Pirinçlik Hava Üssü 1956 yılında Kerejdağ eteklerinde Diyarbakır’dan Urfa’ya giderken, 15 kilometrede Amerika ve Türkiye ortaklığında savunma üssü olarak kuruldu ve radarlarla Sovyetler Birliği ve bazı Ortadoğu ülkeleri izlenmekteydi. Sovyet Rusya’sına en yakın NATO üslerinden biriydi. Amerika 1997'de üsleri azaltmak ve uzaydan denetim teknolojisi gelişince ihtiyacı kalmadı, üssü terk etme kararı aldı.
Görselde Diyarbakır 1971 senesi Pirinçlik Amerikan üssünde görevli bir grup asker ve teknisyen ekip Sur içinde meşhur kasketçi dükkânlarından Nergis kasketlerinde. Diğeri ise Dagkapı Orduevi önünde bir Amerikalı subay.
Moşe Daniel 1948 yılında İsrail devleti kurulurken önce İstanbul’a, sonra gemilerle Diyarbakır'dan İsrail’e göçen Diyarbakır Yahudileri arasında yoktu. Cemilpaşa konağı arkasındaki Hanbeli sokakta terk edilmiş bir depoda yaşıyordu. Hurdacı Moşe Daniel’in Halkın ‘’Emerikan çöplügi ‘’ dediği. Pirinçlik köyündeki tüm Ortadoğu’yu gözetleyen kocaman radar çanaklarıyla, NATO üssünün ve Kırklardağı’ndaki KCA şirketinin çöplüklerini geziyordu. Biriktirdiği kola benzeri gibi teneke meşrubat kutularıyla dolu tek penceresi olan kokuşmuş virane bir depoda yaşıyordu. 1847’de İngilizler tarafından icat edilen teneke kutular henüz Türkiye’ye gelmemişti. Kumbara yapılan bu tenekeleri Çarşiya Şevuti içindeki Kazancılar çarşısında 25 kuruştan satıyordu. Ağır bir nem ve hurda kokusunun karıştığı depoda üstü artık zift gibi simsiyah yağlanmış bir döşekle, bir gaz lambasından başka mal varlığı yoktu. Hayatta hiç resim çektirmemişti. İsrail’e giden anne babası Yosef ve Klara’ın duvarda asılı duran resim çerçevesi de başucunda asılı duruyordu. Onların yaşayıp yaşamadıklarını haberi yoktu. Başka aile fotoğrafı yoktu hiç evlenmemişti. Bir Havrada yanın da süzülen bir gelinle yan yana yürüyüp evlilik yemini etmemişti. Birkaç gün ondan haber alınamayınca komşumuz Bedros ve babam Hayrettin’le deponun içine korkusuzca girdiler. İçerisi karanlık olduğundan Bedros muhtar çakmağını yaktı. Sessiz ve ürkek bir halde Çekingen adımlarla ilerledi. Artık zift gibi simsiyah yağlanmış bir döşeğin üstündeki yorganı kaldırınca ikisi de şeytan görmüş gibi dışarı kaçtılar. Çocukluğu beraber geçmiş, birlikte sayısız kavgaya karışmış iki ‘’herbi Mardinkapı uşagı’’ korktuguna göre içerde kötü bir manzara vardı. Nefes nefese kalmışlardı, yüzlerinin rengi kireç taşı gibi bembeyazdı.. BabamTerzi Hayrettin ‘’Bedros gördün Moşenin yüzi yohti. ‘’ Bedros; ‘’He valla Hreddin abe yarısını sıçanlar yemişti. En az içerde yüz fare vardi.”
Belediye başkanı Nejat Cemiloğlu konaklarının arkasındaki Moşe Daniel’i babasını tanıdığından merakından geldi. babası Cemilpaşa konağında odun kırıp, dam loğlayıp uzun yıllar konağında çalışmıştı. Çocukluğunu bildiği Moşe Daniel’i her zaman ‘’Bizim müştemilatta kal, sana bakarız’’ demesine rağmen. Moşe Daniel’in özgür kalma hislerinden dolayı kabul etmemişti. Belediyeden gelen temizlik işçileri artık çürümüş olan en az on günlük cesedi çıkarmak istemiyorlardı. Hükümet doktoru fotoğraf çeken Tercüman gazetesine muhabirine Beyanat veriyordu. “Bu depoyu önce DDT ile ilaçlayacağız. Üç gün sonra sönmüş kireç serpilecek, Sonra cesedi çıkaracağız. Yoksa salgın hastalık ihtimali yüksektir.”
Acımasız Nazi gestapolarını bile kıskandıracak sonla ölen Moşe Daniel cesedinin çıkarılması da oldukça güç oldu. Bir hafta sonra depo tamamen boşalmış. Olay yerine gelen işçilerin çekinerek kalın plastik eldivenlerle sandukaya koyduğu mevtayı önceden Hükümet doktoru orada bulunan Behrampaşa imamı melle Said’e ve Keşe Ebune Aziz’e danıştı, Melle Sait; ‘’ İnsanlığın dört kitabı da önemlidir. Yahudilerin Tevrat’ı da ehli kitaptır. Daniel’de şeher çocuğu sayılır. Bizim düşmanımız degildir. Bizim asıl düşmanımız Siyonistlerdir. Amma velakin Mardinkapı mezarlığına gömülmesi caiz olmaz. İstisiz müftüye danışalım.’’ Meryem ana Kilisesinin Süryani Papazı Keşe Ebune Aziz Biraz düşünüp sakalını sıvazladı; ‘’Mevtayı bizim mezarlığa gömebilirsiniz. Ölüyü ortada bırahmak hem bizim cemaate, hem de Alipaşa Mahallesine yakışmaz. Zaten bu Diyarbakır’da bir sürü mezarlık vardi hepsi yok oldi.’’ Mele Said itiraz etti. ‘’Ben bi gâvur mezarlığı biliyem.’’ Keşe Ebune Aziz; ‘’Benim babam söylerdi. Diyarbekir Urfakapı 1900 yıllarda şehrin dışında yerleşim yok sadece mezarlıklar varmış Şehrin içinde insanlar kardeşçe yaşıyormuş. Süryani Kadimlerin Yakubi mezarlıgı, Ortodoks Süryanileri Ermeni Gregoryenleri, başka sayayım, Masturi Asuriler, Rum Ortodoksları, Melikiler, Güneşe tapanlar Şemsiler mezarlığı vardı.’’ Mele Said örneklerin çoğalmasından sıkıldı; ‘’Keşe Aziz yeter artık saymada gidip akşam namazını kıldırayım. Seni duyan bizim Diyarbakır’da heç Müslüman yok diyecek kardaşım.’’
Moşe Daniel öte tarafa göçünce, biraz merakımdan biraz da belki para kazanırım diye ortaokul yıllarında Pirinçlik Amerikan üssünde giden üstte görseldeki servis otobüsünde şoför olarak çalışan bir akrabama rica ettim. İşçileri aldıkları servisle sabah gittim, akşam onunla döndüm. Hemen yanındaki foto 1970’ler Dağkapı’da Sino’nun lokantası terası, sonradan beni hatırlayıp tanıyan sosyal medyadan beni takip eden Amerikalı Dennis Belbot geçenlerde bu fotoyu gönderdi. Çöplükten bulduğum boş teneke kutu kolaları bir un çuvalına koyuyordum. Orada çalışan işçiler Türkiye’de bulunmayan Levis marka giyilmiş kotları alıp iki katına yanık çarşıda satıyorlardı. Birkaç defa da şahit olduğum olay Amerikan askerleri çıkıştaki arazide gençlerle gizlice konuşuyorlardı. İçinde çamaşır giymeyi unutmuş! Bir sürü çıplak kadının olduğu müstehcen dergileri gençlere fahiş fiyatla pazarlıyorlardı. O gün fazla kısmetim yoktu, birkaç kutu kola bulmuştum. Bir köylünün vermiş olduğu içine teze peynir koyduğum Nanê Tenurê yani tandır ekmeğini yiyordum. Çöpü karıştırırken orada bir görevli beni çağırdı. Önce çocuk aklımla bana kızarlar diye korktum gitmek istemedim. Beni oradaki Amerikalı bir subayın odasına götürdüler. Birisi tercümanlık yaptı. Neden çöpü karıştırdığımı sordu. Ben hurdacı Moşe Daniel’i ve tenekeleri nasıl sattığını anlattım. Aklımda kalan tercüme subayın “Şimdi anladım, demek şirketi sen devraldın” diye kahkahalarla gülmüştü. Neticede KGB ajanı olmadığım, kıymetli! Amerikan çöplüğünde kripto belgeler aramadığım anlaşılmıştı. Samsunlu olduğunu söyleyen bir personel bundan sonra her gün çöplügü karıştırma. Her hafta sonu gel, buradaki personel kutuları bir çuvalda birikecek sana vereceğiz. Kocaman bir çikolata ile uğurladılar. Böylece ben her hafta sonu görselde olan servis otobüsü ile bir çuval kutu kola Tenekeci Eyo'ya (Eyüp Usta) götürdüm. Bir anda zengin! Olmuştum. Şaka bir yana ortaokulda çoktan beri peşinde olduğum taksitle alacağım 24 ciltlik Meydan Larousse peşin aldım. Annemin tepkisi şöyle odu; “Küçeye çıhmi, çocuklarla oynami, ha bu tuğla kalınlığındaki kitapları ohi, bitince hem kafayi üşütacag hem de kör olacag” Böylece Amerika’nın çöplüğünden bir “Meydan Larousse” ansiklopedisi çıkmıştı.
Görseller : Ahmet Ölker arşivi. Gavur mahallesi sitesi ve kendi arşivim.