Diyarbakır'da sağlık alanında yaşanan son skandal, ülkemizin kronikleşmiş sorunlarından birini bir kez daha yüzümüze vurdu.


Sağlık çalışanlarının, insan hayatının değil de cebinin doktorluğunu yapması, artık alışılmış bir durum haline geldi. Dicle Üniversitesi'nde yaşanan bu olay, sağlık sistemimizdeki çürümenin ne denli yaygın olduğunun bir göstergesi.

Yükseköğretim Kurulu'nun açık ve net bir şekilde yasakladığı mesai saati içinde özel muayene, Dicle Üniversitesi'nde adeta bir sistem haline getirilmiş. Üstelik bu durum, sadece birkaç doktorun değil, hastanenin üst yönetiminin de bilgisi ve onayıyla gerçekleşmiş. Bu da gösteriyor ki, sorun sadece birkaç ''elma''da değil, sistemin tamamında.

Sağlık çalışanlarının, yemin ederek girdikleri bu meslekte bir çoğunun paraya bu denli düşkün olmaları, toplumun vicdanını yaralıyor. 

Bebeklerin, hastaların yaşamlarıyla oynamak, sadece parayı düşünen bir zihniyetin ürünü olabilir. Bu durum, sağlık sistemimizdeki güvensizliği daha da artırırken, hastaları da büyük bir mağduriyete itiyor.

Peki, bu skandalların önüne nasıl geçilebilir? Elbette sadece cezai yaptırımlar yeterli değil. Sağlık çalışanlarının çalışma koşullarının iyileştirilmesi, maaşlarının artırılması ve mesleki tatminlerinin sağlanması gerekiyor. Ancak bunların yanı sıra etik değerlerin öne çıkarılması ve sağlık çalışanlarının sürekli olarak denetlenmesi de büyük önem taşıyor.

Bu tür olayların tekrar etmemesi için, sağlık sistemimizde köklü değişiklikler yapılması gerekiyor. Aksi takdirde, sağlık alanında yaşanan bu tür skandallar, ülkemizin geleceği için büyük bir tehdit olmaya devam edecek.

Sonuç olarak, Diyarbakır'daki bu skandal, sağlık sistemimizdeki çürümenin sadece bir parçası. Bu durumu görmezden gelmek, sorumluluktan kaçmak olacaktır. 

Yetkililerin bu konuda ciddi adımlar atması ve sağlık sistemimizi baştan aşağıya gözden geçirmesi gerekiyor. Aksi takdirde, hasta yatağında bile güvende olamayacağımız bir ülkede yaşamaya devam edeceğiz.