Bu konuyu, araştırmacı Mehmet Ali Abakay kişisel araştırmasında şöyle işlemektedir;

1-Ashab-ı Kehf’e ilişkin bilgilerin yer aldığı ve “Dakyanos’un Hükümet Merkezi” olarak tespit ettiğimiz Ulu Camii hakkındaki ''Ulu Camii Kilise Midir?” başlıklı makaleye yer veriyoruz.

Bu makalede konu ilk kez bu tarzda ele alınmıştır. Yaptığımız araştırmada ortaya çıkan sonuç, Mesudiye Medresesi’nin Dakyanos Dönemi sonrasında Hazreti İsa’ya iman edenlerin ibadet ettikleri kilise olduğunu göstermektedir.

“Kaynaklar arasında her ne kadar gezindimse bu konuda açıklamalar beni tatmin etmekten uzak durdu. Son yüzyılın kaynak eserlerinde bu mekânın Mar Thoma Kilisesi olduğuna dair epeyce açıklama yer almaktadır. 

Lakin bir eser vardır ki bu açıklamaları geçersiz kılmaktadır: Nâsır-ı Husrev’in Sefernamesi. Bu eserin Diyarbekir’i konu alan bölümünde Diyarbekir Kalesi için denileni aynen aktarıyoruz: 

'Ben, dünyanın dört bucağında, Arap. Acem. Hind ve Türk memleketlerinde birçok şehirler ve kaleler gördüm, fakat yeryüzünde hiçbir ülkede Amid şehrinin kalesine benzer bir kale ne gördüm, ne de başka bir yerde bunun gibi bir kale gördüm diyeni duydum.' Bu açıklamadan sonra Nâsır-ı Husrev, Ulu Camiî için açıklamalarda bulunur: 'Ulu Camiî de bu kara taşla yapılmıştır. Öyle mükemmel yapıdır ki ondan daha düzgün, ondan daha sağlam yapılmasına imkân yoktur.

Camiîn içinde iki yüz küsur taş direk vardır. Her direk yekpare taştandır. Direklerin üstüne, hepsi taştan olmak üzere kemerler yapılmıştır. Kemerlerin üstünde de öbür direklerden kısa direkler, o büyük kemerlerin üstünde yine bir sıra küçük kemerler vardır.

Bu mescidin bütün damları kubbelerle örtülmüş, her tarafı oyma işleriyle, nakışlarla süslenmiş, boyanmıştır. 

Mescidin ortasında büyük bir taş vardır, o taşın üstüne bir adam boyu yüksekliğinde, çevresi iki arşın gelen pek büyük yuvarlak taş bir havuz konmuştur. Havuzun ortasında pirinç bir lüle vardır ki oradaki fıskiyeden berrak bir su fışkırır, o suyun nereden gelip nereye aktığı görünmez. (…)'

Nâsır-ı Husrev, Roma Dönemi mimarisini anlatır, bu satırlarda iki-üç katlı ve kubbeli olan yapının özelliklerini ayrıntılı olarak verir. 

Bu yapı çok sonraları bilinmeyen bir sebeple yıkılmıştır. Alparslan oğlu Melikşah tarafından ana bölümü Emeviyye Camiî tarzında inşâ edilmiştir. 

Yapının eldeki enkaz taşlarından yapıldığı değişik işlemelerden anlaşılmaktadır. Seyyah, Diyarbekir’e uğrarken Kale ve Ulu Camiî hakkında iyi gözlemlerde bulunmuştur. 

Bu gözlemlerinden biri de şudur:

'Mescidin yakınlarında pek özenilerek taştan yapılmış bir kilise var. Kilisenin zemini nakışlı mermerle döşenmiştir. Bu kilisede Hıristiyanların ibadet ettikleri kubbeli yerde kafesvarî bir demir kapı gördüm ki, eşini hiçbir yerde görmedim.''

Bu açıklamadan yola çıkarak, Ulu Camiî Kilise Midir? Sorusuna cevap aramaya çalışacağız, bu makalemizde.

Alparslan oğlu Melikşah’ın onarımını yaptığı Hanifî bölümüdür. Nâsır-ı Husrev’in “Mescidin yakınlarında” dediği kilise, Mesudiye Medresesi’dir. 

Bu medresenin yapımı, uzun yıllar almıştır. Medrese’nin yapımının yılları bulması, yapının Romalılarca engellendiğini göstermektedir. Ulu Camiî için de Romalılar’ın tadilata izin vermediği bilinmektedir. 

Konu, kilise olunca Romalıların daha baskın olduğunu çıkarabiliriz, o dönemin şartlarından. Bugün dahi Mesudiye Medresesi’nin plânı gözden geçirilirse kilise yapısı üzerine inşâ edildiği açık gözle görülür.

Buna rağmen Mar Thoma Kilisesi iddiasının sesli olarak dillendirilmesi, manidardır.

Devam edecek. Kehf Süresi İyi Okunsun