birkaç hafta önce bahar geldi. Senin çok sevdiğin mis kokulu nergisleri yine Gazi köşkünden kopardım. Keçi burcunun üzerinden tüm ölmüşlerine niyetle Hevsel bahçasına doğru savurdum. İnanır mısın havada uçan mis kokulu nergisler tüm ölmüşlerine gitmek isterken, yere düşmediler rüzgârla uçup on gözlü köprüye doğru gittiler. Anlamını çözmüştüm. Kopardığımda ölen çiçekler tekrar canlanmış, gökyüzünden Berlin’e doğru hasretle baktılar. 

         Senin çok sevdiğin evine uğradım. Şakşakonun altında inleyen  top başlı çivileri Miteloglu anahtarıyla gıcırdayarak açtığın kocaman kapıyı, özlemini ve sıcaklığını yitirmişti. Sürekli yağan yağmur ve yakıcı güneşten eskimiş, çürümüş tahta “pencerelerin ardında yaşadığın anılar canlandı gözlerimde. Kırık dökük görünen sokağa bakan Kerejdagdan gelen rüzgarlar estiğinde de, açık pencerelerin önünde bir çift  kumru yuvalarına dönerken çıkardığı çığlıklarla kanatlanırken, çiçek desenli  perdelerin efil efil oynaşırdı. Mis gibi kokan Tümesin fırınından çıkan çöreğimizi bölüşecek iken, tam da sevmeyi öğrenirken senin yüreğinle, ansızın yitirdim seni. Anlaşıldı artık Ramazan Bayramlarını, Christmasları birlikte kutlayamayacağız.

              Şehmus okuma yazma bilmeyen annesine söylemeden mektuba son cümleyi kendi yorumunu ekleyerek bitirdi.

Şilili şair Nicolas Parra’ nın dediği gibi ..

Toprak bir gün yağmurun

Kıymetini anlayacak;

Fakat o gün yağmur yağmayacak..

Geride seni özleyecek nergisleri bırakarak,..

Martha bacım Almanyada yaşayan dostlara selam söyleyin, hepinize mutlu yıllar, esen kalın…

Kardeşin Ziné

Fotograf kaynağı: Rüstem Sayan