Bu çok zor bir sorudur. Bir hükümette üst düzeyde görevliyseniz bunu ispat etmek ve safınızı belli etmek zorundasınız. Benim gibi sıradan bir vatandaşsanız 12 Eylül 1980 de Kenan evren siyah beyaz TV den yaptığı konuşmayı anımsarsınız. 650.000 kişi gözaltına alındıgını, 230.000 kişi askerî mahkemelerce yargılandığını, cezaevlerinde ise işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldüğünü, 48 kişi idam edildiğini anımsarsınız içiniz burkulur. Hatırlarsanız Siyasi parti liderleri Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel eşleriyle Gelibolu Hamzakoy askeri tesislerinde Misafir! Edilmişlerdi. Benden yaşlı iseniz Milli Birlik Komitesi üyesi Albay Alparslan Türkeş tarafından okunan 27 Mayıs 1960 darbe bildirisini radyodan dinlemiş olmalısınız. 1960 yılını net hatırlamıyorum. Zaten politik konular ilgimi çekmiyordu. O sırada tek derdim ağzımdaki emzik çıktığı zaman veya Hışhışlı oyuncağım yere düştüğünde avazım çıktığı kadar bağırdığım halde damda domates salçası yapan annem sesimi duymuyordu, Adnan Menderes hükümeti mi duyacaktı.Komşumuz Sakine teyze “Birez çocugan bah ağlamaktan kıpkırmızi oldi.” diyordu.

                    Sanırım 1990 yıllarıydı İngiliz Daily Mirror News gazetesinden alıntı yapan Hürriyet gazetesinde bir haber okumuştum. 21 Nisan 1926 tarihinde doğan Kraliçe II.Elizabeth bir doğum gününde Buckingham sarayı önünde saltanat faytonunun önüne aniden çıkan sokak kemancısı minik bir resital verir. İsmini gazete yazmıştı, ama anımsayamadım. Kraliçe bu jestten çok hoşlanır. Bir akşam yemeğine onu davet eder. Kemancı çevresine bunu anlatır, kimseyi inandıramaz. Sonunda bir gazeteci onun ricasını kırmaz. Sarayın fotoğrafçısından o güne ait fotoyu bulur. Kemancı ömrünün son günlerinde sevinir. Fotoğrafı duvara asar.

         Hani bir anıyı yaşarsınız da ispatlayamazsınız, Benim de öyle zor durumda kaldığım bir anı vardı. 1990 da Bu haberi okuyunca on yıl öncesine gittim, 12 Eylül 1980 darbesinden sonraki günlerdi. Ankara’da okurken herkes tanıdığına benzer soruyu soruyordu. Kimisi evdeydim, kimisi öğrenci yurdundaydım dedi. Sokağa çıkma yasağı yüzünden askeri kamyonlarla ekmek dağıtılmıştı. Ben “neredeydin sorusuna “Atatürk orman çiftliği, Çankaya’da biraz tur attım, tekrar geri döndüm.” Herkes bana 1978 yılındaki Neşeli günler filminde Şener Şen’in canlandırdığı Ziya karakterini hatırlattı. “Atmaaa Ziyaaaa” dedi. Ama benim dediğim doğruydu. Bunu nasıl ispatlarım diye düşünürken müdürüm “Beni referans ver isteyen telefon açabilir.” dedi. İnanmayıp, benimle alay edenler bir kaçı telefon bile açtılar. Sonunda rahatladım.

                 İşin aslı Ankara’da İstanbul yolu 9 km de Güvercinlik mevkiinde şimdi tarihi uçak ve helikopterlerin bulunduğu askeri Hava müzesinin tam karşısında Ömür Motel’de Geceleri resepsiyon memurluğu yapıyor, gündüz okuyordum. Adıyamanlı Besnili 3 kardeşin işlettiği şirketti motel yerini bir AVM’ye sattılar. Sahipleri hala orada bulunan Shell benzin istasyonunu işletiyorlar.

         Gelelim o tarihi güne yani 12 Eylül gecesi 01:00 de Motelin Park bekçisi bana garip bir durum olduğunu Etimesgut Zırhlı birliklerdeki tüm tankların şehre gittiğini, hala geçisin sürdüğünü söyledi. Ben merakla park alanından asfaltta giden zırhlı araçlara baktım. Bekçimiz Rıfat Amca elli yaşlarında, ben yirmili yaşlardaydım. “Şehirde büyük olaylar çıktı.” diye sesli düşünürken. Rıfat Amca “Hayır bu gece darbe olacak” dedi. Nerden anladın diye sordum. Rıfat Amca “Evlat ben 27 Mayıs 1960 darbesini de yaşadım. Tankların hepsine keçe sarılmış ve gürültü çıkmasın diye yavaş gidiyorlar.” Rıfat Amca haklıydı. O zamanlar tek kanal olan TRT saat 03:00 Adanalı spiker Mesut Mertcan Her konuşmasında da netekim diye başladığı için lakabı “Netekim Paşa” olan Kenan Evren’in ve Milli güvenlik konseyinin 1 Nolu sıkıyönetim Bildirisini okuyordu;

            "Girişilen harekâtın amacı; ülke bütünlüğünü korumak, millî birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mâni olan sebepleri ortadan kaldırmaktır." 

             1978 de Alman büyükelçiliğine ait Geothe- Institut kursuna katılıp Almanca öğrenmiştim. Sabah olunca otelde kalanlar lobiye inince, Resepsiyon memuru arkadaşım İngilizce ben Almanca olanları anlatmaya çalışıyorduk. En çok zorlandığımız Macar şoförler oldu onlar Macarcadan başka dil bilmiyorlardı. O yıllarda Sovyet Rusya’sının etkisinde olan NATO karşıtı doğu bloğunda yer alan Macaristan sosyalist yönetimdeydi. Aşağıda görseli olan HUNGARY CAMİON (Macar kamyonları) yazan 6 bine yakın kamyon Macar hükümetinin kamu malı idi. O yıllarda Avrupa’dan tüm Ortadoğu İran’ın nakliye sektörünü ellerinde tutuyorlardı. Bizim motelin anlaşması olduğu için arkamızdaki 400 tır alan kocaman parkımızda mola verirlerdi, duş alır, yemek yerlerdi. Almanlara anlatmak kolay oldu. Oturup sakince beklediler. Görselde olan Ucuz tatil yapmak isteyenler için “Das Rollende Hotel” dedikleri yarı otobüs yarısı yataklı olan büyük otobüsler kalırdı. Onlara sadece yemek ve gündüz boş olan odalarda sırayla girilen duş hizmeti verilirdi.

          Gelelim en zor olaya İtalya diplomat plakalı otomobille gelmiş olan bir aile bizi çok zorladı. Suriye’de görevli bir İtalyan Diplomatın ailesi Nevşehir Kapadokya’yı gezmişler, İstanbul’u da gezip karayoluyla İtalya’ya gitme planları vardı. Yılmaz güney’in Yol filminde Konya Otogarında 12 eylül sokağa çıkma yasağında yakalanan Tarık Akan ile aynı kaderi paylaşıyorlardı. Hemen gitmek istediklerini söylediler. Saat 09:00 gibi radyodan ülkemizden transit geçen turistlerin sıkıyönetimden yazılı izin alıp oto camlarına yapıştırmaları gümrüklere gidebileceklerini dair radyolardan sıkıyönetim bildirisi okundu. Müdürümüz, diplomata açıklama yapsa da o ısrarla İtalyan büyükelçiliğine gitmek istiyordu. Sürekli ağlayan karısı da beni elçiliğe götürün diye ısrar ediyordu. Kadının sürekli tekrarladığı İtalyanca sözü ”Fine del mondo” cümlesini merak ettik eşi İngilizceye çevirdi, meğerse “Dünyanın sonu” demekmiş. Ben yolun karşısına geçip askeri birlik nizamiyesinde olanları anlattım. Bir Yüzbaşı Şehir içine girmeleri için izin belgesi yazacaklarını “O kişilerin pasaportlarını getirin” dedi. Bir sorun daha vardı Atatürk Bulvarı kuğulu park yakınında olan İtalyan büyükelçiliğine bilmiyorlardı, sorarak gidemezlerdi sadece yollarda Ankara’yı pek bilmeyen askerlerin oluşturduğu kontrol noktaları vardı. Müdür oğlum sen deli misin, böyle bir günde şehre iniyorsun. Zaten solcu bir okulda okuyorsun. “Olsun ben aranmıyorum, şu an Ankara nasıl bu tarihi günde görmek istiyorum dedim. Diplomat ailesinin ve benim ismim yazılıp bir günlük izin kâğıdı cama yapıştırıldı. Yola çıktık ilk kontrol noktası Atatürk orman çiftliği kavşağı, Konya yolundan ismet İnönü bulvarından TBMM ye geldik. Akay kavşağından sağa dönüp, İtalyan Elçiliğine vardık. Toplam 4 kontrol noktasından diplomat arabası olduğu için benimde turist rehberi bonservisimle rahat geçtik. Dikkatimi çeken görüntü TBMM etrafının onlarca tankla adeta duvar örülmüştü. Askerler diplomat ve ailesine oldukça saygılı davrandılar. İtalyan elçiliğinde 2 saat kaldık kahve ikram ettiler. Oradaki bir yetkili sıkıyönetim komutanlığını arayıp güvence aldıktan sonra aileyi ikna etti. İzin kâğıdı değiştirildi. Pasaport seri numarası, kişilerin isimleri Otomobilin Plakasının yazılı olduğu, Söz konusu kişilerin diplomat statüsünde Ankara, İstanbul karayoluyla Edirne kapıkule çıkış izini verildiği yazılıydı. Yeni bir izin kağıdı yazıldı altındaki notta Benim isimim yazılı idi. İstanbul yolu 9 kilometrede Ömür Motel personeli olduğum orada ineceğim yazılıydı.Dıplomatın hanımı yolda dinlediği wolkmen’i bana hediye etti. Diplomat bana sarıldı, gölek cebine bir miktar para koydu. Sonra baktıgımda 100 mark olduğunu gördüm. Sonrasında bana Roma’dan teşekkür mektubu yazmışlardı.

                Diyarbakır Zafer gazetesinde başlayıp, Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Adana Bölge temsilcisi olan Mehmet Mercan sözü ile makaleye noktayı koyalım. Diyarbakır Dagkapı meydanında “Doşo amice” (Yakup Baloğlu) gazete kulübesinde 12 eylülde yaşadığımı anlattım. Sohbet sırasında şöyle söyledi. “TRT spikeri Mesut Mertcan için Adana’da oturuyor. Darbe günü ekranda olmaktan üzüntü duyuyordu. Ona söylemiştim 12 Eylül darbe bildirisini canlı yayında okurken “Demokrasi adına bu bildiriyi okumayacağım.” deseydi belki birkaç yıl hapis yatacaktı ama tarihe geçecekti.” Mesut Mertcan o gerilim dolu günde bunu yapmaya cesaretim yoktu, demiş. Ben Mehmet Ağabeye Geothe- Institut kurs görürken Alman Goethe duvarda yazılı bir vecizesini aktardım. “Asıl mucize kendine inanmaktır; sonrası hep olağan şeyler.” Darbesiz, demokrasi dolu günler dilerim.

Arif Özavcı www.cermikgazetesi.com 14.09.2023