Yazar Metin Aydın, şair, ressam Şilan Doğan Atlı ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi.

Röportajı hazırlayan: Metin Aydın

[email protected]

-Şair, Ressam Şilan Doğan Atlı kimdir?

Sis bombası atar gibi en zor soruyu ilk başta sordunuz, ortalığı fluya boyayıp... Niye zor çünkü net bir cevabı yok. Daha doğrusu sürekli değişen dönüşen bir şey insan. Bir arayış yolculuğunun kendisi. Halk edebiyatından bir dizeyle ifade edersem; " Beni bende demen bende değilem, Bir ben vardır bende benden içeri".

Günümüzde tüm insanların durumu biraz bu katmanlı kimlikler!

Silan Dogan Atli

“En büyük duygusal desteği kızlarım verdi”

-İlk şiir kitabınız Red Yayınevi tarafından çıktı. Kitabın çıkış süreci, okurla buluşması ve aldığınız tepkilerle ilgili neler söylemek istersiniz?

Aslında bir iç döküş ile başlamıştı yazma serüvenim. Yüksek lisans tezim dışında bir üretimim yoktu yazıya dair. Annemin uzun, zor bir hastalık sürecinden sonra aramızdan ayrılışı derin üzüntü yarattı bende. Can Yücel 'in "Sizin hiç babanız öldü mü/ Benim bir kez öldü/Kör oldum" dizeleri vardır, bilirsiniz. Ben de "anneniz öldüğünde siz de ölürsünüz ama anne, ölümüyle bile bizi bir kez daha doğurur, bambaşka bir doğumla" diyorum.

Ölüm acısını hafifletme çabasıyla aylarca, günlerce, defterlerce, dönüp yazdıklarıma bakmamak üzere yazdım. Bir süre sonra bunların bir yere doğru evrildiğini fark ettim. Bir dosya oluştu, büyük bir dosya. Pek de yayınlama fikri yoktu esasında. Kızım Zin’e okuyordum ilk. En büyük duygusal desteği kızlarım verdi bana. O da o kadar çok yüreklendiriyordu ki dönüp bir kenara bırakmama izin vermiyordu. Tam da bunları bir yerde yayınlatmalı mı duygusuyla gezinirken, eşzamanlılık bu olsa gerek, bir şey istersiniz pat diye destek gelir Yaradan’dan, şükür, seninle tesadüf başka bir konu ile ilgili konuşurken aslında benim de yazdığımı söyledim. Seni de bilen bilir Metin, yazı konusunda cesaret verme, tetikleme, işleri hızlandırma konusunda cesaret verici ve son derece destekleyicisin ki bence bu özelliklere sahip bir dost herkese lazım. Derken, senin ve Mehmet’in dosyaya desteği ve 250 civarında şiiri pazarlıklar sonucu 99’a düşürmesiyle dosya hazır oldu. Red Yayınları’ndan Xelîl Samed de sağ olsun, seve seve kabul etti dosyayı.

İkinci aşama ise çıktıktan sonra okuyucu ile buluşması tabii ki. Heyecanlı bir süreçti. Yine çok şükür şansıma, "Diyarbakır Karşılaştırmalı Edebiyat Günleri" kapsamında kendine yer buldu kitap. Çok iyi tepkiler geldi. Kitap yazıyor olmama şaşırarak biraz... Sıcak, içten, samimi buldular. Kitabın, bir bütün olarak düşünüldüğünde bir çağdaş sanat çalışması gibi de okunabileceğini söylediler. Herkese çok teşekkür ederim yüreklendirdikleri için, oyunuma katıldıkları için.

Silan Dogan Atli Yazar

“En apolitiğim diyen bile bir şey söyler”

-Politik havanın bütün sıcaklığıyla sürdüğü Diyarbakır’da sanatla uğraşmak zor olmuyor mu? Ayrıca yaşadığınız kentin sanata ve sanatçıya bakış açısını nasıl görüyorsunuz?

Kişisel olan politiktir ve de evrenseldir, bunu biliyoruz. En apolitiğim diyen bile bir şey söyler aslında. Kaldı ki Diyarbakır' da yaşayıp da “steril” kalmak mümkün değil. Coğrafyamızın bize de harika ödülleri oldu yıllar yılı. Diyarbakır'da sanatçı olmak hem eğlenceli hem zor. Hem kolay hem de yorucu. Biraz yabancısı biraz içinden...

Babamın güzel bir sözü vardır, gençliğimde bana hep söylerdi "kızım, sen kendini Paris'te zannediyorsun" diye. Tam da böyle bir durum. Kentin sanatçıya bakışı da esasında tüm ülkenin sanata, sanatçıya bakışıyla çok farklı değil. Farklıymış gibi görünse de...

“Benzerlikleri birbirine destek için kullanmak eğlenceli”

-Şiir kitabınızı yaptığınız resimlerle birlikte yayımladınız… Resim yapmak ile şiir yazmak birbirini nasıl etkiliyor?

Şiir, resim, müzik, dans ya da örgü örmek, yemek yapmak, aslında o kadar benzer şeyler ki... Ölçü, oran, ritim, renk, doku... Bu benzerlikleri birbirine destek için kullanmak eğlenceli. Hibritlik gibi görünse de çok yakın ve iç içe şeyler tüm sanat elemanları. Belki de bu melezlikleri önemsiyorum.

“Suya yakından bakınca insan kendini görür ya da yakınındakine…”

-"Su" gibi hepimizin aşina olduğu bir varlıktan yola çıkan şiirler yazmışsınız. Bu şiirlerin oluşum sürecinde suyun daha önce farkına varmadığınız herhangi bir yönü ile karşılaştınız mı? Suya dair bu poetika suyla ilgili, yeni ne söyledi size?

“Sudan Sebep”  yeni bir şey söylemeliyim, demiyor öncelikle. Belki iması olabilir. İma da herkeste farklı tezahür edebilir. Yeni bir şey söylemekten ziyade “sen de anlat hikayeni “çağrısında bulunuyor.

Yanımızda, yakınımızda olanı tanıyormuş gibi bir yanılgımız var. Oysa çoğu zaman yanı başımızdakine yabancı, yanı başımızdakine kör değil miyiz zaten?

Yakından bakınca her şey farklı görülür. Yakından bakmanın önemini anlatıyor biraz da kitap, herkese ve her şeye. Suya yakından bakınca insan kendini görür ya da yakınındakine yakından baktıkça.

Silan Dogan Atli Ressam

“Resimdeki yazıyı okumayı, yazılı olandaki resimleri görmeye çalışmayı önemsedim”

-Resimli şiirler ya da şiirli resimlerle karşılaşıyoruz Sudan Sebep'te. Resim ve yazı gibi hem ortak hem de farklı yanları olabilen iki dünya arasında bir şiir dili bulmaya/oluşturmaya çalışırken bir "söz" üretme halindesiniz. İmgenin bu, resim, yazı, söz biçimlerinde beliren üç hali arasında siz nasıl ilişkiler hayal ediyor ya da öneriyorsunuz kitabınızda?

Geleneksel sanat işlerine ait bütünlüklü imgeler resim, söz, yazı şeklinde ayrışırlar. Modern sanatsal ya da düşünsel yapıtlardaki hem ayrışma hem de bütünleşmeye yönelik gerilimi, uyumlu bir sessizce söz hakkı isteme şekline dönüştürme çabası olarak yorumlamak isterim.

Marshall MC Luhan, "fonetik okur-yazarlık"ın ortaya çıkmasıyla birlikte, değerli duyular bütününün bozulmasından söz eder.

İşaretin kendisi ve işaret edilen, işaretleme, görselleştirme; işlev olarak işaretleme edimindeki tutarlılık değil, askıda oluş, belli anlamlara gelme olasılığı ilgimi çekiyor.

Jann Assmann, Eski Mısır hiyerogliflerin, seslerin yanında resimlerle de kurduğu bağlantının, ortaya çıkan yazımın “değerini” artırdığını düşünür.

Sesler mi harfler mi ayrıcalıklı ya da geride diye düşünmeksizin yer değiştirmeyi önemsedim. Sanatsal sunumda sadece bakarak değil, farklı duyumlarla, görülen, duyulan, okunan, işitilen ve ifade edilebilen sanat işleri ortaya çıkarmaya çalıştım.

Benjamin, “Pasajlar” çalışmasının girişinde, 'anlatacak değil, gösterecek şeylerim var' der. Yapıtının resim gibi izlenebileceğini, yapıtın sadece gösterdikleriyle, betimledikleriyle değil, anlattıklarıyla da ayrı bir okuma çabası gerektirdiğini söyler. Yine Benjamin' den alıntılayıp şöyle söyleyeyim; yarattığımız, bulguladığımız imgelerde, resimdeki yazıyı okumayı, yazılı olandaki resimleri görmeye çalışmayı önemsedim.

Piet Mondrian'ın deyişiyle, biçimlerde kendisini görülebilir ve işitilebilir kılan ifadeyi aramak ve ortaya çıkarmak isteği.

“Resim bir dil midir?” sorusuna ortak karar olarak evet diyorsak şunu söyleyebilirim; bildiğiniz bir dil ister istemez kişinin ifadelerine, başka bir dile sızar, yer bulur. Resim de öyle oldu. Şiir ya da anlatı, ne derseniz, türü çok mühim değil, devam ediyorken bazı şiirlerin yanında resim belirdi önce. Sonra hem resim hem şiir birlikte yürüdü gitti. Resim dili biraz daha kapalı bir dil olsa dahi yazıyla birlikteliği başka bir anlam oluşturdu. Kimi zaman çizgisel bir ifadeyle yol aldı, kimi zaman fantastik bir öğeye dönüştü, sonlara doğru bilhassa...

“Daha sonraki çalışmalarımda kuşkusuz toprak, ateş ve hava da kendini hissettirecektir”

-Sokrates öncesi filozofların ilki sayılan Thales, her şeyin temelinin su olduğu bir evren tasavvuruna sahipti. Onu hava, ateş ya da toprak temelli anlatılarla başkaları izledi. Suya dair tüm dünyada, esaslı bir mitoloji külliyatı da var, malum. Ne dersiniz, bu temel tartışma ya da arayışlara dönüş teması, şiirsel üretiminizin bir izleğine dönüşebilir mi bundan sonrası için?

Mitoloji doğayı anlama çabası olarak yeniden gündemde hep ve daima olacak gibi dünyada...

Su da eski uygarlıkların dayandırıldığı bir köken olarak hep var. Thales’in varlığın ya da evrenin temeline suyu koyduğu gibi, evet, mikro ve makro kozmos da suyla var olur.

İklim, bitki örtüsü ve coğrafyanın temel belirleyicileri başta bir damla olmak üzere sudur. Fakat uygarlık anlamında, su döngüsü gibi toprak hava ve ateş de ritmik bir dansla varlık bulur.

Daha sonraki çalışmalarımda kuşkusuz toprak, ateş ve hava da kendini hissettirecektir. Belki toprak kokusuyla, ateş ısısıyla, bilemem... Su gibi merkezde olmasalar bile döngünün bir parçası gibi belki...

“Kendine yabancılaşıyor insan öğretmenlik yaparken çoğu kez”

-Yıllar süren hemşirelik, Türkçe öğretmenliği ve ardından gelen Güzel Sanatlar Bölümü'nde Resim eğitimi ve masteri... Bir ilk kitap için uzun sayılabilecek bir hazırlık dönemi ve 'sudan bir sebeple" çıkan ilk kitap. Sözünü söylemek için çok beklemek durumunda kalmış bir şair mi diyelim, uzun bir demlenme süreci mi?

Yaşadığım her dönem, edindiğim her meslek bana çok şey kattı. Hemşireyken sosyolojiyi kavradım, insan ilişkilerini, belki psikolojiyi. Ekonomik özgürlüğümü çok küçük yaşta, babamızın deyişiyle "kısa yoldan hayata atılmak" biçiminde yaşadık. Atılmış bir hayatta gizli kazançlarım da oldu tabii... Aylarca kardan dolayı kapanan yollarda, günlerce elektrik olmadan geçen köy lojmanı gecelerinde, çatışma günleri -gecelerinde sabahlamalar on sekizli yaşlar için (hele günümüz on sekizli yaşlar ile kıyaslanınca) film sahnesi gibi oluyor. Nuru Bilge Ceylan filmi gibi ya da Theodor Angelopolos filmi... Pus, sis, diyalog bile gerektirmeyen, boğazı düğümleyen varoluş sahneleri...

Edebiyat, dünyanın bu katı gerçekliğinde, kurgusallığı ile bambaşka kapı açtı bana.

‘Sudan Sebep’ için atıflarım; Fuzuli, Pir Sultan Abdal ve Murathan Mungan’a, yani bir nevi Divan edebiyatı, Halk edebiyatı ve günümüz edebiyatınadır. Edebiyat okuduğum yıllaradır aslında.

Fakat üniversitelerimiz seçtiğiniz alandan bizi soğutmada çok başarılı olduğu için ondan da soğudum. Dahası, öğretmenlik yaparken şunu çok hissediyorsunuz: aldığımız eğitimle yaptığımız iş bambaşka. Kendine yabancılaşıyor insan öğretmenlik yaparken çoğu kez.

Resim okumaya karar verdiğimde belki varoluşumu resim sanatıyla daha iyi ifade ederim, oyalarım kendimi şu dünyada diye düşünmüştüm. Hâsılı, kısa yoldan atıldığım meslek hayatımın devamında hiç de kısa olmayan dolambaçlı yollara gitmişim, epey uzatmışım yollarımı... Hele masterda iki çocukla, çocuklardan biri henüz iki yaşındayken, hasta anneyle, öğretmenlikte bir yandan, gündelik hayatın dörtnala koşturmacası içinde ve de ünlü, sık sık şehir dışına çıkmak zorunda olan bir eş ile.

Bütün bunları niye anlattım, şunun için: geçtiğiniz her yol size bir şey katar. Eklenir, katlanır, çoğalırız. Süzülür, damıtılır, öz oluruz. Bu katışımlarız aslında. Hele bir de hemşirelik ve öğretmenlikte ettiğimiz yeminler de eklenince artık hayatın her alanında hemşiresiniz, öğretmensiniz, annesiniz... Ayrışmıyor bunlar, yolda biri düşse hemen kaldırmak için koşar, yarası var mı diye bakar hemşire yanım. Hem osunuz hem de öbürü, hepsi ve bazen hiçbiri...

Yani sorunuza dönersek, sözümü söylemek için beklemedim. “Dur, bekliyeyim şu kadar yıl sonra kitap yazayım” demedim hiçbir zaman... 46+ iki yılımı aldı bu kitap (Picasso' nun anısına gönderme ile) üstelik beni bilen bilir, hiçbir zaman şu yaşta bu yapılır, şunlar şöyle yapmalı gibi kalıplarım olmadı. Her an insanları şaşırtmayı başarmışımdır. Herkesin, her zaman, her işi yapabileceğinin altını çizmişimdir hep.

“Ruhumuz ve evimiz hep sanat koktu”

-İki kız çocuğunun annesi olmanız hasebiyle şiirlerinize de yansıyan bir annelik olgusu ve bir annenin kız evladı olma durumunuz var. Öte yandan müzisyen Mirady ile kardeş, müzisyen-mimar Mehmet Atlı ile de evlisiniz. Mehmet Atlı'nın kimi albüm kapaklarını resimlediniz ve onunla, Kemal Burkay'ın "annem" isimli şiirinden yaptığı besteyi de seslendirdiniz. Sanatçı erkeklerin olduğu böylesi bir ortam, artısı ve eksisi ile objektif değerlendirmeye çalıştığınızda, sizin sanatsal üretimlerinizi nasıl etkiledi?

Aslında ben de Mehmet de magazinsel olanı çok tercih etmeyiz fakat sanatla buluşan noktalardan bahsedecek olursak eğer…

Evet, demin de bahsettim. İki kız çocuğu annesi olmak müthiş bir şey, "ustalık eserlerimiz" diyebilirim. Özellikle ilk dönemlerdeki, çocuk yetiştirmenin ağır varoluşunu taşımaya çalışmayı saymazsak mükemmel bir yolculuk, yol arkadaşlığı onlarla hayat... Dolayısıyla onların elini tutup da gezdirir gibi gezdirdim şiirimde çocuklarımı da su gibi. İlk önceliğim çocuklarım olduğu için şiirlerde de onlar hep var, bazen bir öğüt verdim bazen bir yeri gezdik bazen de mutfakta yazıldığının altını çizen şu şiirde, " ve bugün yemekte ne var anne diye soran kızıma/ hafıza temalı bir akrilik resim/ İki de şiir, yaşama sevinci üzerine/ Diyebilirim/ Artık" diyerek mesaj verdim kızlarıma. Kendi başkaldırımı da gerektiğinde başkaldırmalarını da öğütledim belki şiir ile… Annem mevzusuna zaten değinmiştim. Evlat olarak annenin ölümünden sonra kız çoğu çırpınışları ve "yeniden bir hayat nasıl anlamlandırılır" fikrinin izlerini arıyor şiirlerim...

Mirady benim bir küçük kardeşim. Yıllar yılı kendimizi bildik bileli Mirady müziğe tutkulu. Tüm dünya müziklerini bize zorla dinletirdi bizler küçükken. O daha cesur, erkenden sarıldı müziğe, hiç bırakmadı. Esasen benim bir kız kardeşim de sinemacıdır. Yeşim sayesinde de sinemayla hep doğru ve iyi temas ettik. Hatta Yeşim ile kısa VR filmi de yaptık ben ve iki kızım da oynadık o kısa filmde.  Yeşim ile de çocukken hep oyun arkadaşı olduk kardeşten çok. Bundandır ki yetişkinken de oyunlara hep onunla devam etmeyi seviyorum.

Mehmet'in ünlü oluşu, sürekli yolculuklarda oluşu çocukları büyüttüğümüz dönemlerde zorluydu tabii... Çok şükür o sınavlarımızı verdik. Çünkü kadınlar için büyük sorumluluk demek çocuk yetiştirmek, bunu herkes bilir. Üstelik toplumsal bir sorumluluk olarak da destek vermem gerektiğini düşündüm hep Mehmet'e... Hani her başarılı erkeğin arkasındaki cesur kadın hikayesi... Beste yapınca heyecanla ilk bana dinletmesi, benim olumlu teşvik edici cümlelerimi saymıyorum bile...

Sanatçı ve mimar olması da bana çok şey kattı öte yandan, onun kitapları ile mimariyi tanıdım. Müziğin, mimarinin, resmin, edebiyatın benzerliklerini her gün deneyimledik... Ruhumuz ve evimiz hep sanat koktu, çocuklarımız bire bir tanık oldu, dahil oldu kitaba, müziğe, sanata ve hayata. Birlikte dönüştük yıllarca. Yani sanatsal üretimde ben de onu etkiledim, o da beni etkiledi. Dolayısıyla onunla ve kızlarımızla birlikte klipler yaptık, şarkılar söyledik, albüm kapağı görselini de tartıştık, fikir alışverişi yaptık.

Yol arkadaşımla da sanat oyunu oynamak ve oyunu çoğaltmak kaçınılmaz… Daha çok zarafetle, öncelikle sevgi frekansında yol almaya devam, sanatın içinde var olmak için imkanları zorlamak gerek.

“Birinci amacım iyileşmek için yazmaktı”

-Şair, Ressam Şilan Doğan Atlı’nın gelecekteki planları nedir?

Gelecekte sanatla ilgili planımı soruyorsanız zaten " sudan sebep" kitabı sebep yargısı bildirse de benim için amaç sonuç yargısıdır.

“Sudan Sebep” başlığı, söz sanatlarından biri olan hüsn-î talîl, güzel nedene bağlama sanatına ithaf. Benim de üç güzel, sudan amacım vardı.

Birinci amacım iyileşmek için yazmaktı. İkincisi, su teması ile belki bir damla bile olsa bütünün hayrına "suya ve küresel ısınmaya duyarlılık oluşturma" idi. Üçüncü amacım ise, bu kitap vesilesiyle sanat üzerine, herkesin sanat yapabileceği üzerine konuşmalar yapmak, workshop düzenlemekti. Kitap yeni çıkmışken hali hazırda bunları yapmak istiyorum.

Boris Groys’ un da dediği gibi; herkesin sanatçı olduğu bir çağdayız.

Ama şunu da söyleyeyim, sanatın içinde var olacak tüm mecraları da gezebilirim, mesela bir filmde oynayabilirim, bir dansta yer alabilirim... Bir "su temalı" sergi hazırlayabilirim. Bir tiyatro metni yazabilirim... Hiç belli olmaz... Yeter ki, sanat olsun, oyun olsun bana.

Üzerinde çalıştığım bir yazılı metin var fakat ayrıntı vermek için erken daha.

-Son olarak neler söylemek istersiniz? Teşekkürler.

Son olarak, hayatlarımızın kesişen kümelerinde sanatta kesiştiğimiz, buluştuğumuz herkese ve her şeye teşekkür etmek istiyorum... Hayat, sanata rağmen sıkıcıyken, hayattaki "anlam arayışı sıkıntısının sırtını kaşıyalım " diyorum, tatlı tatlı kaşıyalım ama... Yaşam hep bir değişim, dönüşüm içinde. Güzel dönüşümlere iyilikle kalarak var olmak üzere…

Susamalardan arınmış, yeniden susamış, yeniden susuzluğundan arınmış döngüsü ile…

Editör: ALİ ABBAS YILMAZ