İkinci baskısı çıkacak “Diyarbakır Kızı İrma” anı romanımdan neşeli bir bölüm. Okumadan önce Seylan çayınızı demlemeyi Karpuz çekirdeğini kavurmayı unutmayınız.

1968 Diyarbekir’inde her evde banyo yoktu. Hamamlar erkek ve kadın hamamı diye ayrılırdı. Hamama gitmek hanımların bütün günleri aldığından bunun bir kısmını eğlenceli hale getirmek gerekliydi. Her Cuma sabahı Remziye Hanımın bohçalarını düzenli olarak Melikahmet hamamına götüren Natra’ları(hamam bohçası taşıyan kadınlar) gören ev taşınıyor sanırdı. O günün sabahında büyük bir telaş yaşanıyordu. Herkes sabahtan ayaklanmıştı. Evin kaynanası olan Nono dada lakaplı Ebe Kamile Özavci yine gelinine emirleri sıralıyordu. ‘’ Gün öğle olmişsoyha Remziye yatahtayati, hadekagçocuhlara biraz şire üzümü koy, habenisk çorbasını yap, hemamdan gelince hazır olsun’’ Hamama gidecek eşyalar kocaman bir çarşafın içine konuluyordu. Diyarbekir hanımlarının hamamda vazgeçilmezi Bakır kildan kabına lif’ini, ikisi farklı dişleri olan fildişi taraklar, lif kesesini topuk taşını, Job marka jilet konuldu.Bakır kabtan kildanın kilidi kapatıldı.

Remziye hanım Henüz kimyasal şampuanlar tanışmadığından daha sağlıklı olan hakiki zeytinyağından yapılmış yeşil Nizip sabununu, mayhoş elmayı, Ergani şire üzümünü Oya iğneleriyle süslenmiş nakışlı çarçafa koyup bağladı.  Kurnada oturmak için En üste iki adet ahşaptan yapılmış hamam tahtasını eklemeyi unutmadı. Hamama götürecek hizmetli NatraGulêBaco’ya teslim etti. Komşuları İrma hanımda aynı telaş içindeydi. Bekâr olan kız kardeşi Şake sordu? ‘’Hemamtorbasinihazirliyam,  ne bırahayım içine?  İrma çok kızdı. ‘’ Gelinlik kız oldun, ma niye bilmisen, o boyda kalmiyasan. AyşoBaco gelir şimdi. Kilimi,  Kımıtlarimizi (büyük boy havlu), hemamtasinı, badiyeleri, kildani, eyicene yerleştir bohçaya. Elin tez tut’’

O sırada Zaza Menevşe Hanım da kapıdan onlara laf yetiştiriyordu. ‘’Kolay gele bacım, işiniz bitmedi? Ben düneginhemamagettim, sen göreydin, ele kalabalıktı anlatamam. İnsanlar tıkış tıkış, tas tasın üstüneydi, helal gettim, heram geldim. Allah o mıtrıpkarilari ala belki. Bi tas su için (çekiş) ediler.’’ İrma hazırlanırken bir yandan laf yetiştirmeye çalışıyordu. ‘’Yohkomşi bizim günümüz de o karilaryohtur. Benim curunum (kurna) özeldir, İstisen sende gel hemam parani verirem’’

İrmanın hamam bohçası daha gösterişliydi. Hamama giden kadının bohçasının rengine, kumaşın türüne ve bohça üzerindeki nakışa bakarak onun sosyal konumdaki yerini kestirmek mümkündü. 1968 yıllarının Melikahmet hamamında Gulêbaco hamama gidecek olan ailenin evine gider, bohçasını alıp hamama getirerek yerlerini ayırırdı. Hangi ailenin hangi gün hamama geleceğini biliyordu. NatraAyşobaco, NatraGulê  ağırlaşmış bohçaların yüklerin altında önden yavaş yavaş yürümeye başladılar. İrma, Süryani Sare Hanım, Zaza Menevşe, Saripişonun annesi Remziye Hanım  ilerlemeye başladı. Diyarbekir Geleneklerinin vazgeçilmezi Halvetiyle Natra’sıyla, tellakıyla takunyasıyla tepeden tırnağa güzel bir hamam sefası yapmaya gidiyorlardı.

Osmanlı döneminde salgın hastalıklarından kentte yaşayanları korumak için şehirde her kapının yakınında bir hamam vardı. Diyarbekir’e gelen yabancıların bulaşıcı hastalık riskine karşı zorunlu olarak yıkanması şarttı.  Yoksa şehre girmelerine izin verilmezdi. Diyarbakır surlarında kente girişi sağlayan eski adı Rum kapı olan Urfakapı'nın yakınında hamamlardan birisine gidiyorlardı. 15 yüzyılda Melek Ahmet Paşa tarafından yapılan bu muhteşem eserin içinde o günkü curcuna başlamıştı. NatraAyşoBacoİrmanın Bohçasını hamamın tahta zeminine kendisi teşrif etmeden önce açtı hazırladı. En altta evdeki çaputlardan dokunmuş bin bir renkte hamam kilimini üstüne beyaz saten döşeme onun üstüne de Abbas Ağanın küçük kızı Nurhan Hanımın, Kuşkusuz Diyarbekir’in en güzel gözlere sahip bakışlarıyla bir haftada özenle işlediği, düğününde hediye ettiği oyalarla süslenmiş çitmeyi özenle serince kocaman bir demir lira bahşişi hak etmişti.

İrma altta beyaz peştamal onun üstüne aynı zamanda Osmanlı saraylarının gözdesi olan 16. yüzyıldan beri Diyarbekir’de dokunan el tezgâhların da dokunmuş padişahların da değerli giysileri olan kutni kumaştan renkli peştamalı vücuduna sardı. Telkari ustası Süryani Samuel’e modelini tarif ederek yaptırdığı kendisinin çocuklarına gül, çiçek ve sevimli hayvan motifleri ile süslü gümüş kakmalı nalınları giydiler. Zenginle fakirin ayırımının daha fazla olduğu hamam sefalarında İrma’nın kardeşi Şakede daha pahalı olan halhallı, Sedef kakmalı nalını giydi, tahta nalınlı Zaza Menevşe’yi kıskandırmak için bir mani söyledi.

"Ayağına geydim sedef nâlini

Guşandım belime Acem şâlini

Aşka düştüm kimse bilmez hâlimi"

Şake ve İrma süslü püslü üç kızı resmigeçide hazırdılar.

Alipaşamehleliler birbirlerini dürterek beline kadar sarı saçları, endamlı yürüyüşüyle sanki sahneye çıkan İrma ’in ardından baktılar. ’’Haço gene havasını ati’' diye fısıldayan kıskanç bakışlar altında hamamın soğukluk bölümünden geçti. Hiç bir ressamın çıplak olan İrma’yı Antik Yunan’dan beri ruhani olarak bilinen güzelliğin takipçisi nü tablosunda ihtişamlı bir şekilde resmedemezdi. İrma üç kız çocuğu Maria, Arşaluys. Kucağındaki iki yaşındaki Anjel ile aylık kapattığı curununa (kurna) buğulu sıcakların içinde doğru ilerledi. Kildanı, gümüş hamam tasını, hamam tahtasını Gulêbaco önceden curununa bırakmıştı. İrma hamam tasına bir miktar kuru kil koyup sulandırdı. Saçlarını killi bir toprakla yıkadı. Daha önce yeşil Nizip sabunuyla yıkanmış saçlarına çamur halindeki kilden avuç avuç sürüp, sonra da başının üzerinde toplanarak kille iyice çitiledi. Çitilenmeden sonra, saç suyla iyice duruladı. Kil saçlara parlaklık ve yumuşaklık verdi. Artık daha güçlü saçları vardı. Son kez yıkanıp Çıkma zamanı geldiğinde Hamam sefasının sonuna gelmişti. Musluğun altına tuttuğu hamam tasını diğer eliyle kırk defa vurdu ve sonra da tastaki suyu başından aşağı döktü. Böylece kırklandı, paklandı. Son sular dökülürken NatraGulêbaco elinde kımıtlarla (havlu)  bekledi ‘’Şifalar olsun, İrma Hanım’’ dedi. İkinci bahşişini Sümerbank basmasından yapılmış kesesine koydu. İrma etrafa gözünü gezdirdi, kendisinden yaşça büyük tanıdıklar aradı. Sırayla mahallenin yaşlılarına eğilerek saygı gösterdi.’’Eliziöpmüşem’’ dedi. El öpende sayılırsa hepsinin ayrı etnik kökenleri farklı dilleri olmasına rağmen Bu eşsiz karışım olan Türkçe, Farsça, Kürtçe, Ermenice, Süryanice, Zazaca‘nın müthiş karışımından oluşmuş Diyarbekir şivesi aksanlarıyla karşılık verdiler.

AltuncuZülküfün eşi Hacı hanım ‘’Yüzün öpmüşüm. Maşallah kız bemuradolmayasan (mutlu olasın) görisen üç çocıgsahabi sanki hala genç kız gibi duri’’ İrma Hamamda yıkanmış ve üzerindeki nemin kuruması için kendisine ayrılmış özel bölümde dinlenmeye çekildi. Zaza Menevşe ‘’saç bağın gümüşlerem ‘’ diyen türküyü hatırlatan, gümüş boncuklardan saç bağıyla İrmanın saçını örmesine yardım ediyordu. Melikahmet hamamı aslı bulunmaz mimarisine sahip olmakla beraber bu şahşahalı günlerinin bitip virane olup üstüne beton dökülüp ebediyete kadar susturulacağının, mis kokulu bu hanımların tenlerinden dökülen zeytinyağlı Nizip sabunu kokan suların yerine peynir satıcılarının pis kokulu atık sularının döküleceğinin farkında değildi.

Aynı günde Süryani Sare Hanım’ın ortanca kızı Ardanuş’un gelin hamamı olduğundan Hamam o gün tarihi günlerinden birini yaşıyordu. Gelinin haftası olduğundan hamama getirdiler. Ardanuş’a gelinlik giydirdiler, Süryani genç kızlar şamdanlardaki mumları yaktılar, ilahiler eşliğinde curunları bir bir dolaşıp büyüklerin elini öptüler. İrma’ın Bedeni tertemiz olmuş, kötü kokulardan kurtulmuş sıra ruhunu arındırmaya gelmişti. Pembe kadife kımıtlarına sarındı udunu elini aldı. Süslü Meyro evden özellikle getirdiği, eğişiyle, (soba maşası) diğer genç kızlar hamamtasıyla eşlik ettiler. Eğlence başladı. Mayhoş elmalar, domatesli kebaplar şireli üzümler ve patlıcan turşuları yenirken herkesi nağmeleriyle coşturdu.

Gelinlik kızların artık kaynana arama zamanı gelmişti. Arap Maviş ile Süslü Meyro karşılıklı oynamaya başladılar. Aslında onlar karşılıklı oynayan mahallenin aralarından su sızmayan iki arkadaş gibi gözükmesine aldanmamak gerekirdi. Neticede hangisinin daha önce evleneceğine dair dedikodular ve bahse tutuşanlar işi daha da körüklüyorlardı. Müziğin ritmine uyup ama bir yandan onlara alkışla tempo tutanların söylediklerine kulak kabartıp, her kafadan çıkan ortalığı kızıştıran sesleri de az çok duyuyorlardı. Remziye Hanım ‘’Ha bu Meyro fettandır, Vallahheç güzel degel ibrettir, (çirkindir) Mavişte ay parçasıdır’’ İrma da ‘’Bu Maviş güzelde bacakları çırpi gibi ayni sıtara ağacına benzi’’ Süryani Sare Hanım ’’Meyroda yata yata lehpo (şişman) olmiş, dam loğınadönmiş, bu kız evde kaldi.’’ dedi.

Herkesin yüz hatlarına bakınca gözünü   Mavişin önüne geçmesi için Süslü Meyro’unun başka hünerlerini ahaliye göstermesi gerekiyordu. Cesareti sonsuz olan Süslü Meyro omuz hizasındaki ipek peştamalı usulca beline kaydırdı. Göğüslerinin bütün ihtişamını vücudunun bütün zarafetini temaşa edenlere sundu. Oğlan analarının gözünün içine cüretkâr bakışlar atıp. ‘’Sen bele endamı heç gördün’’ Dercesine gerdan kırıp, çirtik (göbek) atınca, kendisinden daha güzel yüz hatları, peştamalı sıyırma da korkak olan Maviş’e ait olan bütün bakışları kendine çevirdi. ''Ey ahali..Ben bu göstekten daha evvel evleniyem, Heberiz olsun'' diye konuşmasa da herkes gereken mesajı almıştı.  Gelin beğenmenin yolu yordamı başlamıştı. Melikahmet hamamı Birbirinden güzel Diyarbekir kızlarının Üzerlerine kubbesinin güneşin ışığını tılsımlı bir ışığa çevirip. Yuvarlak cam pencerelerinden yansıyıp düşen ışık huzmelerini gönderip, adeta onlara doğal bir ruhani ışık verip, sanki çıplak tenlerinin daha da büyüleyici olmasına katkıda bulunuyordu. Sarıpişo ölmeden önce cenneti gördüğünden gözlerini açmış, tüm anları zihnine kaydetmeye çalışıyordu. Dokuz yaşında hurileri gördüğüne çok sevinmişti.

Müslime Hanım oğlu CümbüşcüErcan’a  döşürüklü! (düzenli, Tertipli) bir kız arıyordu.’ Menevşeyi dürterek sordu. ‘’Ha bu süslü Meyro nerde oturi diyerek’’ Menevşenin içinde saklı duran çöpçatanlık hevesini harekete geçirdi. Menevşehanımda Meyronun diğer marifetlerini ekleyip gelin taksisine giden yolu kısaltması gerekmez miydi? ’’Vallahi güzel kızdır, Hem hünerli hem de avrattır, Cemil Paşa Konağının arhasında Hanbelî küçesindeoturi, anasıda arhadaki kırmızı kımıtli olandır.’’ diye işaret etti. Behire Hanım başka gelinlik kızlara bakmaya başlamıştı. KelepereHeyriye’in kızı Mavişi gözüne kestirmişti. Remziye Hanıma ''Bu kız nerde oturi'' diye sordu. Diyarbekir’in oldukça dar olan labirent gibi sokakların tarifi bir başka oluyordu. Remziye Hanım oldukça kolay! Bir tarif yaptı. ''Heyran Tümesin fırınını sağ koltuğana (tarafına) al. Lalebeg caminin ordakiBozogilin evini, AllafYaşo’nunküçesini de geçisen, Şillegilin örtmesinin altından geç, on adam boyiyüri. Sağdan üç şakşako say (kapı tokmağı) kürsünün üzerinde sırmalı abalı bir dede görecahsan, onun ögünde oturduğu sarı boyalı ev Meyrogilin evidir.''

Görseller : Antika Kildan ve Nalın İstanbul Şafak müzayedeyt ve Meklikahmet Görseli için Mücadele gazetesi Remziye Çelik’e teşekkür ederim.