Geçen yazımda siz kıymetli okurlarıma 1970 yıllarında Diyarbakır’daki müzik kasetli günleri anlatmıştım. Önce 45 lik plaklar, sonra kasetler, Yüzlerce müziği saklayan DVD ve Flash belleklerden, dijital platformlara taşındı. Yakında montlarımızın düğmelerine saklanmış mikroçipten fırlayan üç boyutlu görüntülerle önümüzdeki sanal insanlarla bakıp müzik dinleyeceğimiz günler bence yakın.
Baş döndürücü bir hızla dijital çağ ilerliyor. Sipariş vereceğimiz yemek siparişinin balkona dronla gönderen, Konum attığınızda kapınızın önüne gelecek şoförsüz taksi dronlar Japonya deneme sürüşüne başlamışlar. Bir vasiyetim var ölürsem cenazemi dronla Mardinkapı mezarlıgına götürmeyin. Tekbirlerle üzerinde ayeti kerime yazan dört kolu ahşap kutuda olacak son seyahat tercihimdir. Bir Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptığı gibi mümkünse tek kolum kefenden çıksın, dışarıda avucum çıplak olsun. Herkes görünce “Vay be Diyarbakır’ın yarısı onundu! demek ki bu dünyadan eli boş gitti.” desinler.
Şimdi sizlere 1980 yıllarında Ankara’daki teyp kasetli günleri anlatayım. İkinci romandan yine tadımlık anısı olan yaşanmış bir bölüm. Ben ve hemşerim Şehmus Ankara İncirli’ deki gecekonduda 6 kişi olduğumuz öğrenci arkadaşlarımla yaşarken başımızdan geçti. Diyojen merak içindeydi. Günlerdir evlerini polisler ziyaret etmemişti. Diğer bekâr evleri sık sık gazaba uğrarken fırtınadan önceki sessizlik gibiydi. Mıntıka olarak Keçiören Polis Karakolu’na bağlıydılar.
Diyojen Komiser Ceyar’ı özlemişti. 1980 öncesinin kamplaştığı Türkiye’de Polis karakolları bile ikiye ayrılmıştı Ceyar sağcı bir dernek olan Pol-Bir’e baglıydı. O dönemde solcu polisler de Pol-der olarak örgütlenmişlerdi. Ceyar o son ziyaretinde de hane halkını toplayıp “Eğer yasak bir yayın bulursak sizi Marmara çırası gibi yakacağım. şubeye göndermeden önce II Ramses gibi mumyalayacağım diye konuşan entelektüel bir komiserdi. Oyıllarda paopüler olan Dallas dizisindeki kötü karakter Ceyar ile özdeşleşip Komiser Ceyar adını almıştı.
Mahallenin manavı Remzi bir ara muhtarlık seçimlerine aday olmuş, 40 yaşlarında uzun boylu, çelimsiz, sıska, günde 3 paket Bafra sigarasını içine çeke çeke avurtları çökmüş bir tatlısu faşistiydi. Ona göre bu bekâr evi mahallenin çıbanbaşıydı. Faşistliği sadece devlet yanı söylemleriyle sınırlıydı. Mahallede pek ciddiye alınmıyordu. Bir gün 1 Mayıs afişlerini asan arkadaşlarını komiser Ceyar’a yaranmak için ihbar etmiş, Kubilay ona sustalı bıçağı çektiğinde aman dilemişti. Diyojen’de “Çek şu bıçağı canlı cenazeden zaten birkaç yıla kalmaz geberir” demişti. O günden sonra da Remzi’nin bir lakabı vardı. Zengin ve yoksul dizisinin Falkonettisi olmuştu. Ne derler tilkinin kuyruğunu kırk gün kalıba koymuşsun yine eğrilmemiş. Tek katlı gecekondunun duvarlarını dinleyen bir kişi vardı o da; Falkonetti Remzi.
Azılı Ankara kışında soba gürül gürül yanıyordu. Sobanın etrafındaki gençler’in sıcaktan yüzleri al al ken Falkonetti Remzi dışarda tir tir titreyerek duvarı dinliyordu. Ada çayları demlenmiş Gitardan yükselen nağmelere eşlik ediliyordu.
Çav bella çav çav
Elleri bağlanmış
Bulduğum yurdumun
Her yanı işgal altında
Kızlı erkekli 9 kişi hep bir ağızdan bağırıyordu. Semih’in o gece Hacettepe tıp fakültesinden arkadaşları vardı. Sohbetler koyulaşmıştı. Artık o dokuz kişi bütün Türkiye’yi kurtaracak güce ve kıvama gelmişti. Kimi dönemin örgütleri halkın kurtuluşu kurtaracak kimi de Devrimci yol kurtaracak diyordu. Diyojen “Arkadaşlar beni dinleyin.” O gürültüde kimse onu dinlemedi. Tekrar bağırdı dili sürçtü. “Arkadaşlar beni bekler misiniz.” Herkes birden Hayır biz Godot’u bekliyoruz. Diyojen’i beklemiyoruz.”dediler. “Ama size bir sürprizim var. Âşık Ali Asker’in yeni kaseti çıkmış deyince herkes sustu. Aşık Ali Asker ODTÜ şenliklerinde ünlenmiş solcu bir ozandı. Herkes dikkatle Teyp’den gelen sesi dinlemeye başladı. Gür bir ses marş edasıyla türküyü söylemeye başladı.
Şu Metris’in önü bir uzun alan
Bir tek seni sevdim gerisi yalan
Senin hasretindir hücreme dolan
Bir tek seni sevdim gerisi yalan.
O şen şakrak gürültülü ortamı bir hüzün almıştı herkes buğulu gözlerle teybe bakıyordu kimisinin sevgilisi, kimisinin arkadaşı ya Mamak’ta, ya Metris’teydi. Soyadı uyuşmazlığından görüşemiyordu.
Dışarıda da bu konuşmaları dinleyen Falkonetti Remzi Heyecanla telefon kulübesine koştu demir jetonu attı hırsla numaraları çevirdi. Komiser Ceyar’a müjdeyi verdi. “Komünist şarkılar söylüyorlar komiserim” diye ihbar etti. Kapı çalındı. Diyojen kapıya doğru yöneldi kapıyı açtığında polislerden biri onu hızla kolundan tutup dışarıdaki ebruli menekşelere doğru fırlattı. Hızla içeriye giren bir minibüs dolusu polislerin ilk işi teyp2in içindeki kaseti almak oldu. Daha sonra evdeki herkesi minibüslere bindirdiler. Öğrenci evini Perşembe pazarına çevirdiler. Fakat evde kayda değer bir şey bulunamadı duvarlara yazı yazılırken beyaz boya bulaşmış bir parka, Şili’li şair Pablo Neruda’ya ait bir şiir kitabı, Leo Hüberman’ın Sosyalizmin Alfabesi onlar için yeterliydi.
Az sonra Komiser Ceyar’ın karşısındaydılar. 3 kız, 6 erkek arkalarını dönmüş beyaz badanalı duvara dikkatle bakıyorlardı. Duvara dizilmiş gençlerin arkasında volta atıyordu. Ceyar Önce kızlara bağırdı. “Bu saatte bekar evinde ne işiniz var?” Safiye “Tıpta okuyoruz. Semih’le ders çalışmaya geldik.” Yok ya Beşevler’den yurttan kalkıp bekar evine ders çalışmaya geliyorsunuz. Külahıma ortaya koyayım ona anlatın. Hangi örgütün toplantısını yapıyordunuz.” Semih “Bizler çay içip ders çalışıyorduk.” Diyojen “o kaseti de yolda buldum merak ettik dinledik.”
Ceyar “Hiç zeytinyağı gibi üste çıkmayın hepiniz siyasi şubeye gidiyorsunuz.” Tekrar kızlara dönerek; “Sizler de ailelerinize gecenin bu vaktinde neden bekâr evinde olduğunuzu nasıl izah edeceğinizi merak ediyorum. Bir şeyi daha merak ediyorum. Bu kasetteki mendebur neler söylüyor. Çoktandır bu ismi duyuyorum.” Dışarıdaki polislere bağırdı. “Evi yakın olup da Teyp’i olan var mı?” Bir bekçi - Karşıdaki kahve de var. Teyp geldi. Schaub-Lorenz marka artık çalışmaya takati olmayan kapağını kaybetmiş zavallı bir teypti. Kaset konuldu önce çalışmamakta direndi. Komiser hızla tuşlara vurunca çalıştı. Teypten çıkan melodiler 9 gencin, 4 polisin ve bir komiserin gözlerini faltaşı gibi açtı. Ajda Pekkan söylüyordu.
Hoş gör sen affet gitsin aldırma
İyilik sende kalsın sonunda
Sen sarıl o sana sarılmazsa
Sen unut o unutmazsa
Komiser deli gibi ani bir hareketle teypin tuşuna bastı diğer yüzünü çevirip bastı tekrar Ajda söylüyordu.
Ya sonra ne yaparım senden sonra
Acımadan geçer yıllar zamanla yalnızlıklar başlar
Dolaşıyor pişmanlıklar Hey!!
Evet, gerçekten günün anlam ve önemine uygun şarkılar çalıyordu. 9 gencin yüzünde muzip bir gülümseme, Komiser’in yüzündeki ifadeyi anlamak ise çok güçtü. Ankara garında son dakika da treni kaçırmış bir yolcu gibiydi masaya yumruk vurarak “Defolun, defolun benimle dalgamı geçiyorsunuz. Bana Remzi’yi getirin onu geberteceğim.” Gençler öfkeyle söylenen bu itirafla ikinci kez Remzi’nin kurbanı olduklarını anlamışlardı. Perşembe pazarına dönmüş eve tekrar polisler gitti. Bir saatlik ince bir aramadan sonra polisler yine eli boş döndüler kaset bulunamadı.
Gençler nezaretteyken Remzi’nin sesi duyuluyordu. “Komiserim vallahi o komünistin sesiydi. Ali Asker’in sesini tanımaz mıyım?” Komiser Ceyar – yeterli kanıt bulunamayınca “Hiçbirinizi görmek istemiyorum defolun” diye bağırdı. Bir polis komiserim “tutuklular” deyince; “Onlar da defolsun sizlerde defolun.” Gençler serbest bırakılıp oradan uzaklaşırken, Diyojen dönüp karakola baktı. Polisler, bekçiler hepsi dışarıda soğukta komiserin sinirinin geçmesini beklerken komiser tek başına içerde küfürler savurup eline geçen her şeyi fırlatıyordu.
Ertesi gün herkes Falkonetti Remzi’yi arıyordu. Onu cezalandıracak, duvarlara da muhbir Remzi cezalandırıldı diye yazacak ve bunu kutlayacaklardı. Fakat Remzi gecenin bir yarısı bulduğu kamyonetle iki üç parça eşyasını, karısını ve iki çocuğunu almış Kastamonu’nun İnebolu İlçesine tayini çıkmıştı. Herhalde tayin belgesini Komiser Ceyar imzalamıştı. Tarihte ilk kez bir manavın tayini çıkıyordu.
Olaydan bir hafta sonra Kubilay Erkek Sanat Yüksek Okulu’na giderken kapıda arama yapılıyordu. Bir polis arama yaparken Kubilay’a hafifçe eğildi kısık bir sesle; “Beni tanıdın mı?” diye sordu Kubilay şaşkınlıkla “Hayır” dedi “Ben sizin evinizi basan polislerdenim kaseti alıp sobaya attım başka kaseti komisere verdim.” “Çok sağol da neden yaptın bunu?“ Ben Pol-Der’liyim. Sizden sonra bir iki olay daha olunca beni buraya ışınladılar. Yardımsever polisin ismini sonra öğrendiler. İsmi Nurettin idi. Uzay yolu dizisinde personeli gemi dışına ışınlayan Skati’den esinlenerek ismini Skati Nurettin koydular.