Devekuşu kabare tiyatrosunda “Deliler” oyununda perde açılır, Akıl hastanesinde deliler topluluğu önlerinden en akıllıları seyirciye gülümseyerek bakar, sanki bir parti sözcüsü gibi konuşur.

Ben şimdi prelüt olarak bir açıklama yapmak istiyorum:

Biz aptal, gerzek, budala değiliz,

yalancı, şarlatan, palavracı değiliz,

arsız, yüzsüz, yılışık, riyakar da değiliz

Bencil, sahtekâr, zorba hiç değiliz,

“biz sadece deliyiz”

Diğer delilerin gülüşmesiyle oyun başlar.

Bana göre üç çeşit deli vardır; deliler, yarı deliler, her şeyi bilen akıllılar. Deliler zararsızdır, yarı deliler zamanınızı alır uğraştırır. , Üçüncü tür deli olanlar  “her şeyi bilen akıllılar” ise bazı kamyonların arkasında yazdığı gibi onlara “Ateşle yaklaşmayınız”  yani sohbet konusu açmayınız. Var olan aklınız da uçup gidebilir.  Bazen sosyal medyada bir görsel ile soru geliyor. Bilmediğim bir soru gelirse; “bu konuda yeterli altyapım yok” diyorum. Ahkâm kesip sonradan düzeltmek uğraşmak inanın daha yorucu.

Tuhaf bakışları, dikkat çeken bıyıkları, aykırı davranış ve sözleriyle 20. Yüzyılın en büyük ressamlarından Salvador Dali… Kendinden 5 yaş büyük ressam Paul Gauguin‘le yakın dost olan Van Gogh, doktorlara göre ‘problemli’ bir insandı. Yaşamı boyunca şizofreniden manik depresyona kadar 30’a yakın teşhis konulan Van Gogh’un sevdiklerine aşırı bağlı olduğu anılarından, mektuplarından açıkça görülmekte. 85 yıllık yaşamına 200’e yakın eseri ve bununla birlikte aşkı, sanatı, şöhreti ve tabii ki de deliliğini de sığdırmayı başarmış. Bugün bile eserleri tartışılan, büyük beğeniler toplayan Salvador Dali, kimine göre dahi, kimine göre deli, kimine göre de deli dahi biriydi. O ise, bu soruna cevap niteliğinde şu sözleri söyleyerek kendini farklı bir klasmana koymayı başarmıştı: “Bir deliyle benim aramda tek bir fark var. Deli aklının yerinde olduğunu sanır. Bense deli olduğumu biliyorum.”

 

Amerika’da delilerin tedavileri için kaldıkları merkezlerde delilerle muhabbet edilir ve ilginç muhabbetler doğar esasında çoğu deli ilkokul öğrencisi kadar akıllı veya değildir. Ama aralarında nadir olarak çıkan ruh sağlığı bozuk ama akıllı dahiler vardır. Ebulkasım Nişaburî'nin "Ukâlâ-yı Mecânin" (akıllı deliler) adında bir kitabı vardır. Delilik ve deliler hakkında kalem aldığı bu eserinde yazar, sadece delilerin ya da deli diye bilinenlerin hayatlarını ya da gülünç hallerini anlatmaz; aynı zamanda deliliğin içsel yolculuğunun da analizine gider.

Diyarbakır’ımızın nice delileri ile bir arada büyüdüm. Çıplak boynuna kravat takıp gezen komşumuz Fevziye teyze ile Ağa Amicenin oğlu Deli Çeto, Lehmecun  Ezo, Sevdası uğruna yalnız deli değil divane de olan Deli Selim Elinde Sırığı ile hergün Ulu Caminin önünden cenaze bekleyip çarşı ekmeği arasındaki tahin helvasını kısmetini bekleyen Alişan, elindeki sustalı bıçağıyla küfür eden erkeklerin korkulu rüyası Deli Soné adıyla maruf Songül ablamız, “Keke pere heye, pere hur heye”  (bozuk paran varmı) diyen,Fiskaya çocugi bağlarda oturan Keke Adnan, Elazığ ruh hastanesinde yatan Deli Yaşo gibi  saymakla bitmeyen nice delilerimiz var. Kurdo Mexeme, Deli Ayno, Yahudi Yunus daha saymadım.  Deliler içinde en ilgi çekenlerden biri de deli Ferho. 1948 yılında İsrail kurulduktan sonra Diyarbakır'daki Yahudiler de göç edip gitti. İsrail'e götürülmeyen Yahudilerden biri de deli Ferho'ydu. Deli Ferho daha sonra Müslüman olmuş ve Selma adını almıştı. Paşa hamamının kadınlar gününde nohut, bakla fal açar, kadınlar yıkanırken bebeklerine bakan, nafakasını çıkaran farklı bir din ve etnik kökenden gelmesine rağmen “Gavur mehlelilerin” sahiplendiği bir garipti.

2018 Eylül ayında Diyarbakır Yeni yol civarında Birsinliler yas evinde herkes hüzünlü, herkes sokaklarda biçare yaşayan bir insanın yasını tutuyordu. Taziye yerinde akrabaları, doktor oğlu ve kardeşi Salih Kırık’a başınız sağ olsun dedikten sonra ayrıldım. Kimse ailesine niye sahip çıkmadınız diye serzenişte bulunmadı. Ailesi ve çocukları ellerinden geleni yapmış, Derviş görünüşlü adam Diyarbekir küçelerini mesken tutmuştu. Hayata veda eden kişinin herkes gibi ‘normal’ bir hayatı vardı. Evlenip üç çocuk sahibi olmuş, öğretmenlik ve milli eğitimde şube müdürlüğü yapmış emekli olmuş bir bürokrattı. Mehmet Kırık’ın tam olarak ne yaşadığını kimse bilmiyordu. Mehmet Kırık sokakta yaşamayı tercih etti. Qiriq Miheme efsanesi böylece başladı.

Ona göre bozuk olan kendisinin psikolojisi değildi. Bu kentin Psikolojisi bozuktu. İnsanlar ikiyüzlü ve Karate Kadri gibi ayaküstü kırk yalan söyleyenler geziyor, tozuyordu. Elazığ ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde ve hapiste yaşayanlar kimseyle muhatap olmadığı için akıllı, dışarıda yaşayanların ben dahil, hepsi deliydi. Şair Ahmed Arif’den, Cahit Sıtkı Tarancı’dan  daha nice kayda değer şairlerden ezbere şiirler okuyan Diyarbakır’ın sosyolojisi üzerine saatlerce sohbet edeceğiniz, felsefe öğretmeni olduğundan "Tüm gerçekliğin temel ilkelerinin ve nedenlerinin sistematik bir ifadesi" nedir diye Qiriq Miheme’ye  sorduğunuzda;  Bilimsel felsefenin doğada gözlemlenenlerin bir açıklaması olduğunu bunu betimlemelerle anlatıp, bilimsel açıklamanın altına mutlaka “Koy atı rahvan getsin, Dünya g…. olmiş, ben ne yapayım.”  ağır bir küfür koyduğundan ağzı belalı bir filozof olduğu söyleyebilirdiniz.                     

Bir gün Sanat sokağında sohbetimize ara verip çayımızı yudumlarken oradan geçen bir delikanlıya herkese sorduğu saçma sapan bir soru tekrarladı. “İnek niye kuyrugini salli” delikanlı cevap veremeyince “Kuyrug oni sallayi mi ondandır!” Delikanlı geçip giderken ona neden saçmaladığını sordum. “ Onun zekâ düzeyine göre sordum, Sen ilaç firmasında çalıştın, söyle bakalım.” Nöroloji bilimine göre beynimiz bazen biz farkında olmadan istemediğimiz kararlar alıyor ve biz o kararlara uyguluyoruz.  Determinizm açısından bakarsak bizlerin eşeklerden farkı ne?  Yüzüne şaşkınlıkla bakıyorum. İçinde eşek lafı geçse de, hakaret mi yoksa bana kapak yaptığını ima etse de, kırmamaya çalışarak; O üniteye henüz gelmedik, elektrikler kesikti çalışmadım hocam, yeterli alt yapımda yok diyerek, sohbetin sonunda bana küfür etmesini engelliyorum. Qiriq Miheme’yi sohbetlerindeki kapakların sözleri dilden dile dolaşıyordu. Üzerinde okul kıyafeti olup sokaklarda gezen kız öğrenci gördüğünde çok sinirlenirdi. “Kız çirtik (şivemizde oynak) get okul oku, evde kalırsan manyak!” Onu fenomen yapan da açık sözlülüğü, çevresine eleştirisini acımasızca yapmasıydı.  Tüm Diyarbakırlıların bildiği itirafı onun bütün hayatını özetliyordu. Gözleri dolar, yere bakarak “hayatta iki şeyi beceremedim, aşkı ve para tutmayı!” Her biri aforizma gibi dillere dolanan sözleri, Hep Ofis semtinde dolaşırdı. Qiriq Miheme’yi onu görenler onunla video çekerdi. Özellikle gençlerin etrafında bir efsane oldu.

Qiriq Miheme 1963 yılında Diyarbakır’da doğdu. Bağlar Fatih İlkokulu, Atatürk Ortaokulu, Diyarbakır Lisesi ve İşletme Fakültesini bitirdi. İlk ögretmenlige 1983’te Lice Yatılı Bölge Okulu’nda başladı. 20 yıla yakın Milli Eğitim Müdürlüğü Atama Şubesi’nde görev yaptı. Vefat etmeden önce 7 yıl önce emekli oldu. Alkol bağımlısıydı ama tedaviyi ret ediyordu.  Güçlü öngörüleri, siyasi tespitleri, analizleri ve yaratıcılık yönü güçlüydü. Okumayı seviyordu, insanlarla iletişimi çok iyiydi. Üç oğlu vardı, ikisi doktor oldu. Toplumun kültürel yapısının hayli üstünde bilgi birikimi vardı. Ailesinden öğrendiğime göre Memuriyet hayatında olumlu sicil almıştı, idareciler başarısını ve bilgeliğini bildiği için çok sevilirdi. Sokaklarda yaşamaya başladıktan sonra üstü başı yırtık, Sakalı ve saçları uzun, dağınık ve kirliydi. Türküler söyler, kendi kendine konuşur, kim bilir aklına ne geldiğinde hezeyan içinde bağırır, küfür eder, bira içer, laf atanları daha orijinal cevaplar vererek laf attığına pişman ederdi.     

Sosyal medyada onunla ilgili birçok tartışma yürütüldü, duvarla onun aforizmaları yazıldı. Sanat sokağının kafelerinde yatar, oradaki gençlerle muhabbet ederdi. Bir gece, belki kalbi dayanamadığı için, yine bu kafelerden birinde hayatını kaybetti. Sanat sokağındaki esnaf onu sahiplenmişti.  Yemek ikram etmenin dışında aşırı sevgi gösterirdi. Belalı bir coğrafyanın, belasına, yaşamın acımasız kurallarına bir derviş gibi dik durdu. Kimseye eyvallah etmedi, dostça ikram edilen lezzetleri afiyetle yerdi, Sanat sokagının esnaflarından birisinin anısını size yazayım. Müşteriden arta kalmış iki şiş ciğer kebabını asık suratla veren garsona direkt küfür etmedi; “Bu mezesiz getmez, evine götür, senin Anan acılı ezme ve haydari yapsın, bi fışki (içki anlamında) açsın. Rehet bişe geysin akşam gelirem diyen, küfüre mizah katan birisiydi. Benden 3 yaş küçüktü, sevmedikleriyle sohbeti uzatmazdı, Diyarbakır’ın meşhur halk deyimi, onu öv ama hemen gönder anlamında söylenen;  “Ver koltuğuna s… ağzına” derdi. Ama ona değer verenlerle uzun süreli sohbet ederdi. Ofis semtinde kafe işleten Doğan Demir de bunlardan biriydi. Qiriq Miheme istediği zaman geceleri onun kafesinde yatıyordu” diyor Doğan Demir halen herkese söyler “Kimse ondan rahatsız olmuyordu çünkü çok bilgiliydi. Futboldan siyasete her konuda sohbet edeceğiniz bir entelektüeldi.”

Ben ona hep saygılı davrandığımdan bana mesafe koymazdı. İleride onu yazarım diye sanırım 2015 yılıydı not almıştım. Ona sordum. Sen felsefe öğretmenisin, Kendini bilimsel açıdan tanıtır mısın dedimOnunla son konuştuğum cümleyi okurlarımın affına sığınarak olduğu gibi yazayım. ” .  “Çok kitap okudum. İdealist bir solcu olamadım. Stendhal kadar realist, Salvador Dali’den daha deliyim, Karl Marx kadar ekonomi iyi bilen ama parayı, tutumluluğu özel hayatıma geçirememiş biriyim. Ben Karl Marx kurbanıyım, hayat bana geçirdi.“

Görseller: Hakkı Sayan, Doğu Magazin, Öz Diyarbakır gazetesi