Söyleşi: Metin Aydın/[email protected]

Yaşadıklarının bir özeti olarak, ‘Kırılan dalıma kimse destek olmadı, ben de kimseye çınar olmadım.’ diyen Sanatçı Cezmi Yalçınkaya’yı (namı diğer Cezart’ı) tanımak ve bu vesileyle onu tanıtmak için yaptığım bu söyleşinin sizlere de iyi geleceğini düşünüyorum.

Böylesi (kırık ve kırgın) seslere ses verin, tanıyın/tanışın vesselam.

Cezmi Yalcinkaya

Mozart olamadım bari Cezart olayım!

-Sanatçı Cezmi Yalçınkaya kimdir?

1965, Bitlis/Tatvan/ Kıyıdüzü – Kizvak köyünde dünyaya geldim. 90’lı yıllara kadar çiftçilik ve kamyon şoförlüğü yaparak hayatımı idame ettim. Sonra yaptığı işleri reddederek, Tatvan Belediyesi’nde işe başladım. Dönemin politik atmosferinden dolayı, 1993 yılında Tatvan’dan Aydın iline göç ettim. Burada kısa bir süre kalıp, burada da barınamayacağımı anlayıp İzmir’e gittim. İzmir’de iki yıl çeşitli işlerde çalıştıktan sonra, o yıllarda İzmir‘deki merkezini yeni kuran Mezopotamya Kültür Merkezi’nin ((MKM) eşrafı oldum. Burada müzik hayatına ilk adımı attım. Göç eden her birey gibi sürekli sorgulayan, empati yolları arayan ve kafası çelişkilerle dolu bir halde kendini bilmeksizin benliğimi aramaya başladım. Nereden geldiğini bilen ama nereye gideceğini bilmeyen, etiketsiz şarap şişesi gibi, çöp kenarında, duvar diplerinde yuvarlanıp duran... Ermişlere ve dervişlere kadeh olup elden ele dolaşan, mızraptan mızraba tel, ızdıraptan ızdıraba hâl olan... Başkasının yaralı sinesine merhem, yanan yüreğe su olan… Kırılan dalıma kimse destek olmadı, bende kimseye çınar olmadım.

“MÜZİKLE ARAMA MESAFE GİRİNCE ÇILDIRMAMAK İÇİN BİR ŞEY YAPMALIYDIM”

-Sanat hayatınız nasıl başladı? Bu bağlamda sanat anlayışın nasıl şekillendi?

Çocukluğum elle örülen keçe, halı ve kilimlerde emekleyerek başlamıştı, farkında olmadan 15- 16 yaşlarında Dengbêjleri dinlerdim. Köy köy dolaşıp divanlarda şarkılar söylerlerdi...  O dönemlerde çoğu evlerde Erîwan Radyosu çalardı. Bu sesler hâlâ omuzlarımda ve yüreğimde filiz filiz büyür. Cana can veren Dengbêjlerin suyudur, nağmeleri ise soyumdur derim. Romanya, Gürcistan, Ermenistan’da ve ülkemizde konserler verdim. 97 yılında, Ermenistan’da konserden sonra Keremê Seyad‘ın daveti üzerine, Erivan Radyosu’nda canlı konser verdim. Bu anı yaşamımın nirvanası oldu. 99 yılında müziğe ara verme kararı aldım. 2005’te İstanbul’a gittim.  Çeşitli işlerde çalıştım. 2010’da bu işleri bırakıp Kadıköy’de deri tasarlama işine başladım. Sinemaya yöneldim. Dizi oyunculuğu, kısa film oyunculuğu gibi işler yaptım. Müzikle arama mesafe girince çıldırmamak için bir şey yapmalıydım. Deri tasarım atölyeme bir isim arıyordum. Kendime dedim ki, madem Mozart olamadım bari Cezart olayım! Cezmi’nin arasına girdim, Cez  bende, mi öbür tarafta kaldı! Bu arada çektiğim acılardan ötürü çelişkiler, pişmanlıklardan, örf adet, gelenek, görenek, ezber öğreti, İstanbul, İzmir, her nevi ideolojisi, ne varsa kurtulmak istiyordum! Bunların hepsini güzelce paketleyip çöp kutusuna attım. O gün kendimin kulu olmaya karar verdim ve Cezart oldum.

“ÜRETEREK, YARATARAK YAŞIYORUM”

-İlk sanatsal çalışmanı anlatır mısınız?

Müzikten sonra deri tasarım, oyunculuk ve 2020’de Antalya’da ahşap tasarım ve heykele başladım. Ben keyfimin kâhyası ve fikrimin efendisiyim. Üreterek, yaratarak yaşıyorum.

“SANAT, GERÇEKLİĞİN KABALIĞINI GÖRÜP İNCEDEN SIVIŞMAKTIR”

-"Sanat" ve "sanatçı" kavramları hakkında ne düşünüyorsun?

Yaratıcı insan yoğundur. Yaşadığı evrende herkesin göremediğini gören, yaşayan, doğayla bir bütün derin duyguları olan sanatçı hep yeni bir söylemin, yeni bir çizimin yeni bir yol bulmanın peşindedir. Sanatçı acı çeker. Örneğin bazen bana sesin çok güzeldir dediklerinde; o benim çektiğim acıların rengidir, yansımasıdır derim. Acı çekenlerin sesi güzel olur. Yaratıcılık tek kişilik çabadır. Sosyal iletişim, aile, topluluk içinde, ister resim ister yazı ister beste veya başyapıt, kendi evine hapsolmadan sunağına çekilmezsen, yaratamazsın. Örneğin, rüyasında boncuk, küçük bir çakı veya tahtayı görmemiş bir insan hapse düştüğünde, eserler yapmaya başlar. Çünkü kitleden (kalabalıktan!) ayrı düşmüştür. Sıkılmamak, daralmamak, çıldırmamak için yaratmaya… Sanat, gerçekliğin kabalığını görüp inceden sıvışmaktır.

“SİYASETİN HAKİM OLDUĞU COĞRAFYA, SANATA VE SANATÇIYA HÜKMEDER”

-Siyasetin hakim olduğu bir coğrafyada sanatla uğraşmak zor olmadı mı?

Siyasetin hakim olduğu coğrafya, sanata ve sanatçıya hakimdir ve de hükmeder. Siyaset; sanatın ve sanatçının önünde büyük bir hendek düşünün, aşabilirsen özgür, aşamazsan boş bir teneke gibi siyasetin rüzgârında tangur tungur sesler çıkarırsın.

“ULAŞTIRAMIYORUM…”

-Eserlerini sanatseverlere nasıl ulaştırıyorsun?

Eserimi ulaştırmak!.. Ulaştıramıyorum, beceremiyorum çünkü!..

-Son zamanlarda Mardin'de yapılan sanatsal etkinlikleri davudi sesin dolduruyor... Bunun özel bir sebebi var mı?

Bir sesin ve sedanın eksikliğinin farkındalar. Hepsi bu.

“SARHOŞ OLMAK, DANS ETMEK İSTİYORUM”

-Bir sanatçı olarak gelecek planların nelerdir?

Bir planım yok. Sarhoş olmak, dans etmek istiyorum. Biraz da küfrü meze olarak!..

 -Son olarak neler söylemek istersin? Teşekkürler Cezart.

Bir şarkıya başlayıp türküyle bitirmek… Senle tanışmak ve bu sohbet güzeldi.

Editör: ALİ ABBAS YILMAZ