Bizim çocukluğumuzda Çarşı ekmeği ve mehle ekmeği diye iki temel ayrım vardı.Alipaşa evlerinde akşamdan ekşi maya ile yoğurulan sabaha kadar kabına sığmayıp taşan ekmeğe “mehle ekmegi” denirdi. Biz çocukların başına önce bir basma bez sonra konan ağır bakır hamur teştlerin (leğen) fırında sıraya girerdik.
Fırıncı tümesin maharetli ellerinde odun fırınında pişen tam buğday mehle ekmeği bana göre Dünyanın en lezzetli ekmeğiydi. Evdeki mehle ekmeğimiz bitmişse veya aniden misafirimiz gelmişse ikinci adresimiz Melikahmet Fırınıydı. Onun adı da “Çarşı veya çakıl ekmeği) idi. Çevremizde başka fırınlar olduğu halde babamın tercihi orasıydı. 1960 senelerinde o günün büyüklerimizin sıralamasını söyleyeyim. Birinci sırada Ulu Camii karşı sokağında Mecitağa fırını, ikinci Melikahmet fırını üçüncü Mardinkapı’daEreb’in fırınıydı.
Aniden eski Havaalanı yanı Zoge köyünden Adıgüzelailesi misafir gelince Behrampaşa cami içinden koşarak geçip Melikahmet fırınından ekmek almaya gittim. O sırada Haydo Dede ile karşılaştım. Peynir satan bir esnafın önünde bir kürsüde oturmuş Yarım çakıl ekmeğinin (Diyarbakır pide ekmegi) arasına bir baş örüklü peynir dürüm yapmış, esnafın ikram ettiği çayla büyük bir iştahla yiyordu. Üstü başı pejmürde olan yaşlı adam 70 yaşını aşmıştı, Kahverengi paltosu kirden kısmen gri renkte görünüyordu.
Bildiğimiz kadarıyla asıl adı Haydar Mintak idi. Çocukluğumdan gençliğime kadar kaç defa senin nüfus cüzdanın yok mu diye sordum. Kaybettiğini ancak bir daha çıkarmadığını söylüyordu. “Zaten halime bakan jendermeden ufusisormi.” Polise ve jandarmaya da toptan jenderme diyordu.
Bizim akrabaların sahip çıktığı, 1970 yıllarda özellikle yaşıtım olan Melikahmet esnafının hepsinin tanıdığı yedirip içirdiği. Haydo Dedeyi tanıtayım.O dönem gazetecilerin ilgisini çekmemiş olacak ki, hakkında tek bir satır çıkmadı. Haydo Dede'nin tek bir kare fotrafi yok, varsada ben raslamadım. Onu tanıdığımda ilkokula gidiyordum. Çevre köylerde kalmadığı zaman Dayım Kahveci Nurettin kayınpederi Şeyhmus Amcanın Safa cami cıvarında, Kadı hamamı ile Tuzlu Sokak arasında evinin kilerinde demirden somyada kalırdı. Bazen bizim kahvede, bazen de Behrampaşa caminin İmamı Melle Sait müştemilatta uyumasına müsaade ederdi.
Yazın da Gazi köşkünün bekçisi ErkekFato’nunetrafı dikenli tellerle çevrili Gül bahçesinde kalırdı. Haydo dede dün gece neredeydin diye sorduğumuzda “Kolonya kokulu bahçede” derdi. Sekiz köşe kasketli erkek şalvarlı Fato’dan doğrusu ben çok korkardım. İzinsiz gül bahçesinden bir kere gül koparmaya çalıştım beni cennah dediği sopayla kovaladı. Bana “tu dînî kıro”dedi. (sen delimisin genç anlamında) Elinde tütün tabakası düşmez, Gazi köşkünü ziyaret edenlere bir demet gül koparır, onu yoncayla sarar, bahşişini alırdı. 40 yaşlarındaki Erkek FatoHaydoDedeye acıdığından gündüz kendinin dinlendiği eski bir yün döşekte kalmasına müsaade eder, kendi yediği yemekten de bir tabak verirdi.
Babam komşumuz ve arkadaşı Belediye başkanı Nejat Cemiloğlu’dan rica etmişti. (1963-1973 döneminde belediye başkanlığı yaptı)Alipaşa caminin yanındaki şimdi yıkılan Belediye düşkünler evine (Darülaceze) yerleştirmek istedi. Haydo Dede bir gece kaldı. Ertesi sabah oradan firar! ettiğini öğrendik. Çünkü bizim yakın akrabalarımız, Melikahmet esnafı ona gül gibi bakıyordu. Kırık Meheme gibi sokaklarda yaşamıyordu.Nerde kalmak isterse kapıyı çalıyor. Yazın havuşta (avluda), kışın evlerinde kalıyordu.
Haydo Dede'nin 75 yıllık yaşamının en az yirmi yılını Dayım Kahveci Nurettin kayınpederi Şeyhmus Amcanın Safa cami yanında, Kadı hamamı ile Tuzlu Sokak arasındaki evininin kilerinde demirden bir somyada kaldı. Şeyhmus amca Kışın evinin kilerinde yazları ise havuşundaona yıllarca bakmıştı. Nice tarihi Diyarbakır havuşlu (avlulu) evler gibi zamana ve ilgisizliğe yenik düştüler.
Büyüklerimizin özellikle ninemdenmasal anlatır gibi dinlediğimiz trajik hikâye idi Haydo dede. Ninem, Rahmetli Şeyhmusamcanın anneannesinin anısını bizim akrabalarımıza anlatırken defalarca dinlemiştim. Sene tahmini 1920 Osmanlının son dönemidir. Şeyhmus amcanın anneannesi (O yıllarda 60 yaşlarında) Melikahmet fırınının önünde 8 yaşlarında oturan bir çocuk görür. Fırın o yıllarda ismi başkaydı diyenler olabilir. Ama ismi değişmiş olabilir. Aynı yerde o tarihi bir fırın hala var.Küçük çocuğa aldığı ekmekten bir parça koparır verir. Çocuk bir çırpıda ekmeği bitirir. İkinci parçayı da aynı hızla yer. Kadın onun çok aç olduğunu anlar. Yeni bir ekmek alır. Ekmeğin tümünü ona verir. Şu an Ziya Gökalp müzesinin olduğu sokak başına gizlenir, onu izler bütün bir ekmeği kısa sürede bitirir. 8 yaşındaki çocuğun yanına gelir, kimin çocuğu olduğunu öğrenmeye çalışır.
Fırın çalışanları onun kimsesi olmadığını fırın kapanınca depoda un çuvallarının üzerinde uyuduğunu, Liceli bir köylünün Tehcirde bu sahipsiz bir çocuk bir aile tarafından getirip bizim köye bırakmışlar der. Kabi (Bagıvar) Ben bakamam, şehere bırakayım der.
Ben onu tanıdığımda yaşlanmıştı, zor yürüyordu. Diyarbakır Mardinkapı’da Dedem Kahveci Abbasın parkına (Eyvana Abbas) gelir, çayını içerdi. Dayım para almazdı. Ona kebap ısmarlardı. Asla dilenmezdi. Elinden bir şey yenmez, kir pas içerisinde gariban biriydi.Şeyhmus amcanın akrabası Asiye bacı onun zift gibi mintanlarını yıkasa da,bir süre sonra da aynı durumu dönerdi. Sabahları ben ona çay verir, fırından yarım ekmek alırdım. çok garipti peyniri az yerdi.küçük bez bir torbadan isot biberi çıkarır ekmeğin içine serper öyle yerdi.
İstanbul’da Diyarbakırlı Aktör Sami Hazinses’in bir gazeteciye “Sizden ricam benim Ermeni olduğumu öldükten sonra yazın.” dediğini ölümünden sonra gazeteciler yazmıştı. Diyarbakır Cumhuriyet ilkokulunda okumuş, daha sonra eğitimini İstanbul’da tamamlayan eski Ermeni Patriği Aram Ateşyanhalen youtubede yayında olan videoda “ Başta ablam ve çocukları Müslüman oldular. Birçok yakın akrabam hacca bilegittiMüslüman olarak yaşıyorlar.” diye açıklamıştı. Cuma namazı öncesi yıllardan beri geleneğimizdir, yarım saat önce gider. Oranın müdavimi yaşlı büyüklerimizle sohbet ederiz. Onlardan Diyarbakır yakın tarihini ve dini bilgileri öğreniriz. Onlarda bazı ailelerin sonradan Müslüman olduklarını söylerlerdi.
Gelelim henüz tam doğrulamadığım bir gerçeğe; Bende bu yaşam öykülerinin birisiniikinci versiyonunu 1990 senesinde Ulu cami müdavimlerinden arkadaşım bir esnafla sohbet ederken kimsye söylememem şartıyla bana kendisinin dedesinin aslen Ermeni olduğunu söyledi. Dedesi Müslüman olduktan sonra Haydo Dede’yi dükkânına çağırır lokantadan yemek ısmarlardıgını. Dedeme “Neden ona torunlarına gösterdiğin ilgiyi gösteriyorsun” diye sorduğunda Diyarbakır’da tehcir anlamında kullanılan kafle’yi kastederek “O garibanın teki, ailesikafle’denolduğunu şahidim.,Haydo’yuşe herde terk edip gittiler. Burada esnaflar sahiplendi. Dükkânlarda yatıp kalktı. Genç olunca köylerde ırgatlık yapardı.
Dedemin kahvesindeki Berber Turan, Kasap hatip ve Nureddin dayımdan öğrendiğim kadarıyla Haydo Dede’nin tek becerisi yazın Tilalo (Karaçalı) Kıtılbıl (şimdiki Dicle Üniversitesinin arazisi) gezer, ırgatlık yapar, Kurbanda hayvan derilerini yüzer, yüzdüğü hayvanların derilerini salahanada (mezbahane) satar, kazandığı cüzi parayı ’Kahveci Abbas’ın ekmeğini çok yemişem" der. Dedeme minnet borcundan dolayı dayımın çocuklarınaharçlık verirdi. Bazende mahallenin çocuklarına bir tepsi elmalı şeker alıp dağıtırdı. EvetHaydoDede şimdi Mardinkapımezarlığında yatıyor. Onun hangi dine inandığını hiç kimse bilemedi. Zaten o kadarlık bilinci yoktu. Hayatında okula gitmedi. Okuma yazması da yoktu. Ne kiliseye ne camiye gitti. Şimdi Müslüman mezarlığında ebedi uykusunda yatıyor.İnanın mezar taşını kimse yaptırmadı. Ninemin mezarına yakındı. Sonradan yerini dekaybettim. Belki de yer yokluğundan birisi üzerine gömüldü. Günümüzde cebindeki parasını son kuruşuna kadarçocuklarla paylaşan kaç tane gariban gördünüz, Dünyada hiç dikili ağacı bulunmayan, paylaşmayı bilen gönlü zengin bir garibanHaydo Dedeyi artık hatırlayanda yok!
Görseller: Ömer Işık, Cemal Hataylı