Pera Müzesinde sergilenen Fransız ressam Antoine de Favray'ın 18. yüzyılda resmettiği ve dönemin İstanbul'una ışık tutan 'İstanbul Panoraması' adlı tablosu Dünyanın en değerli tablolarından biri sayılmaktadır. İstanbul'a 1762 yılında gelen ve 10 yıl kalan Fransız ressam Antoine de Favray'ın Rus Sarayı'nın penceresinden sihirli! fırçasıyla yaptığı tablo  İstanbul'un Tepebaşı semtinde Pera Müzesinde görmüş,  İstanbul Panoraması tablosuna dakikalarca baktım doyamadım..

Bana göre tablonun günümüze yansıması Ferzan Özpetek’in ilk uzun metrajlı Hamam filmidir. İstanbul’un panoramasını, gizemini anlatır. Görüntü yönetmeninin en güzel detayları seçmesi size adeta İstanbul’u gezdiriyor. Filmin kahramanı ailesinden tarihi bir hamam miras kalınca, İstanbul’a doğal güzelliklerine hayran kalıp satmaktan vazgeçmesini anlatır. Sanıldığının aksine sadece eşcinsellik üzerine bir film değildi. Filmdeki sahne sadece ufak bi ayrıntıydı zaten…

Nedense filmde geçen iki erkeğin el ele tutuşma sahnesi görülünce zaten ön yargılı bir toplum olduğumuzdan hemen etiketi yapıştırmıştık.  Türkiye sinemasında 2000'li yıllarda çekilen Teslimiyet ve Güneşi Gördüm filminde Mahsun Kırmızıgül’de çok eleştiri almıştı. Aile bireylerin kabullenmediği trans kimliklerin sosyo-mekansal temsili bağlamında ele alınan filmleri toplum olarak refüze etmiştik.

Sevgili dostlar; önce bir konuda anlaşalım. Bu yazıdaki amacım Diyarbakır’da yaşamış trans bir bireyi övmek veya eleştirmek değil. 2020 de bir seri twit yapmıştım. Amacım Hançepek’de yaşamış “Kız Şaban” trajik yaşamını anlatmaktı. O günlerde sosyal medyada bayağı fırça yedim, niye bu tür insanı anlattın diye. Benim amacım sosyolojik bir olayı anlatmaktı. Özellikle Sur içinde 1990 yıllarını hatırlayanların hala belleğinde bir olay.

İsterseniz ben anlatırken ara verip 5 dakika düşünüp peşin yargılı olmayın. Sonuna kadar okuyup sonra bir değerlendirme yapmanızı rica ederim. Yazının sonunda Diyarbekir şivesiyle “Bende ji ele düşünmiyem, yaramaz bir Hırponun tekiydi” diyebilirsiniz. Belki de 2020 de sosyal medyada yorum yapan bazı dostlar gibi “Mehleli olarak ona zülüm ettik, herkes ona saldırdı.” diyenlerde oldu.

Kız Şaban’ı 10 yaşında iken ilk defa Mardinkapı’da Dedem Abbas’ın kahvesinde gördüm. Ben dayıma yardım ediyor, boş çay bardaklarını, Ünal gazozlarını topluyordum.  Kız Şaban bazen çakmaklara benzin ve peli cigara (sigara kâğıdı) satarken, bazen de simit satardı. Kız Şaban niye bu yola düştüğünü anlatayım.  Kız Şaban Mardin’in Mazıdağı İlçesi’nde 1959 yılında dünyaya geldi. Şaban Çelen, küçük yaşlarda ailesiyle birlikte Diyarbakır’a göç etti. Ailesi bir dönem çeşitli dinden insanların kardeşçe  yaşadığı Hançepek Semti’ne yerleşti.Süleyman Nazif  İlkokulu 3’üncü sınıfta iken okulu bıraktı.

 Daha sonra kriminal suçluların da yaşadığı Küçük Kathe tarafında oturdular.. Kız Şaban kadınsı ruhu ve davranışlarıyla dikkat çekince önce ailesi  daha sonra da çevresi dışladı. 17 yaşında Babası durumunu fark ederek hastanelik edinceye kadar dövdü, evden kovdu. Ağır Feodal kurallarının yaşandığı bazalt taşlı Hançepek sokaklarında kan revan içinde süründü. Mahalleli yardım etmediği gibi çocukların taş atması için teşvik etti. Çünkü o yanlış bir coğrafyanın en acımasız mahallesinde doğmuştu.  Şaban eşcinsel ilişkilerin sadece ayıp değil,  ''o tip insanların yaşaması bile günah''diyen bir mahallede aleni bir şekilde eşcinsel olduğunu söylemesi ''cezasız''mı kalacaktı. Kimse çıkıp da insan bu kadar dövülmez diyemedi. Mahallenin kadınları karpuz çekirdeği çitleyerek uzaktan seyretti.

Diyarbakır’da sokaklarda yaşayan Şaban Çelen, geçimini de ‘fuhuş’ yaparak sağlamaya başladı. Diyarbakır’dan bazı kişiler tarafından Mersin ve Adana’ya götürülen Çelen'e, buralardaki pavyonlarda konsomatrislik yaptırıldı. Bir yolunu bulup İstanbul’a giden Çelen, Cihangir’de eşcinsellerle tanışıp ‘Yeliz’ takma adıyla fuhuş yaparak yaşamını sürdürdü. 1980de askere alınan Şaban Çelen, birliğinde hareketleri, konuşma tarzıyla dikkat çekti. Hastane de ‘askerlik yapamaz’ raporu verildi, çürüğe çıkarıldı

1984 yılında aynı zamanda Bülent Ersoy’unda ameliyatını yapan Dr. Ali Nihat Mındıkoğlu’na İstanbul'da cinsiyet değişikliği ameliyatı olduktan sonra kendisine ‘Kız Şaban’ denilmeye başlandı. İstanbul’da fuhuştan kazandığı paraları biriktiren Şaban Çelen, 1986 yılında Diyarbakır’a dönerek kriminal suçluları oldugu ünlü Hançepek  semtine yerleşti

 Diyarbakır Genelevi’nin tam karşısına bir yasadışı randevuevi açan Şaban Çelen Diyarbakır’da kısa sürede her kesime kendisini ‘Kız Şaban’ lakabıyla tanındı. Çarşı karakolu ve genelev patronlarıyla başı sık sık derde girmesine rağmen, yasadışı randevuevini işletmeyi sürdürdü.

 Diyarbakır’a kırsal kesimden yaşanan göçün etkilerinin en fazla hissedilmeye başlandığı Hançepek Mahallesi’nde, özellikle kırsal kesimden gelen aileler aşırı muhafazakârlıklarına rağmen, mahallede ün salan Çelen ile herhangi bir sorun yaşamadılar. Kız Şaban zaman zaman etek giyip, kolundaki altın künye, boyunda beşibiryerde altınlarını takarak rahatça şehirde dolaştı. Çocukluk yaşlarında eşcinsel olduğu gerekçesiyle babasının kendisini evden kovmasına neden olmakla suçladığı eniştesini tabancayla ayaklarından vurdu.

Şaban Çelen, Diyarbakır Merkez Cezaevine girdi. Ancak tutuklu ve hükümlüler kendisini kabul etmeyince kadınlar koğuşundaki kadınlar onu arasına aldı. Parasal durumu çok iyi olmasına rağmen Mardinkapı ve Hançepek Mahallelerini bir türlü terk etmedi. Kız Şaban Şaban Çelen, en büyük desteği ise Romanlardan alıyordu. Etek giydiği için onu asla kabul etmeyen ve dışlayan ablası ise ancak paraya ihtiyacı olduğunda kendisinin kapısını çalıyordu. Şaban Çelen, Mardinkapı Semti Cemal Yılmaz Mahallesi’nde yaşadığı iki katlı evini olası hırsızlıklara karşı bir kale gibi koruyordu. Evinin tüm pencerelerin demir parmaklıklarla kapatan Çelen, avlusunun üzerini ise demir ağlarla örmüştü.

 Şaban 35 yaşındaki Ali Yavuz’u küçük yaşlarda ‘evlatlığı’ olarak yanına alarak bakmaya başladı. Yavuz’un ailesine de ayda 500 YTL öderek yanında kalmasını sağlayan ve tüm mal varlığını onun üzerine yaptı. 2004 yılında randevuevini kapatan ve fuhuşu bırakan Şaban Çelen, gayrimenkullerinden kazandığı parayla geçinmeye başladı. Mahalledeki yoksullara zaman zaman yardım etti.

İddiaya göre Şaban Çelen, borç para verdiği üç kişiyi konuşmak üzere evine davet etti. Burada önce birlikte sohbet edilip, okey oynanırken, Çelen, verdiği parayı istedi. Bunun üzerine çıkan tartışma kavgaya dönüşünce, 4 kişi Çelen ve Yavuz’u öldürüp kaçıyor. Aslında sorun İstanbul’da bir deyim olan, ''Tarabya’da bizim uşaklar, Etiler semtinde yumuşaklar'' meselesi değildir. toplumsal bir meseledir. Sosyoloji okumamış ve altyapısı olmayan felsefe ve estetikle ilgili tek bir yazı okumamış kişilerin yorum yapma hakkı olmadığını düşünüyorum. Tabiî ki Kız Şaban son yıllarında bazı genç kızları fuhuşa sürükledi, onların sırtlarından para kazanıp, yaşamının kararmasına yol açtı. Evden kaçmaya niyetli kızları İstanbul'a fuhuşa yönlendirmesi herkesçe bilinen bir gerçek. O son zamanlarda kriminal bir suçluydu.

Peki, hırsızın hiç mi suçu yok. Eşcinsellik veya trans olmak çocukken toplum içi yaşanılan travmaların sonucu gelişebilir ve bu travmaların nedenine sessiz kalan halk da tabi ki suçludur. Suç dedemin kahvesinde çalışırken şahit olduğum bazı insanlardadır. 10 yaşındaki Şaban muhtar çakmaklarına benzin ve çakmak taşı satarken kolundan çekip Hevsel girişinde direkhanaların orada tecavüz edenlerdedir. Suç kahvemizin merdivenlerinden itilerek götürürlerken “Mardinkapı Gelini gidiyor.” diye espri yapanlardadır. Suç sübyan bir çocuk karanlığa sürüklenirken gördüğü halde engel olmayan Diyarbakır deyimiyle Erzi kırıklardadır. (soyu sopu belli olmayan) 

Böylesine ciddi bir konuda yazımı her zamanki espri yaparak bitirmek içimden gelmiyor. İktisat tahsilim var ama amatör olarak kitle psikolojisi ile ilgili bir çok bilimsel yayınlar okudum. Benim kendi tespitim Etnisite ve dinsel gruplaşma mantığının öteki yüzünde her zaman farklılıkların çatışmasına beraberinde getirmiştir.  Sosyal dışlanma ve toplumun genel agresifliğinden bahsettiğimizde farklılıklar olanca hızıyla suyun yüzeyine ortaya çıkıyor ve berrak olan su bulanıklaşıyor. Genel olarak toplumsal olaylarda bu olgu ve pratikler hepimizi ayrıştırıyor. Hâkim toplumsal katmanlar cinsiyet değerlerini kesintiye uğratabilecek karşıt fikirler geliştirip, insanlar uzlaşı kültürüne sahip olmadıkça daha çok masum insanlar arada ezilecektir. Daha öncede yazmıştım. Uzlaşı kültürümüzü kaybettik. Bulan varsa kütüphaneye teslim etsin.

Görseller: eski Doğan ajansı.