Şeho Annesinin Süryani desenleriyle işlenmiş bakır siniye koyduğu pencegoşt pilavı ve sarımsaklı meftune yemeğine iştahla baktı. Ankara’da tatsız tuzsuz bir günde bayatlayan somun ekmeğine inat, bir hafta tazeliğini koruyan mahalle fırınında pişirilen ekşi mayalı ekmekten bir parça koparıp yemeğe başladı. Annesi “Ma atlı arhana vermiş, bi dekke babanı bekle, daha kurut şorbesini getirmedim.” Şeho krem rengindeki taş gibi sert topağın sıcak suda annesinin saatlerce sabırla karıştırıp nasıl çorba haline geldiğini izlemeyi severdi. Kurut’a her zaman şaşırarak bakardı. Sütün bol olduğu zamanlarda hazırlanan, kurutularak ve tuzlanarak hazırlandığı için uzun süre saklanabilen lezzetli bir çorbaydı. Atalarının yüzyıllardır yayla kültüründen kalan bir kültür mirasıydı. Çoğunlukla küçükbaş sürülerinden elde edilen bol miktarda sütten yoğurt, kefir, ayran, tereyağı, peynir şeklinde yararlanıldığı kadar, kurut da annesinin Bağıvar köyünde yazın yaptığı el emeği ürünlerden biriydi.
Şehmus babasının işten geldiğinden beri kendisiyle konuşmamasına bozulmuştu. Ağzını açacak olsa “herkesten olanları duydum, sus ve edebinle otur.” Yemek boyunca sofrada kaşık sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Babası yemekten sonra her zaman geleneksel gezintisi yapmak üzere dışarı çıktı. Şeho ile hiçbir şey konuşmadan, el öpmek istediğinde “Hade get benamus” dedikten sonra kapının kapanış gürültüsü Alipaşa mahallesindeki tüm komşular duydu. Sofu Halıd her akşam Ulu camide yatsı namazından sonra Yoğurt pazarında Eski Borsa hanı karşısındaki Kemal’in Nargile Kahvesine arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti.
Şeho ineklerin bağırışı ile uykusunu böldüğü, tezek kokusundan nefes alamadığı Bağıvar köyünde saklandığı samanlıktan sonra bu oda ona saray gibi gelmişti. İki aydır ilk defa tertemiz yatakta deliksiz uyudu. Sabah kalkınca Annesi Çarşıya .şewîti’deki (yanık çarşı) ayakkabıcı dükkânının anahtarını verdi. “Baban bir taziyeye gitti. Ankara’ya gitmesin her gün dükkâna gelecek dedi.” Şeho’nun Babası Ankara’da fakülteye devam etmesini istemiyordu. ”Tamam, Dayikamın anladım, parada bırakmadığına göre gitmemi istemedi” Annesi; “İnsan evladının kötülüğünü ister mi, Ankara’da anarşikler mi,(anarşist) bi şey dedi anlamadım, seni kandırırlar diye korhi.” Şehmus ikinci sınıfa gelmişti. Fakülteyi bırakmak istemiyordu. Anahtarı almayıp, bavulunu alınca annesi gözyaşlarına boğuldu. Oğluna sıkı sıkıya sarılıp yanaklarından öptü. Şeho ayakkabılarını giyerken, koşarak yüklükteki bir döşeğin arasından ki altınları aldı.3 çeyrek altını ve iki kahverengi elliliği Şeho’nun cebine koydu. “Kurémin merak etme babandan gizli biriktirdim, biliyem yetmez. Almanya’dan Amcan gelmişti sana harçlık vermek istedi, onu elini öpmeden gitme, yoksa darılır.”
Sarıpişo Abbas Dedesinin Kahvesinde merdivenlerinden çıkan elinde bavulla Şeho’yu görünce yanına gitti. “Şeho abe nereye gidisen” “Önce bi kahvaltı yapayım, Seyrantepeye otogara gidiyem, sonrası, Ankara Ankara seni görmek ister, her bahtı kara marşını söylerem.” Sarıpişo koşarak Erep Kemal fırınından yeni çıkmış sımsıcak yarım çakıl ekmegi, Bakkal Heci Mıhyeddin’den bir baş örüklü peynir ve bir tane Hevsel bahçası domatesi alınca Şeho’nun sevdiği üçlü kahvaltıyı tamamladı. Şeho elini cebine uzatsa da, Sarıpişo “Sen yola gidisen boşver, kahvaltıya başlama dezge altından duble çayını getireyim” Şeho dezge altından yani tezgah altı deyimi para almam anlamında kullanan Sarıpişo’ya gülümseyerek baktı, bu insanları ve Diyarbakır’ı çok özleyeceğim diye iç geçirdi. Kahveyi işleten Kuşbaz Meheme yeğenini kızarak çagırdı; “Ula Sarıpişo adam seni hem ihbar etti, hem de kahvaltı hizmeti yapısan, sende bir aluce (erik) kadar akıl yok.” Sarıpişo aslında Şeho’nun kendisini ele vermediğini, Tapu müdürlüğünde memurum diyen, esas ismini bilmedikleri Fethi adlı sivil polisin söylediğini biliyordu. Şeho emniyette olan ifadesinde “Senin dağıttığın dergiler Sarıpişonun büfesinde çıktı” sözüne “O yasak olduğunu bilmiyor, ben ona emanet verdim.” Demişti. Zaten Sino’nun lokantasında Sarıpişoya tek bir cümle söylemişti. ”Beni öttüremediler, yoksa ben ceza alacak senle birlikte birkaç kişiyi daha yakacaktım.” Sivil polis Fethi çok becerikliydi. Diyarbakır’da gazete bayilerinde dergilerin satışı ve dağıtımı ile ilgili kim varsa ahbaplık kuruyor, gerekirse temin edilecek yerlerin adreslerini veriyordu. Bir sonraki aşama kolaydı listesindeki dergiyi alanları tespit edip, mesai arkadaşlarına kendi deyimiyle “paket” yaptırıyordu. Boşuna değildi Sarıpişo’nu büfesinde saatlerce durup, bazı dergi alanlarla kişilerle sohbet edip, gel bir Ünal gazozu içelim demesi. Üstelik Çinde olan Mao Zedung devrimini Türkiye’de olmasını isteyen “Maocularla” Karl Marx’ın “Materyalist diyalektik” felsefesini tartışacak kadar birikimi vardı. Felsefe ilgili terimleri kullanır kişileri galeyana getirirdi. Sonuçta Komik bir durum oluşur, bilmeden bir sivil polisle saatlerce heyecanla tartışanlar, kendi devrimciliğinden şüphe duymaya başlıyordu. Birçok “Mao” cuyu yanlış! yoldan çevirip Marksist yaptığı söylenirdi.
Şeho’nun Almanya’da çalışan amcası geldi. Somurtarak bir ipli kürsüye oturup, bir çay söyledi. Cebine bir miktar para koydu, sert bir şekilde; “Anandan heber aldım, bugün gidisen, Senin için bankadan 100 mark bozdurdum. Şunu bilmiş ol, Bir daha anarşik olaylara karışırsan benden kuruş işlemez, Ankara’da banka hesabının numarası bende, her ay gönderirem” Şeho’nun cevap vermesini beklemeden çayını yarım bırakarak uzaklaştı. Şeho bu buruk vedalaşmaya üzüldü.
O sırada Şeho’ya bakıp konuşan bir grup Dicle üniversitesi öğrencisi kalktı.Kahveden çıkarken birisi Sarıpişo ile oturan Şeho’nun masasına hafif bir tekme vurup sert bakışlarla, “Seni Ankara da birez pozmişlar. Biz sana kaç defa Türk solu ile ilgili dergileri özellikle Dev-Genç satma dedik, Bizim Rızgari dergimiz sana uymasa da heç olmazsa Kawa, DDKD’nin yayınlarını sat dedik. Unutma! Ben Doktor olacagım, biliyem ki söliyem. Çırrıg olmuş (Tel, tel olmuş eğrilmiş koyunyünü) hayatların tedavisi yoktur. Bizim dergiler daha organik ve vitaminli..” hergün tok karnına bir defa okuyacaksın.” diyerek, Şeho’nun cevabını beklemeden gittiler. Sarıpişo “Şeho Abe bu dergilerle senin sattıkların arasında ne fark var.” Şeho “Boşver şu an anlatsam da, anlayacak altyapı sende şu an yok.”
Şeho tam bavulunu alıp gidecekti. İki sivil Polis kahvenin önünden geçerken durdular. Kahvenin merdivenlerinden ağır ağır çıktılar. Alaycı bir ifadeyle; “Vay vay vay Diyarbakırlı Diyojen kod adlı anarşist elinde bavul terk-i diyar ediyor. Yolculuk ne taraf Şehmus.” Şeho; Kod adı daima gizli olur, o sizin koyduğunuz bir lakap. Nere gittiğime de gelince İstanbul’a gidiyem. Oradaki arkadaşlara bilgi verin. Beni karşılasınlar. Harem otogarında inip, Kandilli’de denize sıfır köşkümde gemilere bakıp, birez kafamı dinleyip, Kahvemi yudumlayacağım.” Polisler gülmeye başladı; “Yanlış bilgi Diyojen yolunu şaşırma, Ankara otogarında inip, Tandoğan meydanından Emek semtinde Diyarbakır yurduna gideceksin. Arkadaşlarımız seni heyecanla bekliyorlar.” Şeho “Bugün benim kabul günüm galiba, gelen giden bela arıyor.” Polisler uzaklaşırken birisi aniden döndü; “Diyojen saat 12:00 de Seyrantepe’de ol, otobüsünü kaçırma, Unutma Harput Turizm 17 numara, iyi ki teker üstü almamışsın. O302 de teker üstü zıplatır. Sabaha kadar uyuyamazsın.” Kahkaha atarak uzaklaştılar. Sarıpişo “ Şeho abi bunlar her şeyi bili” yorumuna “He valla donumun rengine kadar.”
Görsel: Elazığ Harput Turizm (O yıllarda Diyarbakır firması yoktu)
Magazin ulaşım arşivi ve Ahmet Ölker arşivi
Dipnot: Kiymetli okurlar Benim ve Rahmetli arkadaşım Şeho’nun yaşamından bir kesit yazdığım. “Diyarbakırlı Diyojen” adlı Anı&Roman yayınlanacak kitabımdan bir bölüm, olumlu veya olumsuz eleştirilerinizi alta yazabilirsiniz. Amacım 1979 yıllarının siyasi atmosferinden Bazı kesitleri size sunmak, Bundan önceki 4 yazımı okuduktan sonra okursanız daha da anlam kazanır.