Onunla ilk karşılaşmamız kötü bir anıyla başladı. Herkesin Çapa Tıp diye bildiği İstanbul Üniversitesi park yerinde bir şef koltuğunu Tıp Fakültesine nasıl götüreceğimi düşünüyorum. Bir hasta yakını çaresizliğimi görünce ondan yardım istedim. Çantamı o taşıdı, bende büro mobilyacısından aldığım yeni şef koltuğunu başıma geçirdim mikrobiyoloji kliniğine götürdüm. Uzun koridora varınca koltuğu düzelttim çantamı üzerine koydum. Farkında olmadan hızlı sürünce doğal olarak hastane koridorunda biraz gürültü oldu. Dr. Xxxxxx yazan kapıdan girdim. Hocam yeni odanız hayırlı olsun dedim. Akademisyenliğinin başında olan hocamız keyifliydi. Koltuğu döndürüp bir tur atınca.”Tam istediğim gibi, teşekkür ederim.” Dedi. 

Aniden başka bir doktorun içeriye girmesiyle koltukta oturan hoca ten rengi sapsarı oldu. Mahcup bir açıklama yaptı. “Demirbaş bölümünden derisi aşınmış çok eski bir koltuk gelince, sağ olsun Arif Bey yeni bir koltuk hediye getirmiş.” Orta yaşlı hoca o koltuğa tiksinerek baktı oturmak istemedi odaya misafir sandalyesi henüz gelmemişti sehpaya oturdu. “Bizler ne imkânsızlıklarla buralara geldik. Devlet ne verdiyse onu kullanacaksın.” Bende hocayı savunmak için ”Sayın Hocam koltuk çok eskiydi ben teklif ettim” desem de beni muhatap almadı. Bölüm hizmetlisini çağırdı. Koltuğu bu odadan çıkarın dedi. Bana da “Arif! Küçük tavizler, büyük satışlardan umudunu kes, ürünlerin ve tıbbı cihazınızın özelliklerini methederek sat.”  Müdürümden izin olarak aldığım bu hediyeyi şirkete geri götürmek zorunda kaldım. Bir efsaneyle tanıştığımı henüz bilmiyordum. İsmi Prof Dr. Enver Tali Çetin olan hoca Mikrobiyoloji bölüm başkanıydı. Yüzlerce doktora uzmanlık eğitimi vermiş. Enver Tali Çetin 18 Haziran 1926’da Van’da Dünyaya geldi. Arif Hikmet beyin ve İnayet hanımın oğludur.

 1965 yılında ABD’de Chicago Üniversitesi ve ve New York Üniversitesi Tıp fakültesinde Mikrobiyoloji Departmanında görev yapmış. Başta New York Üniversitesi Tıp Mikrobiyoloji Departmanında çalışmış. ABD’de bulunduğu sürede 1965’de yayınladığı başta Pratik Mikrobiyoloji, Tıbbi parazitoloji kitabı olmak üzere birçok tıbbi ders kitabı Türkiye’de tüm tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutuluyordu.  Onun eğitiminden geçmiş onlarca profesör olduğundan ona “Hocaların hocası” diyorlardı. Doğrusu hakkında söylenenlere bakılırsa bu unvanı fazlasıyla hak etmişti.

İkinci karşılaşmamızda buzları biraz erittik. Bana olan soğuk davranışını bir jest yaparak tersine çevirdim. Mikro Elisa dediğimiz bir cihazın kalibrasyonunu yapmak için bir biyolog arkadaşla gittik.  AİDS ve Hepatit gibi ölümcül hastalıklarını teşhisi için kurduğumuz cihazda negatif ve pozitif kontrol kanı gerekiyordu. Negatif kontrol kolaydı, ancak pozitif referans kan yurtdışından gelecekti ve zaman istiyordu. O sıralarda AİDS hastalığı yeni çıkmış Türkiye’de tüm medya bu hastalıktan bahsediyordu. Hemen yakında olan Haseki hastanesi gidip samimi olduğum Enfeksiyon Klinik şefi Dr. Özcan Nazlıcan’a rica ettim. Pozitif bir hastanın kanından bir tüp aldım. Bu kanı getirince test çalışmalarına başladık. Getirdiğim kan 1985 yılında Türkiye’de AIDS hastalığına ilk kez yakalanan Murtaza Elgin’e aitti.

Hürriyet gazetesinden yılların gazetecisi Yener Süsoy ile Hocamızın kapısında karşılaştık. Enver Tali Çetin hoca Yener Süsoy’a şöyle bir açıklama yaptı.”AİDS kan transfüzyonu (değişimi) veya cinsel yollarla bulaşan bir hastalık, el ele temas ile bulaşmaz.bu insana niye cüzzamlı hasta muamelesi yapılıyor.” diye yakınıyordu. Özcan hocanın tüm çabalarına karşın hastası olan Murtaza’yı niye afişe ettiniz. Hasta mahremiyeti niye hiçe sayıldı diyordu. Yener bey “bizim gazete değildi efendim” diyordu. Günlerce manşetlerden inmeyen Murtaza Elgin, “AIDS’li Türk” olarak lanse edip fotoğrafları yayınlanmıştı. Sanat dünyasından birçok arkadaşı olmasına rağmen “AIDS kaparım” korkusu duyan ünlülerin birçoğu İbrahim Tatlıses’in vokalisti olan lakabı Murti olan hastayı evinde ziyaret bile etmedi. Enver Hoca, Dr. Özcan’a yanımda telefon etti. Gelen gazetecileri alma diye tavsiyede bulundu.

Hayatı boyunca basit bir kalem dışında hediye kabul etmeyen hocamız 11.10.2005 tarihinde yaşama veda etti. Öğrencisi olan Prof. Dr.  Haluk Eraksoy  vefatındaki veda yazısından bir bölüm yazalım.

Sayın Hocam, Son anlarınızda ölüme karşı da her zamanki gibi dimdik durduğunuzun yakından tanığı oldum.  Geride bıraktığınız eserlerinizle biz sizi hep aramızda hissedeceğiz. Anabilim Dalımızın kurulmasında ve gelişmesinde büyük destek verdiniz. Kadroların bulunmasına kadar sağladığınız destekle Anabilim Dalımız bugünkü yapısına ulaştı.

Klimik Derneğimiz`in kurucusu, isim babası, 1 sıra numaralı üyesi ve ilk üç dönemin başkanı olarak bugün 1500`e yaklaşan üyelerimiz size minnettardır. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi 14 Mart Amfisi'nde yapılacak törenden sonra Levent Camisi'nde kılınacak öğle namazını izleyerek Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. Hocamızın aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz. Tüm ulusal bilim camiasının başı sağ olsun. Rahat uyuyunuz. Prof.Dr.Haluk Eraksoy 

Bende çok derin izler bırakmış, dürüstlüğüyle, pozitif bilime olan inancını iyi bildiğim hocamızın önünde saygıyla anıyorum. Sonradan Profesör olan birçok doktorun hocamızın Şişli Halaskargazi caddesindeki Özel Çetin Laboratuarının gelirinden burs alarak okuduğuna ben ve  fakültedeki hocalar şahittir. Servetine servet katmak isteyenler, gözü doymaz insanlar olduğu gibi Enver Hoca gibi meleklerde bu Dünyada yaşadı.

Yazımıza noktayı o dönemin tüm mikrobiyoloji hocalarının bildiği hocamıza ait bir espriyle bitirelim. Klinik şefi iken adettendir telefon açılırsa Amerika’dan gelen bir alışkanlıkla kendisini soyadı ile takdim ederdi. Örneğin soyadınız Altınsoy ise Şef Altınsoy diye konuşmaya başlarsınız ya,  o alışkanlıkla Prof Dr. Enver Tali Çetin telefona kendisi çıkarsa ilk cümlesi “Buyurun efendim Ben Şef Tali.” Onunla samimi olan birçok profesörün telefondaki yanıtına kendisi ve yanında olanlar gülerdi. “Memnun oldum, bende çikita muz.”

Görseller Hürriyet Gazetesi arşivi ve fotolar kişisel arşivim.