Diyarbakır’da sofralarda iftar tek başına açılmazdı.  Bilakis iftar sofraları, misafirsiz olmazdı diyebiliriz.


KOMŞU PAYI DOLAPLARI VARDI

Bazı Diyarbakır evlerinin mimari yapısından dolayı genellikle komşu evin mutfak duvarları bir birine bitişik olurdu. Bu iki duvar arasında da “komşu payı dolapları” olurdu. Bu dolaplar ahşaptan silindir şeklinde olur, sırt sırta iki bölmesi olacak şakilinde yapılmışlardı. Komşunun biri, bir bölmesine, o akşam evde pişen yemeklerden tabak koyar, dolabı yavaşça çevirir, birkaç saniye sonra o yemek dolu tabaklar, bitişik komşunun mutfağında görülür, komşu; bitişik komşusu tarafından ikram edilen o yemekleri alır, bu defa kendi mutfağında pişen yemeklerden tabaklara bırakır yine o dolaba koyar, yavaşça çevirir böylece komşusuna mukabelede bulurdu. 

Ayrıca, “komşu payı dolabı” olmayan evler, yaptıkları yemeklerden Ramazan ayı boyunca hemen, hemen her evden, yapılan yemeklerden iftara yakın saatlerde üstü örtülü tepsiler içinde evin çocukları komşulara, fakir ailelere götürürlerdi. Bu ikramlar iftardan kısa bir süre önce yapılmaya başlardı ki yemekler iftar anında sıcak, sıcak yenebilsin. O anlarda sokaklar cıvıl, cıvıl olur, herkes bir birine yemek taşır, tatlı bir telaşla çocuklar karıncalar misali koşuştururlardı. 

Bu şekilde komşular arası karşılıklı ikramlar olur, sofralarda o gün pişen yemek dışında beş altı çeşit yemek olurdu. Ev halkı kendi pişirdikleri yemeklerin dışında başka, başka yemekleri de yeme imkânı bulurlardı.

TERAVİH NAMAZINA GİDİLİRDİ


İftar açıldıktan sonra da tabi ki teravihe gidilirdi. Ramazan'ın en güzel ve en önemli unsurlarından biride de şüphesiz teravihtir. Bunun için tıpkı evlerde olduğu gibi, camilerde de ramazana birkaç gün kala kapsamlı bir temizlik yapılır, halılar temizlenir, avlular, şadırvanlar yıkanırdı. Etrafa miski amber kokuları serpilirdi, her taraf mis gibi kokardı. İnsanlarda tertemiz pırıl, pırıl teravihe gelirlerdi. 

Mahalle erkekleri haberleşir birlikte teravih namazına giderlerdi. Her akşam bir başka camiye gitmek sevap sayılırdı. Babalar çocuklarını bazen beraber götürür yol boyunca da Camide nasıl davranılması gerektiği hakkında öğütler verirdi.

Tabi çocuklar da aynı şekilde teravih için camilere koşarlardı. Çocuklar evde, sokakta oyun oynarken nasıl sevinip mutlu oluyorlarsa, teravih namazını kıldıklarında da öyle sevinip mutlu olurlardı. Cami avlusu içinde koşup oynuyorlar, büyüdüklerini hissediyor, bundan sonra “bende daima camiye gelmeliyim” hissi doğuyordu kendilerinde. 

Teravih namazında müezzinler, hep birlikte tekbirler ve salavatlar okur, cemaati adeta coştururlardı. Cami tıklım, tıklım olur adeta adım atacak yer olmazdı. Namazlar büyük bir muhabbet, sevgi ve huşu ile kılınırdı. 

Ayrıca camiye gelen cemaatten biri caminin giriş kapısında durur, elindeki esanstan camiye giren her kese ikram eder, giren herkesin ellerine sürerdi. Bu sayede caminin içi mis gibi kokar, manevi bir atmosfer oluşurdu. 

Ramazan’da Kur’an’lar okunur, vaazlar yapılır, dini sohbetler yapılır ve bu sayede insan hem ahlaken, hem bedenen yenilenirdi. 

Teravih namazları bittikten sonra, cami kapısında alimlerin ve ulemaların bir araya gelerek yaptıkları sohbetler olurdu, ayrıca evlerde de Ramazan sohbetleri yapılırdı. Gündüz kapalı olan kahvehaneler, akşamları açık olurdu. Teravih namazlarından sonra insanlar bu kahvehanelere giderlerdi. Çay içip, sohbet ederlerdi. o kahvehanelerin bazılarında “cenk” okunurdu. Genellikle Hz. Ali’nin cenkleri okunurdu. o cenkler geç saatlere kadar hatta sahura kadar dinlenirdi..

 HAFIZLAR GELİRDİ

Diyarbakır da Ramazan ayı demek aynı zamanda Kur’an ayı demekti. Böyle olunca da hemen hemen her evde, mukabele okunur, hatimler indirilirdi. Evin insanları Kur’an okumasını bilsin, bilmesin mutlaka dışarıdan bir Hafız Kur’an getirilir, Kur'an okutulur ve dinlenirdi.

Çevre il ve ilçelerden Diyarbakır’a gelen hafızların büyük bölümü Siirt’ten yani Tillo’dan gelen hafızlar oluştururdu. Bunlar Diyarbakır’da hem stajlarını yapmış olurlar, hem de para kazanırlardı. Her evin angaje olduğu bir hafızı vardı. Bu hafızlar genellikle Siirt’e bağlı Tillo’daki medreselerde okuyanlardı. 
  
Bunların dışında tabîi ki Diyarbakırlı hafızlar da vardı. Bunlardan bir iki isim vermek gerekirse, hafız Celal Sevimli, hafız Abdullah gibi isimlerdi. Bu hafızlardan bazıları 20 hatta daha fazla evden davet alırlardı. Bir evden çıkıp diğer eve girerlerdi ve iftara kadar anlaştıkları bütün evlerde mukabelelerini bitirirlerdi. 

İftar vakti mutlaka bu evlerden birinde iftar ederlerdi. Ayrıca camilerde de mukabele okunurdu, esnaf kesimi, mukabelesini burada takip ederdi. Bu gelenek hala da yer yer devam etmektedir. Camilerde tanınmış hafızlar ve cami görevlileri tarafından mukabele okunurdu. Bu hafızlar için Ramazanın 27. günü yani Kadir gecesinin gündüzünde Ulu Caminin her üç kapısının önüne seccadeler serilir ve onlar için para toplanırdı. Bu para hafızlar muhtaç olsun olmasın mutlak toplanırdı, çünkü gelenek böyle idi.

Kadir gecesine gelindiğinde mukabeleler bağışlanır ve hafız efendiler ücretlerini alıp evlerine, memleketlerine dönerlerdi. Dönerken de seslerini Diyarbakır’da bırakırlardı. Çünkü sesleri öylesine kısılırdı ki konuştuklarında zor duyulurdu.