Günün birinde, Karacadağ eteklerindeki köylerden birinde sürüsünü önüne katıp düzlüğe indiren bir çoban, oturduğu yerden koyunlarıyla keçilerini gözetlerken, sürüden ayrılan bir keçinin diz çökerek, başını bir yere soka kaldıra su içer gibi hareketlerde bulunduğunu fark eder.

Rivayet edilir ki, etrafı beş bin metre uzunluğunda, on iki, yer, yer on üç metre yüksekliğinde, içinde sayısız mazgallar, depolar bulunan üzeri kitabelerle süslü, seksen iki burçla çevrili, dört kapılı bir kent varmış. Bu kentin halkı su gereksinimlerini bazalt taşlardan yapılmış kanallarla evlerine ulaştırılan Hamravat adındaki nefis mi nefis, sağlıklı mı, sağlıklı bir suyla giderirlermiş.

Devrin idarecileri o yörelerde yaşanan duyup tanık oldukları insanlık dışı komplolardan kent halkını korumak için su konusunda çok duyarlı davranır; içine zehir veya mikrop üreten bir şeyler katabilirler varsayımından hareketle suyun; nereden çıkıp, hangi yollarla kente geldiğini çok önemli bir sır gibi saklarlarmış. Bu gizi açıkladıkları anda öldürülecekleri kendilerine peşinen söylenen yeminli gözlemciler, kantaralı su kemerleriyle depoyu sürekli olarak kontrol altında tutar, yer altı kanalları hakkında, ‘ser verir de sır vermezler’miş.

Günün birinde, Karacadağ eteklerindeki köylerden birinde sürüsünü önüne katıp düzlüğe indiren bir çoban, oturduğu yerden koyunlarıyla keçilerini gözetlerken, sürüden ayrılan bir keçinin diz çökerek, başını bir yere soka kaldıra su içer gibi hareketlerde bulunduğunu fark eder. Geriye dönen hayvanın sakalından damlayan suları görünce, orada bir su kaynağının bulunduğu düşüncesiyle yerinden kalkıp, o tarafa doğru yürür ve şaşkınlıklar içinde görür ki, bunca yıldan beri varlığından haberdar olmadıkları bir su, çökmüş olan iki yekpare taşın arasından çağlayan hızıyla akıp gidiyor.

Çok sevinir. Kavalını koltuğunun altına sıkıştırarak eğilip su içer. Elini yüzünü yıkarken koltuğunun altındaki kaval kanala düşerek, hızla gelen suyun gücüyle sürüklenip gider. Biraz üzülse de pek önemsemez. Hayvanlarına su içirmek için uzaklara gitmek gibi bir zahmete katlanmayacaktır artık.

Hemen o gün kanal koruyucularından biri, kontrolünü yaptığı su deposunun içinde bulduğu Kavalı devrin paşasına yani o dönemin valisine götürerek, kim tarafından, niçin, nasıl atıldığına akıl erdiremediklerini söyler. Vali epey düşündükten sonra:

-“Kavalı götürüp Urfa Kapı’nın kemerinden iple asarak gelip gidenlerin görebileceği biçimde sallandırın. İki gözcü de sürekli nöbet tutup dikkat kesilsin. O semtten gelenler den hangisi kavala bakıp gülümser, hayrete benzer jest ve mimiklerde bulunursa alıp bana getirin,” emrini verir.

Çoban ertesi gün ihtiyaçlarını gidermek amacıyla şehre indiğinde, Urfa Kapı’daki kemerden sarkıtılan kavalını görünce “hayret” anlamına ellerini iki yana açıp, anlamlı, anlamlı gülümser. Gözcüler onu derhal alıp, valinin huzuruna çıkarırlar. Yaşanan olayı olduğu gibi anlatan çobana, vali çobana gördüğü sudan kimseye söz edip etmediğini sorar.

-Çoban “Hayır beyim hiç kimseye söz etmedim! Söylersem çobanlar sulamak için sürülerini oraya götürüp hem sıramı almış olur, hem de su çabuk biter düşüncesiyle kimselere söylemedim,” der.

Vali:- “Aferin oğlum! Dikkat ve akıllılığından ötürü seni kutlarım. Haydi, şimdi adamlarımla birlikte git, gördüğün suyun yerini göster ki mükâfatlandırılasın,” diyerek uğurlar.

Çoban sevine, sevine önlerine düşüp, çöken taşın altından akmakta olan suyun yerini gösterir. Görevliler kendisine teşekkür ettikten sonra, bir tepenin arkasına götürerek orada öldürürler. Dönüşte de açıktaki su kanalını onarıp, üstünü toprakla örterek, suyun izini yok ederler.

İnsan yapısını çok iyi bilen ve kent halkının sağlığını tehlikeye düşürmemek konusunda kesin kararlı olan Vali, Bu adamlar çobanı öldürdüklerini ve suyun yerini günün ya da zamanın birinde ağızlarından kaçırabilirler, düşüncesiyle, adamların karşısına çıkıveren meçhul kişiler aracılığıyla onları da öldürtür ki, su giziyle, çobanın öldürülmesi sır olmaktan çıkıp, hainlerin eline en ufak bir ipucu dahi geçmemiş olsun. 

Olayların ikisine de faili meçhul süsü verilir. Bu cinayetleri işleyen kişileri devlet olarak yakalayıp cezalandıramadıklarından ötürü suçlarını kabullendiklerini ilan ederek, katledilenlerin ailelerine diyet olarak azımsanmayacak ölçüde para yardımında bulunmak suretiyle halkı ve ailelerini bu mizansene inandırırlar.

Kent halkının sağlığıyla bağlantılı olan bu suçsuz ve günahsız insanların öldürülmesi olayının valinin vicdanında gedikler açıp açmadığını bilmemiz imkânsız; ama gösterdiği duyarlılık, idarecilerin sorumluluk açısından ne büyük bir baskı altında bulunmaları gerektiğini vurgulamaya yarayan çok çarpıcı bir örnek!.. 

İşte Hamravat Suyunun hikayesi de böyle… Ne diyelim… 

Kaynak : Prof. Dr. Kemal TİMUR,”  yazar Esma Ocak.