Dünyaca ünlü orkestra şefi Gürer Aykal’ın Dicle Nehrinde yüzmeyi öğrendiğini, Diyarbakır`ın Lalebeg mahallesinde çocukluğunun geçtiğini, Süryani Kilisesindeki org’u çaldığını, Sülüklü Sokakta mahalle arkadaşlarından futbol takımı kurduğunu biliyor musunuz. Bende on yıl öncesine kadar bilmiyordum, merak ediyorsanız yazımıza başlayalım.
Tüyap kitap fuarlarının ilk yılları İstanbul Spor ve Sergi sarayında yapılıyordu. O yıllardan beri elimden geldiğince katılmaya çalıştım. Daha sonra Beylikdüzü’ne 2001 yılında taşınmıştı. Tıbbı cihaz sektöründe bölge müdürü olarak çalıştığımdan tıp fuarlarına firmamız her yıl katılıyordu. Stant kiralama için bölge müdürü olarak her yıl sözleşme imzalamaya giderdim. Fuar yöneticileriyle firma yetkilisi olarak tanıştığımdan orada arkadaşlar edinmiştim. Hiçbir kitap fuarından sıraya girmediğimi itiraf etmeliyim. Böyle bir ayrıcalık yaptılar. Telefon ettiğimde yönetici arkadaşlarla personel girişten beni alır, bir kahve içtikten sonra üst kattan direkt fuar alanına girerdim. Bir imza günü için gelmiş Gazeteci Hıncal Uluç etrafını çevirmiş yöneticilerle uzmanı olduğu konuda sohbet ediyordu. Bu sene kim şampiyon olur, hangi pozisyon penaltıydı, gibi konularda hararetli bir tartışmaya uzaktan bakıyordum. Benim futbol kuralları hakkında alt yapım olmadığımdan sohbete katılmadığım Hıncal Bey’in dikkatini çekti.
Neden bize katılmıyorsun diye tatlısert sordu. Futbol maçlarını TV izlemediğimi, sadece amatör olarak mizah dergilerine arada mizahi öyküler gönderiyorum. Bugüne kadar sadece 15 kadar mizahi yazım yayınladı, pek başarılı olduğum söylenemez dedim. Orada bulunan yöneticilere hediye olarak getirdiği poşetten10 kadar kitaptan birisini aldı. İsmimi sordu, imzalayıp verdi. “Bu kitap Sabah Gazetesi'ndeki makalelerimden oluşmuş” dedi. Kitabın ismi “Kapıyı Anahtarla Açmak” idi. Ben bu jestinden sonra teşekkür ettim.
Kahvelerimiz bitinceye kadar on dakikalık sohbet benim için iyi bir anı oldu. Yazarların imza günlerinde yaşadığı, sonradan benim de kendi imza günümde yaşadığım herkesi sınırlı bir zamanda memnun etme kaygısından uzak bir dost gibi konuştu. Diyarbakırlı olduğumu öğrenince; Gürer Aykal’ı duydun mu diye sordu. Ben “Nasıl bilmem Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şefi değil mi? Gülümsedi ama biyografisini okumamışsın. Çocukluğu Diyarbakır’da geçmiş Antep asıllı İstanbullu ünlü bir yazarın memleketimi övmesi beni sevindirmişti. Hıncal Bey sözlerine şöyle devam etti. Ajandama kaydettim; “1950 yıllarında Diyarbakır’ının kültürel zenginliğini araştır. O yıllarda Halkevi binasında (sonradan Dağkapı’daki Yenişehir sineması) Flarmoni Orkestrası sahibi bir Anadolu kentiydi. Gürer Aykal bu Filarmoni orkestrasında keman çalmış. Nice şairlerin, edebiyatçıların yetiştiği bu şehre Doğunun Paris’i denilmesi boşuna değildir. Vedalaşırken Hıncal Bey “Sana bir kitap tavsiye edeyim. Yazar ve devletin konserlerini organize eden Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall'de "Yeni Yıl Konserine hayran kaldım bana da bir kitap hediye etti. Evin İlyasoğlu Gürer Aykal’ın biyografisini yazmış. Kitabın adı “ Bir Cumhuriyet Çocuğunun Portresi” okumanı tavsiye ederim. 2012 yılında Kitabı merak etmiştim. Alıp okuyunca hayretler içinde kaldım. Gürer Aykal’ın Hürriyet gazetesinde 30 Ekim 2022 tarihinde Zeynep Bilgehan’a verdiği röportajı ve diğer gazetelerin dijital arşivlerinden Gürer Aykal Diyarbakır günlerini araştırmaya başladım
Eskişehir, Mahmudiye ilçesinde 1940 yılları Çifteler köy enstitüsü müzik öğretmeni Tevfik Aykal tayini Diyarbakır’a çıkar. Dönemin Belediye Başkanı Mehmet Nuri Onur Ulucami üstünde bulunan Şehir kütüphanesinde kendisine tanıştırılan Müzik Öğretmeni Tevfik Aykal’a Kiralık bir ev bulunması için talimat verir. O yıllarda suriçi nezih ailelerle doludur. Bir zabıta memuru Suriçinde Lalebey mahallesi Devekaldıran sokak ile Puşucu sokak arasında kalan Sülüklü sokakta ev bulurlar. Gürer Aykal burada ilkokula başlıyor. (Henüz Alipaşa ilkokulumu yoksa Cumhuriyet’mi bulamadım) Babası müzik öğretmeni olması bir şans "Tevfik Hoca" sayesinde doğal bir müzik ortamında yetişmiş. Diyarbakır`ın Süryani Kilisesinde tarihi bölümlerini gezerken oradaki org’u çalınca oradaki din adamları bu küçük müzik dehasına şaşırmışlar. Mahalledeki çocuklar Sülüklü Sokak`ta futbol takımı kurmuş. Bizim tarihi Alipaşa spor’da mahalle takımında oynayan Babamla karşı takımlarda oynamışlar mı bilmiyorum. Daha doğrusu bizim mahallede babamla tanışmışlar mı? Bilmiyorum… Babam 1995 vefat etmeseydi belki öğrenirdim. Puşucu sokakta Fırıncı Tümes’de annesinin ekmek pişirdiğini tahmin edebiliyorum. Diyarbakır Halkevinde Edip Gürmeriç’in verdiği nota derslerine 18 kişi katılmaktadır. Nota derslerine katılanlar arasında ileriki yıllarda Celal Güzelses ile röportaj yapacak olan İzzet Yıldız da vardır. Çalışmalar ilerledikçe derse katılanların sayısı azalmaya başlar ve en son üç kişi nota derslerine muntazaman katılırlar. Biri Hüsnü İpekçi diğeri ileriki yıllarda bestekâr ve güftekar olan Şefik Gürmeriç, diğer biri de Diyarbakırlı müzik öğretmeni Teyfik Aykal’ın oğlu olan ve halen Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefi olan Gürel Aykal’dır.
Eski Ofis muhtarımızın yeğeni Hakan geçen yıl bana şöyle yazdığında şaşırmıştım; “Dayım Hüsnü İpekçi, o yıllarda halkevinde müzisyen Sami Hazinses, Sobacı Antranik, kemancı Gürer Aykal aralarında anlaşıp. Ailelerinden habersiz İstanbul’a kaçıyorlar. Gürer Aykal müzike ilgili raştırma yapmak istiyor. Hüsnü Dayım bir kaç filmde oynayıp geri geliyor. Sami Hazinses İstanbul’da aktör oluyor. Bu olayın şahitlerini hepsini bulursam başka zaman yazarım. Gürer Aykaldan röportaj için randevu istedim. Yakınları henüz cevap vermediler. Yazar Evin İlyasoğlu’nun kitabında şöyle yazıyor. Aykal Ailesi önce Maraş’a, oradan Diyarbakır’a geliyor. Bu arada evde de pek çok yenilikle tanışıyor. Bunlardan en heyecan verici olanı; radyo! Gürer Bey anlatıyor: “Çocukluğumdan beri evde her çeşit müzik aleti vardı. Babam öğrencilere özel ders verirken ben de yan odadan onları dinlerdim. Bu şekilde çok erken yaşta notaları öğrenmiştim. Diyarbakır’a gelince önce elektrikle sonra radyoyla tanıştık. Babam parazitlerin arasından çok güzel kanallar bulurdu; Ankara Radyosu, Moskova Radyosu… Moskova Radyosu’ndan ilk defa bir filarmoni orkestrası sesi duydum ve büyülendim. 1952 yılında Gürer Aykal ile Hüsnü İpekçi, sobacı Antranik, ve Sami Hazinses İstanbul’a gidip orada hem bir iş bulup çalışmak hem de musiki bilgilerini artırıp bunu meslek edinmek isterler. Önce iş ararlar fakat iş bulamazlar. On beş gün sonra Hüsnü İpekçi, Diyarbakır’a geri döner Sami Hazinses ve Antranik İstanbul’da kalırlar. Hüsnü İpekçi Diyarbakır’a döndükten sonra Mardin Kapısı’ndaki oto garajında lastik kaplama atölyesi açar işlerinden arta kalan zamanını da cemiyette geçirir.
1952 yılında Ankara'dan iki müfettiş geliyor Diyarbakır'a.. Halil Bedii Yönetken ve Şeref Çayırlıoğlu. Görevleri Anadolu'yu dolaşmak. Yetenekli çocukları keşfetmek ve onları Ankara'da kurulan konservatuara yatılı öğrenci olarak yetiştirmek. 1952'de yılındaki yöneticilere ”boş işler yapıyorlarmış” diyenler bir demet teessüfümü peşinen sunarım. Etrafındaki Milli Eğitim bürokratlarının ne yaptıklarını araştırmalarını tavsiye ederim. Dünyaca ünlü bir senfoni orkestrası şefi kolay yetişiyor mu?
Müfettişler küçük Gürer'de çok ender bulunan "Absolut/Mutlak Kulak" olduğunu keşfederler. (Mutlak kulak doğuştan gelen bir yetenek) Ayni anda bir yığın sesi ayırd ederek duyabilen, doğadaki kapı gıcırtısı, çatal bıçak dahil her sesi anında notaya çevirebilen bir kulak..
Annesi itiraz etse de. "O daha küçük.. Bizden nasıl ayrılır" diye.. İkna etmişler, "Ankara'da hatta daha iyi bakılır" demişler. Konservatuvarda en iyi arkadaşı Ruşen Güneş.. "Onunla futbol oynardık" diyor. Yazları Balıkesir Erdek’de Efsane olmuş Güney Bey'in kampında Adam başı 20 lira Kamp çadırlarında tatilini geçirmiş. Gürer Aykal, 1953 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’na girdi. Necdet Remzi Atak’ın öğrencisi olarak keman bölümünü bitirdikten sonra kompozisyon bölümüne geçerek Ünlü besteci Adnan Saygun’un sınıfından mezun oldu.
Yazar Evin İlyasoğlu’nun bir paragrafıyla noktayı koyalım. Ankara Devlet Konservatuvarı`na getirildiğinde 11-12 yaşlarındaymış ve 26 yaşına dek bu kurumun öğrencisi olmuş. Okuldaki ilk günlerinde küçük çalgı toplulukları kurup, kendine göre besteler yazıp onları yönetmesi hocalarının dikkatini çekmiş. Ahmed Adnan Saygun yaşamı boyunca onun hamisi, Prof. Lessing ise rol modeli olmuş. Londra`da Royal Academy ve Guildhall Music School`dan sonra Roma`da, Santa Cecilia`nın diplomalarını almış. Yaşamının her döneminde içerik ya da yorum açısından yoz bulduğu müzikle savaşmış. Böylece kimi orkestracının protestosuna uğrarken, kimi orkestracıya da yeni ufuklar açmış. Dünyanın değişik köşelerinde sayısız Türk yapıtı çaldırıp pek çok yabancı sanatçıya da Türk bestecileri tanıtmış. 1991`den beri Sevda Cenap And Vakfı`nın Danışma Kurulu Başkanı olan Gürer Aykal bu kitapta yaşam öyküsünü kendi ağzından anlatıyor. Onunla orkestra şefliği üstüne yaptığımız bir söyleşi nice genç müzikçiye ışık tutacaktır. Ben ilk kez bir orkestra şefinin portresini yazdım
Kaynakça : Bir Cumhuriyet Çocuğunun Portresi Yazar Evin İlyasoğlu, Vedat Güldoğan / "İpekçi, Hüsnü" (İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi, 2013). Muhsin Yeldoğan.