1812 senesinde Mühendis Louis Vicat Killi kalkerlerin özel fırınlarda pişirilip, belli oranlarda su katılıp bir takım kimyasal işlemlerden geçince, bu kül rengindeki buldugu maddeye 1930 senesinde Diyarbekirli Jokey Koşucu Tahir’in ‘Betonu icad edenin ailesine dümdüz gidecegini bilemezdi. Louis buldugu bu maddeye Latincede yontulmuş taş kırıntısı anlamındaki ‘’Caementum’’ demişti. Fransız bahçıvan Joseph Monier’de boş durmadı, saksıları daha sağlam olsun diye çimento adındaki bu ilginç maddeye demir çubuklar dikince bu zamanla betonarme adını aldı. Kim derdi ki Diyarbekir Ergani’de makam dağının yamaçlarında bulunan Killi kalkerlerin oradaki çimento fabrikasında işlenip, torbalara konulup, Diyarbekir koşuyolunu betonarme binalara dönüştürüp Jokey Tahiri kızdıracaklar? İşte bu iki Fransız yalnız koşuyolunu degil, tüm dünyayı gri betonarme yapılarla çirkinleştirdiler.

Diyarbakır Koşuyolu semti adından anlaşılacağı gibi 1930 larda at yarışlarının yapıldıgı meydandı. Şimdi Jokey Tahir’i hatırlayan yok, Ama çimento denen Qzzulqurti (şivemizde zıkkımındibi) bulup dünyayı çirkinleştiren Louis Vicat ismi Eyfel kulesi üzerinde yazılı 72 ünlü isimden birisi. Dünya böyledir Sur içinde Bazalt taşlı bir evde mütevazı bir hayat süren hayvan sevgisi dolu hümanist Tahir bey’i kimse sevmez, dünyayı kazık yapılarla donatanı Eiffel kulesinin tepesine dikerler. Abbas dedem atlara çok meraklıydı. Jokey Tahir kadar usta olmasa da Mardinkapısından ongözlü köprüye kadar onunla yarış yapıp ziyafetine e girecek kadar yarışları ve atları severdi.Annem genç kızken. bir yarış atını beğenince, dedem hatırı sayılır bir parayla anneme hediye ettiğini Mardinkapı semtinden zoğe köyüne atla gittiğini hep anlatırdı. Dedem Diyarbekir havaalanın bitişiğindeki Zoge (yeni adı Özdemir) köyünün ağası idi, Ara sırada cıvar köylerden Hamo aga ile yarışa giderlerdi.

İrma teyze bana seslendi ‘’Ula Sarı Pişo mısafirim var acele Mardinkapı da Bakkal Haci Mıhyeddinden bi kilo kıtlamalık şeker al gel’’ dedi. Benle yaşıt olan İrma teyzenin kızı Maria’da ‘’Ana bende gideyim’’ diye peşime takıldı. Maria ve ben şekeri bakkaldan alınca Deve hamamı yönünden gelen birkaç atlı gördük. En önde yarış için süslenmiş ayakları kınalı bembeyaz heybetli bir at görününce büyülenmiş gibi baktık. Maria bana döndü. ‘’Pişo bah yarış atı birez seyredag’’ Artık İrmanın teyzenin siparişi kıtlamalıh şekeri unutmuştuk.

Hamo Aga Abbas’ın kahvesi önünde durdu. Arkadan gelen köylülerinden bir tanesi büyük bir çeviklikle kahverengi cılız attan atladı. Beyaz atın yanına gelip yere kapaklandı. Dizleri asfalt zemine koyup, Başını öne egerek sıkıca durdu. Pala bıyıklı Hamo Ağa atın üzerinde önce heybetlice etrafına bakındı Sahibi olduğu köylerde de hava atmasını çok severdi. Sanki zaman durmuştu. Abbas’ın Kahvesinde iplikli kürsüler üstünde oturup domino oynayanlar, Salos mescidinden çıkanlar, Hoca Hüseyin Hanındaki Deveci ailesi ait Dicle sinemasının afişine bakanlar sanki oldukları yerde donmuştular. Hamo Ağa herkesin ona baktığından emin oldu. Yere çömelmiş şalvarı yamalı Köylünün sırtına yarış çizmeleriyle basarak kaldırıma indi. Etrafındaki Diger köylüleri ellerini göbeklerine koymuş Hamo Ağa göz göze gelmemeye çalışıp yere bakıyorlardı.

Kaderinin acımasız kurallarına teslim olmuş köylüye acıyarak baktım. Dokuz yaşındaki Minnacık aklımla kendime söz verdim. Bundan sonraki yaşamında kimsenin sırtına basmadan yaşayacaktım. Aksine insanların sırtına basanların karşısında olmam gerektiğine karar verdim. Maria ilk defa bir ağa görmesine rağmen bütün çocuklar gibi At daha çok ilgisini çekmişti. Başına süslü bir kukuleta giymiş üstüne sarı ve açık mavi renklerden adeta bir üniforma dikilmiş bembeyaz yarış atına hayranlıkla bakıyordu. gözleri ve bembeyaz kulakları için işlemelerle oya yapılmış delikler açılmıştı. Her Pazar günü babam beni koşuyoluna o yıllarda resmi olmasa da amatörce yapılan yarışlara götürdüğünden atları tanıyordum Nergis her yarışta birinci geliyordu. Maria'ya anlattım. ''Benim dedemin atları hep bunu geçermiş. Şimdi dedem ölünce meydan buna kaldı. Safkan Arap atidir koştuhça açili deyiler''  Şekeri almıştık ama İrma teyzesinin misafirlerini, kor bir ateşin üstünde maltızda demlenen çayın şeker beklediğini unutmuştuk.

Tek başına kürsüde oturan Hamo Ağa keyifle fincandaki acı kahvesini içiyordu. Ellerinde mavzer olan ayaktaki köylüler nöbet bekleyen askerler gibi büyük bir ciddiyetle etraflarına bakıyorlardı. Hamo Ağa Koşuyolunda kazandığı zaferin etkisindeydi. ‘’Ula Göçmen Bekir ve Mızmız Muhammed nasıl geçtig. Karadağlı Sabri Kaya bizle mücadele edemedi birinciliği gene biz aldıh’’ diye övünüyordu. Hamo Aga tam kalkıp gidecekken bekleşen bir sürü çocuğun arasında Gözü kırmızı kurdele bağlanmış sarı,lüle lüle saçlı kar gibi beyaz yüzlü kıza takıldı. eğilmiş atın yelesini biraz korkarak okşamaya çalışan ancak boyu yetmeyen, küçük kız dikkatini çekmişti. Esmer Kürt çocukları arasında güneş gibi parlayan Elinde turuncu renk filesi olan kıza sordu. *Zer’i Keçe (Kürtçe Sarı kız)  ‘’filenin içine ne koymişsan’’ Maria elini bembeyaz dişleriyle parmaklarını hafifçe ısırarak utandı. ‘’kıtlamalıg şekerdir’’  Hamo Aga ‘’bah Zer’i Keçe bi tene şekeri eline al. Atın ağzına götür’’ Maria korkarak şekeri vermek istedi. Ancak boyu yetmediğinden bir türlü başaramadı. Hamo Aga aniden kürsüden kalktı kocaman ayı pençesi gibi kıllı koyu kahverengi elleriyle Maria’yı belinden tuttu yükseltti. Maria korkarak şekeri atın ağzına uzattı. Şekeri bir hamlede kapan at döndü Maria’ya baktı. Şekeri ağzında gezdirirken eğildi, kuşbakışı baktığı Maria’nın başına upuzun yanagını sürmeye başladı. Maria ilk anda çekinse de Ağzını açıp kocaman diliyle küçük çocuğu yalamaya çalışan ata alıştı. “Safkan Arap” yarış atı hayatı daha yeni tanımaya başlayan sekiz yaşlarında minicik Maria’yı sevmişti. Asil at, zalim insanlar gibi ayırım yapmazdı. ona sevgi gösterenlere karşılıksız sevgi vermeyi doğası gereği öğrenmişti. yeni tanıştığı halde sevgisini esirgemeden gösteren bu atı Maria da çok sevdi .

Hamo Aga olduğu yerde donmuştu. Yetmiş altın saydıgı gözü gibi baktığı Nergis’le Maria’nın arasındaki muhabbete aklı ermemişti. Tımar edilirken hep sert davrandığı, daha hızlı gitmesi için yarışlarda sürekli kamçıladığı, çizmelerindeki yıldızlı mahmuzuyla sağrısı yara içinde olan ara sıra çifte yediği atı Nergis den böyle bir karşılık görmemişti. Hamo Aga Maria’yı kucakladı yanagına bir öpücük kondurup bir anda atın üzerine koydu. Atın üzerinde bembeyaz kolsuz elbisesi renkli boncuklarla süslü sanki bir peri kızı binmişti, Güldükçe gülden gamzeleri belirgenleşen,  Maria’ya herkes hayranlıkla bakıyordu. Marianın yaşıtı birkaç kız bu manzaraya dayanamadı. Şorikli (salyalı) Fate ,Belengaz (Zavallı Leylo) Tope Meyro kıskanıp, dudak bükerek olay mahallini terk ettiler.

Hamo aga Kürtçe karışık övgülerine devam ediyordu. Ewiya pırxweşike (Bu çok güzeldir, Bahın ayni atın üzerinde prenses gibi duri’’  ayni Farah Diba’ya (1969 da dönemin İran Şahı Rıza Pehlevi’in eşi Kraliçe Farah Diba) benzi. HamoAga Sen kimin kızısan diye sorunca Atın üzerinde ki Maria kendini Kaf dagının arkasında masallar ülkesinin prensesi gibi hissediyordu. Mağrur bir edayla cevap verdi. Çarşiya Şewutide (yanık çarşı) Terzi Bedros'unun kızıyam dedi. Hamo Ağa çok içerlendi etrafındakilere hırsla dönerek elini iki yana açtı. ‘’Ula Bedo bele güzel bi kızın var sahlisan büyüse bu kaşmer heç göstermez’’.Sonra Mariaya döndü ‘’Sen kaç yaşındasan Maria sekiz yaşındayım dedi. Hamo Aga ‘’Babanı tanıyam selamımı söyle onaltı yaşan gir heber verin gelip seni istiyah’’ Hamo Ağa’ın tek beklentisi sadece para ve insan sayısı güçlü olmasından güç alan çok insancıl! Duyguları vardı. Dört hanımına çok değer! Veren Hamo Ağa kadınlara bakış açısını da çekinmeden bir cümleyle söyledi. ‘’Nasıl olsa dört hanımdan, başlıh parasi alacahım hayırsız kızlarımı saymazsah,  Pırpırım ( semizotu) tohumi gibi kırküç oğlum var. elbet birine veririh. Hamo Ağa’nın etrafındaki herkes kahkaha atarak gülüyordu. Çünkü bizim cografya da Ağa kötü bir espriye gülse bile eşlik etmek, Ağa kaşlarını çattığı zaman herkesin durumun ciddiyetiyle yere bakılması bilinen bir kuraldı. Marabalardan biri Maria’yı gösterip Hamo Ağa’nın kulagına gülerek ‘’Tu zani ewiya keçe filleye (biliyor musun bu kız gavurdur)  söyleyince Hamo Aga ‘’Yav o iş çok kolaydır gelinimiz olunca Şeyh Abdo’nun karşısında imam nikahından evvel, bi *eşhedini *kelime-i şehadet getirir olur biter’’  Arkasından Maria’ya kürtçe adını sordu."Navê te çi ye ?" (adın ne) Maria Kürt kızlarıyla evcilik oynarken kelime dagarcığı bayağı genişti. *Nave min Maria’e (Benim adım Maria’dır).dedi

Ben elûce (erik) kadar olan aklımla Durumun vehametini görmüştüm. Hamo Aga zenginliğini de vurgulayıp etrafına hava atmayı ihmal etmedi. ‘’Ha bide baban Bedoya söle seni isterken bir küp altın başlıh verecegam’’ Ben Maria yı çok kıskanmıştım etrafında  kendi dünyalarının acımasız kanunları içinde tutarlı ve mert olan mavzerli köylüler olmasa bu adamı un ufak! Etmem! işten degildi.   bütün cesaretini toplayıp Hamo Aganın karşısına dikildim. Önce okkalı bir küfür arkasından meramını söylecektim. Fakat boyumun, beli fişekliklerle dolu Ağa canavarının kemerine bile yetişmediğini görünce biraz alttan alıp kibar! Olmaya karar verdim. aşkın inceliğiyle henüz tanışmayan Hamo Ağaya, cılız bir sesle ‘’Bu kız benim sözlümdür’’ dedim.

Hayatında hiç duygulu bir şiir işitmemiş, edebi bir eserde anlatılan aşk tarifini okumamış, Operada arya söyleyip ailelerin engellerine rağmen inatla vazgeçmeyen, imkânsız olan aşkını Juliet’e diz çöküp ilan eden *  Shakespeare tarafından yazılmış bir oyunla tanışmamış olan Hamo Ağadan ne beklenirdi ki. Atalarından gelen katı kuralların işlediği feodal yapının esiri olmuş. Hamo Ağa’nın ilgilendiği konular bir uçkuru, bir de zengin ziyafet sofraları başköşelerine oturup iltifat görmeyi bekliyordu.  Ben Ağanın Yanındaki uzlaşması zor olan mavzerli adamları höt dese her an askılı kısa pantolonunu amonyak kokusuyla doldurmaya hazırdım. Hamo Ağa dikkatle bana baktı. Sen kimlerdensin diye sorunca ‘’Ben Zoğé çifliğinin sahibi Abbas ağanın torunayam’’ dedim. Hamo Ağa ‘’Rehmetli dedeni tanıram lakin sizin sayınız azdır,  bizim aşiretle baş edemezseniz diye havasını attı.''

Hamo Ağa karşısına çıkan, sıska çocuğu belinde olan kama’sıyla kesip etlerini Tahta tokmakla ezip kıyma yapsa bir kilo saglam çigköftelik et çıkmayacak bana yani Sarı Pişoya sert bakışlarıyla hayretle baktı. Benimle kedi fare oyunu oynamaya karar verdi.  ''Bu Keçe Zer-i’nin sahabı varmış ne yapah madem bize gönül rızasınan vermezler, bizde kaçırırız'' dedi. Sarı Pişo işin ciddiyetini anlayınca bütün cesaretini toplayıp bagırdı. ''O kız size sözlüdür demedim laftan anlamısız''

Hamo Aga o an sahneye koydugu oyunun başrol oyuncusu Mariaya baktı. Beni biraz daha kızdırmak için etrafındaki adamlarına göz kırptı. ‘’Tedarikli olah Gelinimizi şimdiden kaçırah Mecbur dügüne kadar büyümesini bekleyecagız’’ Aganın adamlarından biri yine yere kapaklandı. Hamo Ağa köylünün sırtına basıp bir çırpıda atın üzerinde duran Maria’nın önüne bindi. Arkasına dönüp seslendi. ‘’Keçe zer-i sıkı tut şimdi rüzgar gibi uçacagız, seni kaçırıyıh’’  Sıkıca Hamo Aganın belini tutan Maria olan bitenlere inanmıştı. Prenses olarak onore edilen Maria durumdan pek şikayetçi degildi. Fakat kararsızdı bir yanda ilk aşkı, yani ben aşağıda ona gözlerini açmış, endişeli bir halde tepki göstermesini beklerken, Bir yanda Karun gibi zengin herkesin çekindiği güç ve kudret sahibi bir ağanın gelini olmak, bir eli yağda bir eli balda yaşamak vardı. Seçim yapması çok zor olduğundan susmayı tercih etti.

Maria sert bazalt taşlı duvarlarda kale gibi yükselen çiftliğin tam ortasındaki konakta yaşayanları bir masal gibi annesinden dinlemişti. Maria çocuk aklıyla Kadınların dünyayla ilişkisini kesip sadece efendisine hizmet ettiği o ihtişamlı konakta bir Aga oğlunun esaret hayatı süren ikinci veya üçüncü hanımı olmak ihtimali hiç aklına gelmiyordu.

Benim bir an evvel bir şeyler yapmamı gerekiyordu. Elele tutuşun kaybolmayın diyen İrma Teyzeye ne söylerdim, Maria’yı köye kaçırdılar mı diyecektim. Telaşla ani bir karar verip seyyar cigercinin mangalında dumanların arasından bir kebab şişini aldım. Atın yularını tutup bağırdım. ‘’Çabuh kızı yere indir. Allahvekil önce bu çok sevdigin atı şişlerem, sonra sizleri de Mardin kapı mezerligina gönderirem ha’’ benim cesaretle bakan gözlerime tezat, dişlerim kenetlenmiş eli ayağım korkudan titriyordu. Mavzerin ucundaki kör bir kurşunun dokuz yıllık hayatına bir nokta koyacağını göze alarak, elindeki şişi aslında hayran olduğum Nergis’in  şah damarına batırmaya kararlıydım. Çünkü Maria için değerdi. Onun için değil bir at Mardinkapı semtini bile yakabilirdim.

‘’Ula siz sahabınıza nasıl karşı gelirsiz’’ diye bağırdığı zaman herkesin kaçacak delik aradığı, zalimliğiyle ünlü Hamo Ağa donup kalmıştı. Ona karşı gelen köylülerini traktörün arkasında süründüren. Kendisine saygısızlık edenleri İçi akrep ve çıyanlarla dolu kuyuya sarkıtan, boş kör kuyulara ayaklarından bağlayıp baş aşağı sarkıtıp isyan edenleri muma çevirdiğini herkes biliyordu. Orada bulunanlar bir saniye sonra batırılan şişle Yetmiş altın sayılan, Her yarışta birinci gelen Nergis’in öleceğini düşünmek bile istemiyorlardı.Yarışlarda onu izleyen kalabalığın alkışlarıyla kendini bulunmaz bir prenses sanan gerine gerine Bağlar Koşuyolu’nda tur atan bu nadide elmasın hayatının sona ereceğini sandılar. Köylüler ellerini mavzerin tetiğine doğru götürüp, Hamo ağanın ağzından çıkacak ‘’Bu deyyusu önümden çekin, vurun ula bu bacaksızı’’ diyecegi emir kipini kullanacağı cümlesine kilitlendiler. Nergis’in kılına zarar gelse köyü yakacak ağalarına endişeyle bakıyorlardı. Hamo Ağa Önce etrafındaki insanlara ve sonra da Atın rengârenk kök boyalarıyla örgülerden püsküller yapılmış süslü yularını tutup önünde elindeki kebap şiş’iyle inatla duran bacaksıza baktı. Aslında şişle yapılan bu ani taarruzu beklemiyordu. Önce atı mahmuzlayıp bu sarı Çıyanın üstünden geçmeyi düşündü. Daha sonra Zoğé çiftliğinde kırk yıllık hatırı olan, acı kahvesini içtiği Abbas Ağanın hatırına torununa biraz daha sabretmeye karar verdi. (Aşagıdaki görselde ola Ddem Abbas sonradan yarışlarda birinci gelen tayı ve rakibi Jokey Tahir Ağa)

Diyarbekirli Yazar Mıgırdıç Margosyan’ın babası Dişçi Sarkis’e yaptırdığı, beşyüz banknot saydığı, Mezopotamyanın yakıcı güneşi altında simsiyah pala bıyıklarına tezat  sapsarı görünen pırıl pırıl parlayan, altın kaplama dişleriyle gülümsedi. Adamlarına bağırdı. ’’Karşımızda yiğit bir Cengâver var biz bununla başa çıkamayız. Köye gidah bütün aşireti toplıyah kızı artıh yarın kaçırırız’’ Köylülerden biri saplanmaya hazır olan şişin bir kazaya yol açmaması için aceleyle Maria’yı alıp yere indirdi. Gerçi Hamo Ağa biraz daha bekleseydi., Kaçırılan bir kız olmayacak, Titreyen ayaklarımla ben altına kaçıracaktım. Atlılar gündüzün bile yol vermeyen haramîler misali uzaklaşırken Hamo Ağa az ileride aniden Nergis’in dizginlerini çekip durdu. Yakın bir mesafeden tekrar geri dönerek Sarı pişo ya tepeden baktı. ‘’Ula Cengaver Abbas Aganın toruni yarın adamlarınızı toplayın bahalım bizim ikibin kişilik aşiretle nasil baş edecahsız şart olsun bu kızı yarın kaçıracağım sende adamlarını topla bahalım elmi yama, beymi yaman.. Allahvekil biz bu işi beceremezsah sahan söz ilerde dügününün ben yapacagam bütün mesarıfın benden. başlıgın da ben verecagam’’ Aslında Hamo Ağanın sahneye koydugu oyun bacaksız bir velede şaka yaparken amacı çevresine gözdağı vermek. Hâkimiyetini, gücünü dolaylı bir mesajla etrafına vermek istiyordu.

Atlılar uzaklaşırken herkes Sarı Pişoyu alkışlıyordu. Alipaşa mahallesindeki düğünlerinin vazgeçilmez  Sanatçısı Beşir Kaya olan bitenlerden sonra ilk yorumu yaptı. ‘’Hamo Ağa bile sarıpişo’dan çekindi. Gördüz on atli Sarı Pişo baş edemediler hepsi tırıs tırıs gettiler.  Maria’ya nasıl sahap çıhtı. Allahvekil düğününde damat sagdıcın olacagam’’

Ben eve doğru giderken yolda Maria’ya fırça atmayı ihmal etmedim. ‘’Niye heç sesin çıkarmadın adam seni aparidi. Seni anan söleyacağam. Bundan sonra benim sözümden çıhmayacahsan'' Zafer! Kazanmış olarak Alipaşaya Mahallesine döndüm. İrma teyzeye  şekeri uzattım. Onun kahraman gibi karşılamasını beklerken,  bana lağım sıçanı gibi muamele etmesine çok içerlendim.  İrma kızmıştı kızdıgı zaman bana Sarı Pişo demezdi. jirdon ( büyük sıçan) derdi. ‘’Ula Qıbrag jirdon (Diyarbekir lehçesinde kadın satan erkek. Burada kadın satan sıçan anlamında kullanılmıştır) mısafırlar getti şimdi evlerinde ahşam için kibekudur yapilar sen daha şekeri getirmedin nerde kaldız?’’ Bana ilk defa böyle kızan İrmanın gazabından korktum. Kendini savunmak istedim. ’’Allahvekil Hamo Aga, Mariayı kaçırıdi,  ben kurtardım. İnanmisan Mariaya sor. İrma teyzede ‘’Şahat tuttugun da bari muteber birisi olsa. senin gibi günde kırh yalan söli. Gene oyuna daldız.’’ Ben telaş içinde inandırmakta güçlük çekiyordum. ‘’Bahan niye inanmısan onların aşireti ne keder kalabalıhtır bilmisen, Allahvekil yarın büyük bir *teşkele (karışıklık ) çıhacak Bedo Emiceya heber verah, arkadaşlarını toplasın, bende bizim  akrabalarına heber vereyim. Hamo Ağayarın bütün aşireti topli yarın gelimiş. Mariayı kaçıracah’’ İrma teyze çok kızmıştı. ‘’Kör olasız! Pişo sen Yalan sölisen, yüzün kara edisen, Bi suda biteneşir tahtasında kahasız!’’

Maria  ‘’Ana vallah Pişo dogri söli. Hamo Aga’nın atına kebab şişini çekmeseydi beni aparıdi.(götürüyordu)  İrma bu masala inanmıyordu. ‘’Görisen bu iki şebek ne fortalar (yalanlar) uydurilar. Ula siz kimsiniz, üç köyün ağası Hamo sizin gibi zıbıllerle (çöplerle) ugraşacah’’ İrma teyze sofra bezinde Sütlü Nuriye yaptığı hamur tahtasının üzerinden unlu oklavayı aldı. ‘’Mısafırlarıma beni rezil etiz, bilmlslz kıtlamalıh şeker yohsa çay içmiler ben sizi çıbartmazsam (morartmazsam) Gözüz çıha avucuma düşe! (Gözünüz çıksın,avucuma düşsün bir Diyarbekir deyimi)

İrma teyze hırsla divandan kalktı. Havuşun ortasında biz iki çocuk can havliyle zoraki kovalamaca oynamaya başladık. İrma teyze bir yandan ‘’Allah’ım sizi evlat degil *gezep  (bela) yaratmiş’’ diyordu. Ben bir ara bir fırsatını buldum. açık küçe kapısından çeltik kilisesi meydanına zor kaçtım.

 Görseller : Oruç ejder, Semih Turanlı ve kendi arşivim.