Diyarbekir’in Sur içinde bir gelenekti.. Büyükler çocuklarına tembih ederlerdi. İsmin sorulduğunda yalnız ismini değil, sülaleni de eklemen lazım. Sana kimlerdensin dediklerinde ne diyeceksin. Ben papağan gibi ezberlediğim cümleyi söylerdim; “Altunufağı ailesinden Baytar Arif ve hanımı Ebe Kamile’nin torunu, Terzi Hredinin ogluyam.’’ Babam Terzi Hayrettin yine gelen bir müşteriye Babasının Kerkük Türkmenlerinden olduğunu, Diyarbekır’de yaklaşık iki yüzlük aile geçmişi olduğunu Annesi Ebe Kamile’nin Sur içinin en az yarısının Ebesi olduğunu gururla söylerdi.  Altunufağı olarak bilinen eşraf çocuğu olduklarını, terbiye ve görgümüzün aileden geldiğini ve her zaman asil kelimesini vurgulayarak; ‘’Biz asil bir aileyiz. Bizim gibi Diyarbekir’de ya on bilemedin on veya onbeş aile çıkar. Burada kimi çevirsen bizi tanır. Her Diyarbekirlinin eklemek zorunda olduğu o meşhur egolu cümleyi söylerdi. “Dünya, âlem bizi tanır.” 

                           Bu kadar Methiyenin ardından Bedros da altta kalamazdı. O yıllarda gazoz kapağından çıkan buzdolabı merdaneli çamaşır makinesi Yumlu vantilatör gibi ikramiyeleri kastederek; “Ma biz gazoz kapağından çıhmadıh.  Bizde Diyarbekir’ in yerlisiyiz’’ Babam onu biraz kızdırmak için; “Ula senin baban eşekçi değil mi. Keçeçiyan lafı eşeklerin üzerine örttüğüz keçe çuldan gelmiyor mu?  Bahan kalsa Eşekçiyan diyecagam, terbiyem müsaade etmi’’  Ortağı Bedros yüzü sinirden kıpkırmızı olmuş halde; ‘’Nerden eşekçi oli’’ Hayrettin; ‘’Ula avel, Baban kumci Tehso çay öğünden eşeklerin heybelerinde inşaatlara kum taşımidi?’’ Bedros itiraz etti. ‘’İsbatla!’’ Henüz kameranın icat edilmedigi zamanlarda bu tür durumlarda tek çare canlı şahitti;  ‘’Altunci Zülküf, Allaf Yaşo, Kömürcü Şakire keje, İgneci Nuri, Dikranın babası Şemo çağırayım hepsi şahatlıh ederler’’ Bedros’un tutunacak tek dalı kalmıştı karısı İrma; ‘’Sen irmanın ailesi asildir, Sizden daha eski olduğunu bilmisen  Diyarbekir’in en zengin ailelerinden zengin Ermeni lordu Hovsep’gilin soyundan geli. Tam üç yüz yıldır hatırlıyorlar daha eskisini bilmiler. Şeherin en zengin ailelerdendir. Hovsep’gilin Evi o kadar büyükmüş ki, Sonra şimdiki Cumhuriyet İlkokulu olmiş’’   

                            Dükkân komşuları bedava tuluat tiyatrosunu izlerken çok eğleniyorlardı. Terzi Hayrettin ortağının yakasını bırakmaya niyeti yoktu; ‘’Ula Gundi (köylü ) İrma’nın asil olduğunu en köklü ailelerden olduğunu Dünya alem bili. Sen başka aileden değilsen. Hade gettin zengin aile kızı aldın sahap çıktın soyuna niye sahap çıhisan,  kurmi (kurtlu)’’ Bedros asalet açısından tutunacak dalı olmayınca çok kırıldı. İntikamı acı olacaktı ara sıra alevlenen kavgada hep sonuç aynıydı.  Terzi Hayrettin eşraftan bir beyin oğlu. Hanımını zaten herkes biliyordu. Havaalanın yanındaki Zoğé Çiftliğinin ağası Kahveci Abbas Ağa’nın kızıydı. İrma’nında ne olduğu belliydi. Diyarbekirin en eski ailelerinden Hovsep’gilin soyundan gelen Kız Enstitüsü mezunu tahsilli bir prenses idi. Önce Silopide Ermeni Varto aşiretine mensup iken babasının Kürt Ağanın zülümünden kaçarak Bismil’in Salad beldesine gelen Bedrosun babası eşekçiydi. Bu yüzden lakaplar kendiliğinden oluşmuştu. ‘’Hreddin Beğ ve eşi Ağa kızı Remziye Hanım. Prenses irma kocası Eşekçi Bedros’’  Sürüp giden tartışmada Bedros kızdı. Elindeki Nacet marka jiletle yanlış yaptığı işi sökmeye başladı. Sonra ceketi hırsla kürsünün üzerine attı;  ‘’Ben Ulu camii yüz numarasına gidiyem’’  Evet, asalet kavgaları aralıklarla sürüyordu. Bedros’un kafasında şeytani planlar kurup nasıl intikam alacağını hesaplıyordu. Bir gün ortağı yokken Bedros Bana  “Sarıpişo birezden Devlet hastahanasının başhekim yardımcısı Faik beg gelecah. Sahan kimlerdensin diye sorarsa benim dediğim cevabi verirsen ha bu iki buçuk lira senin olacah.’’ Ben çok korktum, Çekinerek sordum; ‘’Babam kızmaz mı’’ Bedros’un yüzünde hınzır bir gülümseme vardı. ‘’Yoh ula sizin önemli bir akrabanız var. Sen onu tanimisan, baban da onu çok sever. Onun yeğeniyem diyecahsın’’ Ben inanmıştım. Nasıl olsa babamda sevinecekti, iki buçuk lirayı cebe indirecektim.

                     

           Neler almazdım o parayla halka tatlılar, şemsiyeli çikolatalar alırdım. Piskiletçi (Bisikletçi) Enver’e gider, kiralık bisikletlere en az bir hafta binerdim. Dükkâna teşrif eden Faik Bey gelen diğer müşterilerden çok farklıydı. Başında fötr şapkası ayağında siyah rugan ayakkabılar, İnce bıyıklarıyla sanki Ayhan Işık Diyarbekir’e gelmişti. Kendisi İstanbul Üsküdarlı idi Diyarbekir’ e tayini çıkmıştı. Ben ona hayretler içinde bakarken, hayatımda ilk defa gördüğüm piposundan dumanlar çıkarıyordu. Lacivert takım elbisesi, gümüş aslan başından manşetleri olan beyaz ipek gömleği vardı. Kimselerde olmayan yakasındaki kırmızı mendili,  kırmızı ipekten ekose kravatı ve kıyafetini tamamlıyordu. Salon filmlerinde Filiz Akın ile konuşan aktörler gibi düzgün Türkçesi konuşup, her şeyi titizlikle inceleyen bir ifadeyle bakıyordu. Yeni sezon Bahariye, Altınyıldız ve kaçak kumaşlar gösterildi. Yetmedi komşulardan emanet kumaşlar getirildi zar zor beğendirildi. ‘’Faik Beğ hayırlı olsun’’dilekleriyle iki ayrı renkten iki takım elbise makasla kesildi.  Faik Bey aklında Üsküdar anıları, ağzında Melengiç kahvesinin şahane tadını hissediyordu. Ben elinde su bardağı kahvesini keyifle höpürdeten bu bilgili insanı tanımaya çalışırken, o kalın çerçeveli gözlüklerinin üstünden beni süzüyordu. ‘’ Küçük çırak okula gidiyor musun?” Bende ‘’He Alipaşa İlkokulu üçe gidiyem’’ Faik Bey "Mebus olursun inşallah" diye temennide bulundu. ‘’Maşallah söyle bakalım büyüyünce ne olacaksın.’’  Babam Bu kaveşenin işi gücü haylazlık herhalde çırak olarak kalır. Ben meslek öğrensin deyiyem.’’

                   Faik Bey biraz sitem ederek ; ‘’ Sizin ilim irfan yuvası olan bu kentin yetiştirdiği bilim adamı, ozan şair edebiyat adamı nüfus orantısına bakıldığında dünyanın hiçbir kenti yetiştirmemiştir. Süleyman Nazif, Aliemiri efendi, şair Sırrı Hanım nice değerler yetişmiş. Ben mesela Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirlerini ezbere bilirim.” Diyarbekir surların üzerindeki yazıtlarda Dünyanın ilk mühendisleri burada yetişmiştir. Faik Bey ta uzaklardan Üsküdar’dan gelip, tarihlerini onlardan daha iyi bilip bilgeliğini gösteren cümleleri sıralamıştı. Faik Bey, Hayrettin ve Bedros’u Ulu caminin yanında bulunan Halk kütüphanesinden Diyarbekir tarihi kitabı alıp okumaktansa, Gazi köşkünde âlem yapıp cümbüş, darbuka eşliğinde daha eğlenmeyi tercih etmelerinden dolayı mahcup etmişti

                      Faik Bey tekrar bana döndü, orada kimin oğlu olduğunu öğrenmek istedi. ‘’Söyle bakalım küçük bey, Sen kimlerdensin’’ Babam Terzi Hayrettin’e gün doğmuştu ne zamandır konuyu açıp Başhekime eşraftan olduklarını anlatmak istiyordu. Benim söyleyeceği sözlerden emin olarak gülümsedi. Gururla başını sallayıp söyle diye kaşını kaldırarak işaret etti. Ben babamın her zaman ezberlettiği; ‘’Ben şehrin eşrafından Altunufağı ailesinin torunuyam’’  diyeceğine bir çırpıda Bedros’un öğrettiği o sihirli cümleyi söyledim. ‘’Biz çok asil bir aileyiz. Patron Fagho’nun yeğeniyem’’ Ortalık birdenbire buz kesilmiş sanki zaman durmuştu. Herkes derin bir sessizliğe bürünmüştü. Ölçü alınması için bekleyen müşterilerden birisi Patron Fagho lafını duyunca çay genzine kaçtı. Babam ceket için ölçü alırken Mezro (mezura) elinden düştü, dondu kaldı.

                  Orada bulunan herkesin yüzünde bir şaşkınlık ifadesi varken, Bedros babama bakarak sırıtıyordu. Sonunda Bedros ortağının en hassas olduğu konuda onu yaralamıştı. Önemli bir kişinin yanında, intikamını almıştı. Başhekim Faik Bey kekeledi, O ismi yakından tanıyordu. Orada çalışan kadınları her ay düzenli olarak zührevi hastalıklar açısından rapor veriyordu. Yüzünü buruşturup, eliyle yoğurt pazarı tarafını işaret etti. ‘’Patron Fagho mu? Şu gâvur mahallesindeki…‘’  Gerisini söyleyemedi dönüp babama baktı.  Babam bana doğru yürüyüp içinde yanan köz ateş olan tam kömür ütüsünü fırlatacakken,  Bedros beni kucakladı. ‘’Ma bacah  kadar çocıgtur hanek (şaka) edi.’’ Ortalık karışmış ben Bedros’un arkasına saklanmış. Babamda bana ulaşıp un ufak etmek için uğraşıyordu. ‘’Ula bu konuda hanek mi olur. Ula bu çocıg beni rezil etmek için yemin mi etti.’’ Faik Bey de durumu anlamış, kahkahalarla gülüyordu. ‘’Yapmayın Hayrettin Bey çocuktur,  Sokakta bir yerlerden duymuştur.’’