Anadolu’nun en eski yerleşim birimlerinden olan Erzurum’dan Kırklareli’nin Vize ilçesi Sergen köyüne bir yolculuk yapmak ister misiniz? İnanılmaz doğal güzellikleriyle, şelalesiyle, kuş cıvıltıları arasında cennetten bir köşe olan Sergen köyü bir çocuk için kötü anılarla doluydu.1935 senesinde Şeyh Sait'in torunu siyaset adamı Abdülmelik Fırat yalınayak ve görseldeki entari ile bu köye geldiğinde henüz 2 yaşındaydı.
Ferzende Kaya'nın kitabındaki anılarda Abdülmelik Fırat, 2 yaşında sürgüne gittiği yılları şöyle anlatıyor: İlkin Edirne'nin Vize ilçesinin Sergen ve Midye köylerine verilmişiz. Sonra amcamlar itiraz etmiş; "Biz hepimiz akrabayız, kardeşiz, amca çocuklarıyız, bizi bir araya verin' diye. Kabul etmemişler ve bizi ikiye ayırmışlar. Uzun bir süre sonra da Sergen'de toplamışlar."
22-11-1934 gün ve 2/1605 sayılı Bakanlar kurulu kararı ile sürgüne gönderilen Şeyh Sait ailesinin 21-07-1947 tarihli 5098 sayılı kanunla serbest bırakılması ile ilgili Kırklareli vilayeti Vize ilçesi kaymakamlığının resmi belgesine göre Şeyh Said’ailesi 1947 senesinde özgürlüklerine kavuşuyorlar.
Abdulmelik Fırat Vize ilçesindeki sürgün günlerin şöyle anlatıyor "Biz gördüğümüz örf ve âdet üzerine, evde aç olsak bile bunu asla dışarıya belli etmeyiz. Köylüler de bizi öyle perişan durumda bilmezlerdi; durumumuzun çok iyi olduğunu düşünürlerdi. Çünkü dışarıdan bakıldığında, hiç çalışmadan geçiniyorduk. Hâlbuki aç kaldığımız günler bile oluyordu. Bazen tanıdık köylülerin bize gönderdiği peynir, yağ gibi şeyleri de bize gelen altınlar zannederlerdi. Bazen mülkî, askerî yetkililer de geliyorlardı; onların da bize yardım getirdiklerini zannederlerdi."
Şeyh Said’in torunlarının torunu ikiz kardeşler sürgüne dair ”ŞİN”adlı bir anı roman yazdılar. Romanın adı ‘Şîn’ Kürtçe yas demek, aynı zamanda mavi anlamına geliyor. Romanın Şeyh Said’in torunlarından Dılhad ve Dılşad Fırat tarafından kaleme alınmış olması, kitabı hem daha ilginç hem de daha bir anlamlı kılıyor.
Rûdaw gazetesine yaptıkları açıklamaya göre “Şîn” bu topraklarda yaşanmış olan derin acıların, içimizde sızlayan matemin sembolüdür. Bu kadim coğrafyada yaşayanlar olarak, bu kelimenin içine sığdırdık tüm bu acıları, kederleri. Bu topraklarda o kadar çok acı ve keder yaşandı ki, bizden gökyüzünün maviliği kadar uzak olsun diye, acılarımıza atfettik. Tuttuğumuz mateme de adını verdik.”
Dılhad ve Dılşad Fırat: Yazım aşaması uzun sürdü 5,5 yılımızı aldı. Başlangıcından itibaren tarihi gerçeklikler üzerine kurulu bundan bir asır öncesini anlattığı için hikâyenin büyük bir kısmı kayıptı ve dağınık bir haldeydi. Farklı varyasyonları olan hikâyeyi tarihi belgeler ışığında araştırarak bir bütün haline getirdik.
Dilerseniz Aysel Gürel’in dizelerinden Sezen Aksu’un bir şarkısı ile yazımıza noktayı koyalım.
Sürgün
Fırtınada, ak ayazda
Sürgün her yerde, hep yalnızdır
Gül açsa da, kuş uçsa da
Görmez, dargındır.
Her durakta, her uykuda
Sürgün her nefeste yalnızdır
Her şafakta, her yudumda
Hasret sancıdır..
KAYNAKÇA: Yeni şafak gazetesi, Rudaw, Ferzende Kaya, Dilhad ve Dilşad Fırat.