Diyarbakır da söylenen birçok fıkralarda kullanılan dil ve şivenin büyük bölümü Diyarbakır’ın  merkez kökenli vatandaşlarına ait şive değil..

Daha sonraki yazılarımda zaman zaman değineceğim, anlatacağım fıkralarda bu şiveyi belirgin olarak göreceksiniz. 

Merkez kökenli Diyarbakırlılar Türkçeyi de iyi ve güzel konuşur. 

Fıkralarda kullanılan Türkçe şive bir acayip şivedir. Sanırım o şive sonradan Diyarbakır’a gelmiş, Türkçeyi sonradan öğrenmiş, çevre illerden gelen ve kırsalda yaşayan vatandaşların konuştuğu şivedir.

Oysa Diyarbakır şivesi. Anlaşılır fesih hoşa giden bir şivedir. 

Zira ilim irfan yuvası olan bu kenttin yetiştirdiği bilim adamı, ozan şair edebiyat insanları v.s. nüfus orantısına bakıldığında dünyanın hiçbir kenti yetiştirmemiştir.

Diyarbakırlı o kadar güzel bir lisanla konuşuyor ki 4. Murat Diyarbakır şivesini konuşsun diye bir Diyarbakırlıyı sarayına götürüp zaman zaman kendisiyle sohbet ettiği söylenmektedir.

Zaman, zaman anlatılan fıkralara her ne kadar !Diyarbakır Fıkraları’ dense de aslında bir çoğu kent merkezinde konuşulan lisanla söylenen fıkralar değildir. Daha çok kırsal kökenli vatandaşlarımızın Türkçe konuşmaları hicvedilmiştir. 

Türkçeyi iyi bilmedikleri için Kürtçe, Türkçe karışımı bir lisanla konuşurlar. Diyarbakır merkez doğumlu olanlar İ’yı I, A’yı E olarak telaffuz eder.

Bir zamanlar çevre illerden Diyarbakır’a gelip, odun kıran, dam loğlayan ve bulgur çekenler Diyarbakır’ın sokaklarında bağırırlardı. O dönemlerde Diyarbakır’da veterinerlik yapan ve şuan adını hatırlayamadığım biri tarafından bunların şivesini Diyarbakır’ın şivesiymiş gibi hicveden bir plak çıkarır.. Diyarbakırlılar buna içerlenir ve Celal Güzelses’i plak çıkarmak için İstanbul’a gönderirler. 

Celal Güzelses İstanbul’da o dönemin Nafiye Bakanı Fevzi Pirincçioğu’na gider ve plak çıkaracağını söyler. Fevzi Pirincçioğlu da Celal Güzelses’i o gece Dolmabahçe Sarayında Atatürk’ün de katıldığı geceye davet eder. 

Pirincçioğlu yanına gider ve eğilerek Atatürk’ün kulağına ses sanatçısı bir hemşerim gelmiş deyince Atatürk Diyarbakır'da Kolordu Komutanlığı yaptığı dönemlerde Gazi Köşkü’nde Celal Güzelses’i dinlemişti. Diyarbakır’da bir ses sanatçısı geldi denilince hemen tahmin eder ve Celal mi diye sorar. Evet cevabını alan Atatürk ''beyler bu geceyi Diyarbakırlı Celal Güzelses ile geçireceğiz'' der. 

Celal Güzelses o gece, gece boyunca bir birinden güzel Diyarbakır Türküsü, hoyrat, maya, uzunhava ve diğer şarkılarını okur. 

O güzel ses geceye katılanlar tarafından huşu içerisinde dinlenir. Gece sonunda Atatürk Celal Güzelses’i huzura çağırıp, ''bundan sonra senin adın Şark Bülbülü Celal Güzelses''tir'' der.

Celal Güzelses de bundan çok memnun olur. Hem şark bülbülü unvanını alır ve hem de ilk plağını çıkarmış mutlu bir şekilde kentine döner.       
    
İnsan dediğin nedir ki? Ne eti yenilir ne derisi giyilir, güler yüzü, tatlı dili olmazsa neye yarar? Deyip başlayalım fıkralara.
  
Diyarbakır'ın tarihini, kültürünü ve folklorunu konu alan, içinde fortaların, arkadaş şakalarının, bilmecelerin, tekerlemelerin, manilerin, çocuk oyunlarının da yer aldığı M. Kadri GÖRAL'ın CEVAHİR ÇIKINI adlı kitabından da alıntı yaparak yayınlamaya bugün başladığımız ''Diyarbakır Fıkraları''nı  Cegamedya'daki köşemde yayınlamaya devam edeceğim.   

Yunus Peygamber'in; ''İliniz, vilayetiniz bayındır ve bakımlı, halkınız devamlı sevinçli ve neşeli, bütün çoluk çocuğunuz uzun ömürlü, soylu ve doğru yolda olsun'' duasının hürmetine olsa gerek Diyarbakır insanları neşeli ve nüktedan insanlardır. 

Karşılarındaki kişileri rencide etmeyecek tarzda hem şaka yaparlar hem de kendilerine yapılan şakaları kaldırırlar. 

Fıkralardaki şivenin kentli Diyarbakır şivesinin olmadığını hatırlatarak Diyarbakır Fıkralarını anlatacağım..

Devam Edecek; ''Amcaya Verirem Haaa!''