Size bu tatil gününde eğlenceli, hem de içinde bir hayat dersi olan bir anıyı yazayım diye düşündüm. Ağrı’nın Patnos ilçesinden bir köylünün İstanbul’a ilk kez geldiği günü ve bir doktora olan gönül borcunu nasıl ödediğini anlatmak istedim. Günümüzde kul hakkı, rüşvet yiyen, aldığı nemalarla haram pirzola yiyen insanlar belki bir kıssadan hisse çıkarırlar.

Yoğun bir iş günü doktorlara yeni çıkan bir antibiyotiği tanıtmak azaltılmış numune ilaçları dağıtıp, aynı ilacı yüzlerce kez anlatmaktan yorulmuştum. 1986 yıllarında S.S.K. kendi İlaç fabrikası vardı. Sigortalı olanlara hastane içindeki eczaneden direkt ilaç veriliyordu. Bazı ilaçları da özel ilaç fabrikalarından direkt alıyordu. Okmeydanı S.S.K.  hastanesinin Baş Eczacısını ikna edip yüklü miktarda sipariş almıştım. İstanbul 4.cü Levent fabrika binasındaki odama geldiğimde çayımı içip, alacağım kaymaklı primi düşünüp hayaller kuruyordum.  Girişteki müracaattan Arkadaşınız Şehmus geldi dediler.  Mesai bitmişti hemen gidip karşıladım. İstanbul’a gezmeye gelmiş bir akrabasının yanında kalıyordu.  Niyetimiz Galata köprüsü bir kat altındaki balıkçı lokantalarında balık ve meze ziyafeti çekmek, Eminönü sahilde sıfır Şerbetçi kafeterya’da geçen gemilere bakıp kahve içerek geceye devam etmekti. Diyarbakırspor eski başkanı Yaşar Şerbetçi abemiz oradaysa biraz onunla muhabbet etmeyi düşünüyorduk.

Çıhmışam Başhekimin Huzuruna

Şehmus biraz midemden rahatsızım tanıdık bir doktor var mı diye sordu. Haseki hastanesinden Dr. Özcan Nazlıcan’ı ankesörlü telefondan aradım. Çapa semtinden bir dahiliye uzmanı doktorun ismini verdi. Sağ olsun Dr. Emin Bey özel muayenesinde Şehmus’a ilacını yazdı. Doktor daha önceden de ahbaplığımız vardı, bizi bırakmadı personeli çay getirdi sohbet etmeye başladık. Onun başka hastası kalmamıştı. Eşi de kadın doğum uzmanı olduğundan onun son hastasının muayenesinin bitmesini bekliyordu.

O sırada kabul bölümünden içeriye şalvarlı, sekiz köşeli kasketiyle halinden şivesinden bizim oralı olduğu anlaşılan bir köylü girdi. “Dohtor Zehra Hanım burdamiii” diye yüksek sesle sorunca hepimiz irkildik. Kadın personel  “Sessiz olunuz, şu an hastası var bekleyiniz” diye uyardı. Belli ki yorulmuştu nefes nefeseydi. Elindeki tespihi çekerken, serpuşuyla terini sildi. Emin Bey doğal olarak şu soruyu sordu. “Doktor Hanım kadın doğum uzmanı yanınızda kadın hastada yok, ne işiniz vardı.” Köylü biraz asabiydi “Sen kendi işine bah, benim işim Dohtor hanımla” diye yüksek sesle cevap verdi. Beklemeye devam etti. Emin bey bekleme salonundan kendi odasına gelip bizlere sordu. “Çocuklar garip bir durum var, bir yere gitmeyin, daha önce ex olan (ölmüş) bir hastanın yakını olabilir.” dedi. Bence hasta çıkınca onu görmesini engelleyelim.”  

O sırada Zehra hanımın odasından iki kadın çıktı. Adam yerinden fırlayıp aniden muayene odasına girdi. Emin Bey dogal  bir refleksle orada bulunan motorsuz basit Gırgır süpürgesinin sopasını alıp arkasından içeriye girdi. Bizlerde arkasından girdik. Köylünün kötü bir niyeti olmadığını anladık. Cebinden tam bir Cumhuriyet altını çıkardı. “Dohtor hanım uzah yoldan seni görmeye geldim, ha bu altın senindir” hızla odadan çıkıp bekleme salonunda heybe getirip açtı içinde basma bezlere sarılı bir kaç kilo ceviz ve sizlerin susamlı pestil, bizlerin şivemizde küncili Bastêq dediğimiz yemişi getirmişti. “Bunlari çoluk çocuğunla afiyetle ye, ben gidiyem.”  Dedi.

Doktor Emin bey, köylüye “O kadar bekledin, dur bakalım bir çay iç öyle git. Kimsin, nesin, nereden geliyorsun, bir anlat bakalım” Köylü Emin Bey’i şöyle bir süzdü. “Tamam, şimdi hetirledim, sen dohtor hanımın kocasısan, siz Ağrı merkezde beş yıl evvel sizin özele gelmiştim. Sen beni tanımadın.”

Adamı zorla oturttuk.  Yarı Kürtçe, yarı Türkçe meramını anlattı. Şehmus Kürtçe söylenenleri çevirince Doktor Zehra Hanım’da hatırlamıştı. Salih Abe Patnos’luydu. 1980 yıllarında Hanımını Ağrı’ya getirmiş, muayenesi bitince parası çıkışmamıştı.Doktor Zehra Hanım  “ Senin daha eczaneden ilaç alman lazım, bir dahaki gelişinde bana ödersin.”demişti. Salih Abe köyünden bir dahaki gelişinde tayini çıkan doktoru bulamamıştı. Bu iyiliği karşılıksız bırakmak istemeyince. İstanbullara gelip onu aramıştı. Doktor Zehra Hanım almak istemese de Salih abenin “sizden sonra durumum çok düzeldi. Bu altını rica ediyem alın” diye ısrarla kadife kutudaki tam altını verdi.

Manisalı Doktor Zehra Hanım’ın gözleri dolmuştu. “O kadar yoldan zahmet etmeseydiniz, ben çok hastaya böyle söyledim, amacım para beklentisi değildi.” Sonra bizlere döndü. “Aslında bunun bir efsane söz  olmadığını sonradan anladık,  Ağrı’ya tayinimiz çıktığında neden biz diye, oraya ağlayarak gittik, bu güzel insanlardan niye ayrılıyoruz diye ağlayarak döndük. “ Duygulu birkaç anıyla daha örnek verip, sohbet ettik. Doktor Zehra Hanımın çocuğunu kreşten alıp eve gitmesi gerekiyordu. Dr. Emin Bey bu iyiliği karşılık bırakmak istemedi hepimizi yemeğe davet etti. Benim tavsiyemle Aksaray’da bulunan “Neden Urfa” adlı meşhur ocakbaşında muhabbete devam ettik. İnternet diye quzzulkortun (zıkkımın dibi) olmadığı yıllarda birisini bulmak için tek seçeneğin PTT nin yayınladığı ancak Altın Rehber inde olursa bulunabildiği yıllardı. Bulsanız bile telefonundan ulaşmak bile zordu. Dr. Emin bey’in aklına takılan soruyu Salih Abeye sordu. “Biz Ağrı’dan sonra tayinlerle epeyi yer değiştirdik. Sen bizi bu koca İstanbul’da nasıl buldun.” İşte bu sorunun cevabını arkadaşlarıma yüzlerce kez şiveli bir şekilde anlattıkça artık ezberledim. Beni tanıyan dostlar herhangi bir sohbette “Hele Ağrılı Salih abeyi anlatsana” derler. Bende aynı şive aksanıyla anlatırım. Yalnız konuşmada her cümlenin sonunda  “Çıhmışam başhekimin huzuruna”  cümlesini fazladan yazmadım. Salih Abenin anlatışını bozmamak adına aynen yazıyorum.

“ Dohtor beg, Ben birez varlıklı olunca bu gönül borcumu ödemek istedim. Sizi bulmak için on gündür yollardayım. Önce Ağrı devlet Hastahanasına gettim. Çıhmışam başhekimin huzuruna. O demiş ki Dr. Zehra Hanım Tayini Samsun Çarşamba’ya çıhtı. Getmişem Çarşamba Devlet Hastahanasına, Çıhmışam başhekimin huzuruna demiş ki, Onların tayini Konya Ermenek ilçesine çıhtı. Getmişem Konya’ya  . Çıhmışam başhekimin huzuruna Başhekim beg demiş ki İstanbul Haseki Hastanasına getti. İstanbul Topkapı’da Anadolu garajında yendim. Haseki Hastahanasını sordum sora sora orayı buldum. Çıhacahtım başhekimin huzuruna kapıdaki hademe mesai bitti yarın gel dedi. Başhekimde yarın gelir, Dr. Zehra hanımda yarın gelir. İstisen birez ilerde Çapa kilim pastanesine get, hemen onun yanında özel muayenesi var. Kime sorsan gösterir dedi. Buraya gelince o pastacı yanımızdaki binadalar  dedi, aha da sizi bulmişam”

Dr. Emin Bey gülümsüyordu; “İyi ki sana bir kötülük yapmamışız, yoksa halimiz dumandı” Salih Abemizin tarihi cevabı ile yazımıza noktayı koyalım.

“Dohtor Beg sen daha Kürtleri tanımamışsan. Sen bahan bir kötülük yap Afrika’da yamyamlara da getsen seni bulurdum, sen bi eyilik yap, borcumu ödemek için mesarıf eder Emerikayada gelirdim.”