Uzlaşı kültürümüzü kaybettik, hükümsüzdür

Abone Ol

     Eskiden kimliğini kaybedenler gazeteye ilan verirlerdi. “Ben Abuzuttin Dalavereoğlu kimliğimi kaybettim hükümsüzdür.” Kelimesi 1 liraya tiraj kalorisi düşük, tanıdık bürokratlara ziyafet karşılığında ihale ilanları alan gazetelere verilen ilan, o kişinin istemediği halde adına şirket kurulmasını veya bir suç olayında olay mahallinde kimliğinin bulunması halinde onun masum olduğunu kanıtlardı. Şimdi teknolojinin gelişmesiyle çipli kimlikler ile nüfus idaresinde 1 tıkla hallediliyor.

                   Neyse konumuzu niye böyle açtım merak ediyorsunuzdur. Uzlaşı kültürümüzü anlatmak için böyle bir girizgâh yapmak istedim.19 yüzyılda Diyarbekir’de çekirdek aile pek olmadığını söylerler. Genelde aileler Sur içinde geniş eyvanlı iki katlı, 4 veya 5 odalı, ortasında süs havuzu bulunan, kuyusu olan çoğunluğu da bir tane dut ağacı bulunan evlerde kümü külfet (şivemizde sülalece) yaşarlardı. Dut agacı bulunmasının nedeni Diyarbekir’de ipek kumaşı üretimi çok gelişmişti Bursa’yı bile geçmiştik, İpek böcegi kozlarından tel çekilirdi. Geniş avlular yaşam alanıydı.

        Birde Kürtlerin büyük ev anlamına gelen Mezinhana, Ermenilerin Metzgana dedikleri evler vardı. Şivemiz genelde her iki dilden alıntı yapılarak “mazgana” denilirdi. Mazgana aslında bir sefalet yuvasıydı10 veya 15 odanın bulunduğu tek tuvaleti olan duruma göre 7 veya sekiz ailenin barındığı yoksul evlerdi.  Meslekleri şehrin an alt gelir gruplarından olan Çekçekçi hamallar, Hevsel bahçesinden yağlı marul toplayan, ücret verilmeyip, üründen pay alıp Ayşefçiler pazarında satan Ayşefçi adı verilen işçi kadınlar, “Hade ave suse” diye bağıran meyan şerbeti satanlar veya 3 tekerli sebze arabalarında “Palican, fringi” satan emekçilerdi.

Mazganalarda birlikte yaşayan ailelerin çok çocuklu olduğunu düşünürsek ortalama yaşayan insan sayısı en az 50 kişi olurdu. Onlar aynı şehirden, aynı dinden insanlar olarak göç etmiş insanlar değildi. Bu yüzden o mahallelere getto denilemezdi. Yüzyıllardır Sur içinin özellikle Hançepek bölgesinde yaşıyorlardı. Etnik kökenleri Türk, Keldani, Kürt, Boti, Ermeni veya Süryani de olsa belki de yaşam şartları ve yoksullukları en önemlisi büyüklerinin yüzyıllık hemşeri olarak bir arada yaşaması onları aynı çatı altında birleştirmişti. Zaten Diyarbakır’da herkes Birbirlerinin hangi dine mensup olduklarını bilirler, bunu ötekileştirmek amacı olmadan, kutsal günlerinde tebrik etmek için öğrenmişlerdi. Vefat eden olursa Müslüman’ı Ulu Cami avlusunda, Süryani’yi Meryem ana kilisesinde, Ermeni’yi Surp Giragos kilisesinde, Ölen Keldani baharatçı Kör Yusuf ise Mar Petyum Kilisesine taziye gidilmesi gerektiğini bilirlerdi. Şimdi empati yaparsak bizler aynı sülaleden iki üç aile olarak bir arada yaşamak istemiyoruz. Demek istediğim değişik etnik köken ve dinden gelen elliye yakın insan nasıl bir arada yaşıyorlardı, çocukken gördüğüm o geniş avluda kurulan birkaç sofrada birbirleriyle yemeklerini paylaşırlardı.Tirşik, bulgur pilavi, bizlerin mehir, sizlerin ayran aşı dediği bereketli  İbrahim Halil sofraları artık yok. O yıllarda sosyal güvencesi olmayan insanların Birisi hasta olursa ilaç parasının herkesin cebinden çıkan bozuk paralarla denkleştirildiği yardımlaşma duygusu da kalmadı. Orada yaşayanların siyasi tercihlerinin sadece seçimlerde bir kaç tatlı sataşma olur biterdi. Uzlaşı kültürü de yok oldu. Mazganada yaşayanlar kendilerini hiç kan bağı olmayan komşularını belki de kaderlerinin benzer yanları olduğundan aileden biri sayıyorlardı.

           Son olarak uzlaşı kültüründe bir örnek vermek isterim. 1975 Senesinde bir siyasi parti lideri Diyarbakır Dagkapı meydanında miting yapmak istemiş, ancak protesto için çıkan olaylarda biri asker bir sivil olmak üzere 2 kişi ölmüştü. 39 kişi yaralanmıştı. Miting iptal edilmişti. Olayın siyasi detayına girmek istemedim, kişilere cevap hakkı doğmasın diye isim vermedim. İsteyen arşivlerden açar okur.

                Anlatmak istediğim “uzlaşı kültürü” Yapılmak istenen mitingin ertesi gününde ölen kişinin cenazesinde kalabalık bir ucu Mardinkapı’da bir ucu ulucami’de idi. Cenazeye katılanlar o döneme ait siyasi sloganlar söylerken. Bağımsız Belediye başkan adayı olmuş, eskiden Diyarbakırspor başkanlığı yapan, Diyarbakır da ruhsatlı silahlara mermi satışı yapan MKE resmi bayi olan, Çelebi Eser’e ait giyim mağazasının önünde durdular. Binaya taş atmaya başladılar. O sırada ben babamın 3 nüshalı karbonlu kupona yazılan sportoto kuponunu yatırmak üzereydim. Sportoto bayi Saip Sümer kuponu yere attı koşarak çıktı, tam karşısındaki Kuyumcu Zülküf Görsün ve ben peşinden koşmaya başladık. Esnaflar Çelebi Eser mağazasının önünde durdular. Birçok esnaf mağazanın önüne gelerek taş atılmasını engellemek için önünde kalabalığı sakinleştirmeye çalıştı. Kuyumcu Hacı Zülküf Görsün “Sizler yanlış yapıyorsunuz, Çelebi Eser Bey’in sag görüşlü olmasının dışında olaylarla ne ilgisi var.” Dediler. Kalabalığı sakinleştirip olayların daha büyümesini önlediler. Peki, olayların büyümesini önleyen hangi esnaflardı. Birbirinden farklı etnik kökenden ve farklı siyasi görüşlere sahip olan tek bağları o caddede itibarlı tüccarlardı.. Bakgör magazası sahibi Bitlisli Hacı Ali Bakgör, Atik nalburiyenin sahibi şimdi ismini hatırlamadım. Balıkçılar başında Assan Galvaniz Demir tüccarı akrabamız olan Kenan Yardımcı. Hepsi değişik partilere mensuptu Hacı Ali Bakgör Şehirin ilk Arçelik bayisi Hikmet Hamzaoğulları’nın Milli görüş gurubundan belediye başkanı adayı olunca desteklemişti. Diğerleri genelde Ecevitçi olduğu halde Çelebi Eser dükkânına zarar gelmesini önlediler. Aşağıdaki Görselde 1973 senesi Diyarbakırspor başkanlığı yapan Çelebi Eser ve giyim mağazası komşuları Zenith nalburiye sol tarafında Güzeliş lokantası.

              İşte kaybettiğimiz “uzlaşı kültürü” bu.. Seninle aynı fikirden olmayanları dinlemek, kendilerini ifade etmeleri için alan açmak. Gerektiğinde katılmadığınız noktaları diplomatik bir dille, sakin bir şekilde anlatmak. Yoksa trafikte olduğu gibi anlayıp dinlemeden karşı tarafa levye ile vurmak da katılmadığınız fikre küfür etmekte zorbalıktır. Bir boyacı çocukla olan anımla bitirelim. Kahvede ayakkabımı boyatmak için çıkardığımda On yaşındaki çocuğun uzattığı terlikleri giydim. Biliyordum, Diyarbakır’da çocuk olmak, çocukluğunu yaşamadan hayatın gerçekleri ile tanışmaktır. Seçim öncesiydi bir partinin broşürü dağıtılırken kalabalık bir parti gurubundan milletvekili adayı cebinden söz konusu partinin sloganını içeren çıkartmasını birazda komiklik yaparak boyacı tahtasının önüne aniden yapıştırdı. Boyacı çocuğun tavrı ders verici nitelikteydi “Hêrdir abe niye yapıştırisan, belki seninle aynı partiden degiliz, ma burasi benim tükenimdir, önce izin alacaksan” sonra çıkartmayı söküp yırttı, Milletvekili adayı suratı asıldı ama özür dilemedi çıkıp gitti. Yorumu sizlere bırakıyorum. Anahtar kelime ”uzlaşı kültürü”

Görseller : O yıllarda Diyarbakırspor maskotu çocuk İrfan Arkaş,

Remzi Soykan ve kendi arşivim.