Diyarbakır’da da Ashab-ı Kehf’in bir mekânının bulunduğu, mevcut mekânlar arasında Kur’ani ifadeye uygun emarelerin ağır bastığını artık bilmek gerekir.

Bu konu hakkında yazılmış makalelere ve kitaplara baktığımızda Diyarbakır’daki mekânın ismen bile geçmemesi üzücüdür. Afşin’deki mekânı ziyaret ettiğimizde bize verilen bir kitap çalışmasında Diyarbakır’ın isminin yer almaması üzerine, ilmî olarak bu eseri kaleme alan yazarı eleştirdiğimizde tepki almış ve bu çalışmanın en iddialı eser olduğu vurgulanmıştı. 
     
Afşin ve Tarsus ilçesi arasında geçen Ashab-ı Kehf konusunun mahkemelik oluşu, günlerce medyada yer alması, bizce bu mekânların turizm kaygısıyla ön plânda tutulduğunu gösterir. 

Diyarbakır’daki Ashab-ı Kehfimiz, yılda bir toplanan ve bu geleneği yüzlerce yıldır sürdüren halkın sayesinde unutulmamıştır.

Osmanlı Salnameleri’nde de yer alan mekâna dair fazla bir araştırma yapılmamış oluşu da üzücüdür.

Öncelikle bu alanın çevresinde ıslah çalışmalarının yapılması ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesi gerekir. Bu mekânın tanıtımının yapılmamış oluşu eksikliktir. 

Konu hakkında yaptığımız araştırmalar yeterli değildir, yeterli bulunamaz. Eserlerin bazılarında Ashab-ı Kehf’e dair bilgilere rastlanmamakta, kimi şehir haritalarında Dakyanos Antik Kenti’nin Kulp ilçesinde gösterilmesini garipsiyoruz. 

En son 2008 Haziranında basılan bir turistik haritada Dakyanos Antik Kenti, Kulp ilçesinde gösterilmiştir. 

İşte bizi bu konuya bağlayan ve yıllardır anlatmaya çalıştığımız Ashab-ı Kehf’in Hikâyesi budur. 

Diyarbakır’daki mekâna gönülden bağlanmamızın sebebi budur. Afşin’de, Tarsus’ta, Manisa’da Suriye’de ve diğer ülkelerde de olduğunu bildiğimiz mekânların arasında Diyarbakır’ı da artık görmek istiyoruz. Çünkü bu kâdîm şehir, tarihe ve kültüre tanıklığı binyıllardan yüzyılımıza gelen Diyarbakır, tanıtılmalı, değerleriyle anlaşılmalıdır. Elbette bu tanıtım da doğru biçimde yapılmalı, yanlış bilgileri içine almamalıdır.

Ashab-ı Kehf’ten ismini alan bu sûrenin 9-27 ayetleri meâlen verildi. 

Biz, bu mekânın yerinin belirsiz bırakılmasını, İlahî bir sır olarak görmekteyiz. Amaç, bu olay her yerde canlı olarak bilinsin ve Ashab-ı Kehf asırdan asıra belleklerde yer alsın, hafızalara kazınsın. Ondandır, dünyanın bir çok ülkesinde ismine mağaralar hazırlanması, icad edilmesi. 

Kur’an-ı Kerim’de uyarılan Peygamberdir ve kendisine yapılan uyarı budur: De ki: ''Onların sayısını en iyi bilen Rabbim’dir. Onları pek az kimseden başkası bilmez.

Bunun için ey Muhammed! Onlar hakkında, bu kısaca anlatılanların dışında, kimseyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma.''

Biz, bu ayetin hükmü ortada iken ne diyebiliriz? Amacımız bu uyarının dışına çıkmamaktır, bugün. Fakat bizim vardığımız sonuç ortadadır.

Güneşin doğuşunu da batışını da seyrettiğimiz yerde âyetin hükmüne tanıklık ettik. 

Umarız ki tespitlerimiz doğruya yakındır ve bu ortaya çıkarsa, çıkartılırsa ilim dünyasına 21. Yüzyılda farklı bakış açıları getirir. Allah u âlem!…

BİTTİ