Kıymetli Okurlar; sizlere yakında yayınlanacak olan ikinci kitabımdan bir bölüm sunuyorum. 12 Eylül 1980 darbe öncesi günlerinden Rahmetli Şehmus’un yaşanmış bir hatıratından yazdım.

 Şehmus her Diyarbakırlının bulaştığı lakabı Ankara’daki Okula da ulaşmıştı. Artık çıkmaz bir leke olan lakabı “Diyarbakırlı Diyojen” diye sesleniyordu. Ankara Emek’te bulunan Diyarbakır Yurdundan ayrılmak zorunda kalınca okul arkadaşları ona Ankara İncirli’ de kalacak yer bulmuştu. 1979 yılının karlı bir kış gününde Piyangotepe’de bir gecekonduda öğrenci arkadaşlarıyla yaşıyordu. Hacettepe Tıp,  ODTÜ ve Erkek Teknik Yüksekokulunda okuyan 5 arkadaşı vardı.  Dekorasyonu bir kitaplık ve masadan ibaret olan evde yer yataklarında bostan usulü yatıyorlardı. Günlerdir evlerini polisler ziyaret etmemişti. Semtteki öğrenci evleri sık sık gazaba uğrarken, fırtınadan önceki sessizlik gibiydi. Mıntıka olarak Keçiören Polis Karakolu’na bağlıydılar.

12 Eylülden önce hergün sayısız insanın Sağcı veya solcu diye öldürüldüğü küçük çapta iç savaşın yaşandığı günlerdi. Polis karakolluları bile ikiye ayrılmıştı. İki dernek vardı. POL-DER  yani solcu polisler, POL-BİR ise Sağcı Polislerdi. Keçiören Polis karakolu sağcı polislerin elindeydi. Dallas dizisinde Kötü adam petrolcü iş insanı rolündeki Ceyar ismini Komiser Celal’e yakıştırınca  “Komiser Ceyar” lakabı takılmıştı. 

 Ceyar son ziyaretinde de hane halkını toplayıp; “Eğer bir yasak yayın bulursak sizi Marmara çırası gibi yakacağım. 1 şubeye göndermeden önce II Ramses gibi mumyalayacağım.” diye açıklayan entelektüel bir komiserdi.  Mahallenin manavı Remzi bir ara muhtarlık seçimlerine aday olmuş, 40 yaşlarında uzun boylu, çelimsiz, sıska, günde 3 paket Bafra sigarasını içine çeke çeke avurtları çökmüş bir sağcı söylemler söyleyen tatlı su siyasetçisiydi. Ona göre bu öğrenci evi mahallenin çıbanbaşıydı. Mahalleli onu pek ciddiye alınmıyordu. Bir gün 1 Mayıs afişlerini asan arkadaşlarını komiser Ceyar’a yaranmak için ihbar etmiş, Kubilay ona sustalı bıçağı çektiğinde aman dilemişti. Diyojen’ de “Çek şu bıçağı canlı cenazeden zaten birkaç yıla kalmaz geberir demişti.” O günden sonra da Remzi’nin bir lakabı vardı. 1979 yılının popüler dizisi “Zengin ve yoksul” kötü adamı Falkonetti  olmuştu.

Ne derler tilkinin kuyruğunu kırk gün kalıba koymuşsun yine eğrilmemiş. Tek katlı gecekondunun kapısını dinleyen bir kişi vardı o da; Falkonetti Remzi. Azılı Ankara kışında soba gürül gürül yanıyordu. Sobanın etrafındaki gençler’in sıcaktan yüzleri al al ken Falkonetti Remzi dışarda tir tir titreyerek kendine geliyordu.

Ihlamur çayları demlenmiş Gitardan yükselen nağmelere eşlik ediliyordu.

Çav bella çav çav

Elleri bağlanmış 

Bulduğum yurdumun

Her yanı işgal altında

Kızlı erkekli 9 kişi hep bir ağızdan bağırıyordu. Semih’in o gece Hacettepe tıp fakültyesinden arkadaşları vardı. Sohbetler koyulaşmıştı. Artık o dokuz kişi bütün Türkiye’yi kurtaracak güce ve kıvama gelmişti. Kimi Halkın kurtuluşu kurtaracak, kimi de Devrimci yol kurtaracak diyordu. Diyojen “Arkadaşlar beni dinleyin. O gürültüde kimse onu dinlemedi. Tekrar bağırdı dili sürçtü. “Arkadaşlar beni bekler misiniz?”  Herkes birden bir tiyatro oyununa atıf yaparak; “Hayır biz Godot’u bekliyoruz. Diyojen’i beklemiyoruz.” Diyojen “yasak olan  Âşık Ali Asker yeni kaseti dinleyeceğiz” dedi. Herkes sustu. Âşık Ali Asker ODTÜ şenliklerinde ünlenmiş aynı zamanda da Dev-yol ozanı diye efsane olmuştu. Herkes dikkatle Teyb’e baktı. Gür bir ses marş edasıyla türküyü söylemeye başladı.

Şu Metris’in önü bir uzun alan

Bir tek seni sevdim gerisi yalan

Senin hasretindir hücreme dolan

Bir tek seni sevdim gerisi yalan

O şen şakrak gürültülü ortamı bir hüzün almıştı herkes buğulu gözlerle müziği dinliyordu. kimisinin sevgilisi, kimisinin arkadaşı ya Mamak’ta, ya Metris’teydi. Soyadı uyuşmazlığından görüşemiyordu. Dışarıda da bu konuşmaları dinleyen Falkonetti Remzi Heyecanla telefon kulübesine koştu demir jetonu attı hırsla numaraları çevirdi. Komiser Ceyar’a müjdeyi verdi; “Kominist şarkılar söylüyorlar komiserim” diye ihbar etti. Kapı çalındı. Diyojen kapıya doğru yöneldi, kapıyı açtığında polislerden biri onu hızla kolundan tutup dışarıdaki ebruli menekşeli saksılara doğru fırlattı. Hızla içeriye giren bir minibüs dolusu polislerin ilk işi teyp teki kaseti almak oldu. Daha sonra evdeki herkesi minibüslere bindirip evi de Perşembe pazarına çevirdiler. Fakat evde kayda değer bir şey bulunamadı. Duvarlara yazı yazılırken beyaz boya bulaşmış bir parka, Ataol Behramoğlu’dan bir şiir kitabı, Leo Hüberman’ın Sosyalizmin Alfabesi kitabı onlar için yeterliydi. 

Az sonra Komiser Ceyar soruyordu. 3 kız, 6 erkek arkaları dönük beyaz badanalı duvara dikkatle bakıyorlardı. Ceyar duvara dizilmiş gençlerin arkasında volta atıyordu. Önce kızlara bağırdı; “Bu saatte bekar evinde ne işiniz var?” Safiye ”Tıpta okuyoruz. Semih’le ders çalışmaya geldik.” “Yok ya Beşevlerden yurttan kalkıp bekâr evine ders çalışmaya geliyorsunuz. Külahıma ortaya koyayım ona anlatın. Hangi örgütün toplantısını yapıyordunuz.” Semih; “Bizler çay içip ders çalışıyorduk.” Diyojen; “O kaseti de yolda buldum merak ettik dinledik. Ceyar;  Hiç zeytinyağı gibi üste çıkmayın hepiniz siyasi şubeye gidiyorsunuz.” Dışarıdaki polislere bağırdı; “Şu Delil olan kaseti götürün, ama önce dinleyeyim.merak ediyorum, Ali Asker denen bu gomonisti, Evi yakın olup da Teyp’i olan var mı?” Bir bekçi; “Karşıdaki kahve de var. Teyp geldi. Schaub-Lorenz artık çalışmaya takatı olmayan kapağını kaybetmiş zavallı bir teypti. Kaset konuldu önce çalışmamakta direndi. Komiser hızla tuşlara vurunca çalıştı.  Teypten çıkan melodiler 9 gencin, 4 polisin ve komiserin gözlerini fal taşı gibi açtı. Mega Star Ajda Pekkan söylüyordu.

Hoş gör sen, affet gitsin aldırma

İyilik sende kalsın sonunda

Sen sarıl, o sana sarılmazsa

Sen unut, o unutmazsa

Komiser deli gibi ani bir hareketle teybin tuşuna bastı diğer yüzünü hırsla çevirip bastı tekrar Ajda söylüyordu.

Ya sonra, ne yaparım senden sonra

Acımadan geçer yıllar, zamanla yalnızlıklar başlar

Dolaşıyor pişmanlıklar, Hey!!

Evet gerçekten günün anlam ve önemine uygun şarkılar çalıyordu. 9 gencin yüzünde muzip bir gülümseme, Komiser’in yüzündeki ifadeyi anlamak ise çok güçtü. Ankara garında son dakika da treni kaçırmış çıldırmış bir yolcu gibiydi masaya yumruk vurarak; “Defolun, defolun benimle dalgamı geçiyorsunuz. Bana Remzi’yi getirin onu geberteceğim.” Gençler öfkeyle söylenen bu itirafla, ikinci kez Remzi’nin kurbanı olduklarını anlamışlardı. Perşembe pazarına dönmüş eve tekrar polisler gitti. Bir saatlik ince bir aramadan sonra polisler yine eli boş döndüler kaset bulunamadı.

Gençler nezaretteyken Remzi’nin sesi duyuluyordu; “Komiserim vallahi o komünistin sesiydi, Ali Asker’in sesini tanımaz mıyım?” Komiser Ceyar ; “Hiç birinizi görmek istemiyorum defolun, yeterli kanıt bulunamadı.” Bir polis “komiserim tutuklular” diye sorunca; “Onlar da defolsun, sizlerde defolun.” Gençler serbest bırakılıp oradan uzaklaşırken, Diyojen dönüp karakola baktı. Polisler, bekçiler hepsi dışarıda soğukta komiserin sinirinin geçmesini beklerken komiser tek başına içerde küfürler savuruyordu. Ertesi gün mahalleli Falkonetti Remzi’yi arıyordu. Onu dövüp, duvarlara da muhbir Remzi cezalandırıldı diye yazacak ve bunu kutlayacaklardı. Fakat Remzi gecenin bir yarısı bulduğu kamyonetle iki üç parça eşyasını, karısını ve iki çocuğunu almış memleketi Kastamonu’nun İnebolu İlçesine tayini çıkmıştı. Herhalde tayin belgesini Komiser Ceyar imzalamıştı. Tarihte ilk kez bir manavın tayini çıkıyordu.

Olaydan bir hafta sonra Diyojen’in okulunda kapıda arama yapılıyordu. Bir polis arama yaparken Kubilay’a hafifçe eğildi kısık bir sesle ; “Beni tanıdın mı?” diye sordu “Hayır dedi şaşkınlıkla” Polis; “Ben sizin evinizi basan polislerdenim kaseti alıp sobaya attım başka kaseti komisere verdim.” Diyojen şaşırmıştı; “Çok sağol da neden yaptın bunu?” “Ben Pol-der’liyim. Sizden sonra bir iki olay daha olunca beni buraya ışınladılar. Yardımsever polisin ismini sonra öğrendiler. İsmi Nurettin miş. Uzay yolu dizisinde personeli gemi dışına ışınlayan Skati’den esinlenerek ismini Skati Nurettin koydular. Artık öğrenci evinde birisi dışarı çıkacak olsa, şöyle sesleniyordu; “Skati, beni Kızılay semtine ışınla”