Kendi sözümüzü dinlemiyoruz. Toplum olarak, dillerden düşmeyen hoşgörü, ahlak ve dini değerlerimizi icraata dökemediğimiz için kompleksten kurtulamıyoruz.
''Hoşgörülü olmalıyız'' deriz, ''ahlaklı yaşamalıyız'' deriz, ''haramdır'' deriz; ama gelin görün ki, iş uygulamaya gelince sözlerimiz buharlaşıp gidiyor. Gerçekten de, söylediklerimizi yapmaktan bu kadar uzak mı olmalıyız?
Ekonomik kıskaçta bir toplum: Ekonomik olarak ağır şartlar altında ezilen bir toplumdayız. Gıdaya erişim zorlaşıyor, alım gücü diplerde sürünüyor, sağlıklı beslenmek lüks olmuş durumda.
Ücretli ve emekli kesim, ay sonunu getiremiyor; fiyatlar durdurulamaz bir hızla yükselirken, maaşlar eriyip gidiyor. Peki, bu kadar zor koşullarda yaşarken, şatafat ve lüks düşkünlüğümüz nasıl açıklanabilir?
Aşiret düğünleri son zamanlarda bu şatafata dahil oldu. Özellikle bu bölgede yapılan aşiret düğünlerinde, şatafat ve gösterişin sınır tanımadığını görüyoruz.
Geline neredeyse ağırlığı kadar altın takılıyor, kameralar önünde paralar sayılıyor.
Bir kesim ay sonunu getiremezken, diğer kesim milyonlarca liralık takılarla boy gösteriyor. Bu nasıl bir gösteriş merakı?
Medyada şatafat ve toplumsal huzursuzluk: Zaman zaman medyada yer bulan şatafat ve gösterişler, toplumda derin yaralar açıyor.
İnsanlar sadece ekmeğin peşinde koşarken, bu gösteriler toplumsal huzursuzluğu daha da artırıyor.
İsrafın İkilemi: Bir yandan ''israf haramdır'' derken, diğer yandan bu kadar israfın yapılması neyle izah edilebilir?
Bu toplum, lafzı bir kenara bırakıp icraata geçmezse, daha ne kadar yoksullaşacak ve ne kadar adaletsizliğe göz yumulacak?
Vicdanın ve gerçek değerlerin sesi: Gösterişin ve lüksün böylesine gözler önüne serildiği bir toplumda, gerçek değerlerimizi hatırlamak ve onları yaşatmak zorundayız. Yoksa, bu gidişatla toplum olarak çok daha derin yaralar alacağız.