Türkiye kadın cinayetlerinin sıkça yaşandığı ülke olarak anılmaya başlandı. Hemen hemen her gün bir kadının yakını tarafından cinayete kurban gittiği haberleriyle karşılaşıyoruz.

Açıklanan son raporlara göre, bu yılın ilk 6 ayında 205 kadın öldürüldü. Kadınlardan 117’si ise şüpheli ölüm olarak kayıtlara geçti.

Cinayetlerin devam etmesi adaletin ve alınan önlemlerin yetersizliğinin açık bir göstergesi. 

Bir yandan kadını yere göğe çıkaran laflar edilirken diğer yandan da, İstanbul Sözleşmesi gibi kadının güvenliğini sağlayacak hukuki temeller bir kalemde siliniyor.

İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede feshedilmesi, kadına ne kadar değer verildiğinin en bariz örneklerinden biridir. 

Bir yanda “kadını koruyacağız” vaatleri verilirken, diğer yanda kadının güvenliğini sağlayacak hukuki temeller bir kalemde siliniyor.

Türkiye'de kadına verilen değer sadece sözden ibaret, icraatta değişen bir şey yok. 

Kadına değer vermeyi sadece lafla sınırlayan bir toplumda yaşıyoruz. 

Dilimizde yer eden o meşhur sözler ne kadar da güzel: "Cennet, annelerin ayaklarının altındadır" deriz. Annelerimiz için “Ana gibi yar olmaz” der, kadınları yere göğe sığdıramayız. Ancak ne yazık ki bu övgü dolu sözler, gerçek hayatta kadını korumaktan ve ona hak ettiği değeri vermekten çok uzak.

Bir yanda kadınları göklere çıkaran sözler, diğer yanda her gün bir kadının hayatına mal olan cinayetlerin yaşanması çelişki değil mi? 

Türkiye’de kadın olmak, bir elinde cennet vaadi, diğer elinde ise can güvenliği tehdidiyle yaşamak demek.
 
Alınan önlemler yetersiz.

Kadını yüceltmek, sadece güzel sözlerle olmaz; gerçek anlamda değer vermek, hayatını ve güvenliğini korumaktan geçer. 

Eğer bu ülkede kadınlara gerçekten değer veriyorsak, artık lafta kalmamalı, icraata geçilmeli.