Şair Ahmet Arif boşuna dememiş; "Açar, Kan kırmızı yediverenler Ve kar yağar bir yandan Savrulur Karacadağ, Savrulur Zozan..."

Çağlar öncesinden püskürmüş volkanik bir dağdır, Karacadağ… Her ne kadar da, Urfa, Mardin ve Diyarbakır illerinin sınırdaşı olsa da; Karacadağ'ın hem dağ, hem de yerleşim yeri olarak muhabbeti, ilişkisi ve hemşerisi Diyarbakır'ladır.

Karacadağ'ın püskürttüğü lavların koyu gri andezite ya da bazalta dönüştürdüğü taş ve kaya parçaları taa Antep'teki kiliselerin yapılarında dahi kullanılsa da, asıl şekillendirdiği şehr-i kadim Diyarbekir'dir. Urfa'nın ilçesi Siverek'ten çıktıktan sonra, Diyarbakır'a varıncaya kadar sağlı sollu araziyi silme taş ve kayalarla dolu olarak görenler, Karacadağ'ın yalnız taşlık alan olduğunu sanıp yanılabilirler. 

Ama taşların aralarında ve de altında nelerin gizlendiğini ancak, bilenler bilir. Karacadağ uzaktan öyle heybetli gibi durmasa da asırlardır yerindedir.. Şair Ahmet Arif boşuna dememiş; "Açar, Kan kırmızı yediverenler Ve kar yağar bir yandan Savrulur Karacadağ, Savrulur Zozan..." 

250 NDEMİK BİTKİNİN MERKESİ

Tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde, bitki çeşitliliği bakımından zenginlik gösteren ve pek çok bitkinin gen merkezi konumundadır Karacadağ. Neredeyse 250'ye yakın endemik bitkinin bulunduğu ve de bio çeşitlilik açısından da epeyce geniş bir alanı kaplar Karacadağ….

Bu bitkilerin 40 ayrı familyayı kapsadığı, birçoklarının ifade ettikleri  dillendirilirse, zenginliğin boyutu daha da anlaşılmış olur. Örnek olsun diye, Terslale'nin anavatanı Karacadağ dersek gerisini siz düşünün. Ve yine bu ülke sınırları içinde yetişen, en az on yabani buğday türünün yarısı Karacadağ kaynaklıdır.. Son 35 yıldır Karacadağ eteklerinde yapılan arkeolojik kazılarda; Karacadağ'da 11 bin yıldan bu yana yabani einkorn buğdayının yerelleştirildiği bilimsel veridir.

Karacağdaki yerleşkelerin geçim kaynağı hayvancılıktır. Zaten  Karacadağ'ın çevresinde dengeli bir arazi dağılımı da yoktur.. Zaten mevcut arazilerin büyük kısmı da taşlıktır.. Ekilebilir alanlar ise sınırlıdır. Tüm bu nedenlerden dolayı halkın temel geçim kaynağı hayvancılıktır. Oldukça sınırlı olan sulanabilir alanlarda da çeltik ekimi egemendir. 

SUYUNUN ÜNÜ 500 YIL ÖNCESİNE DAYANIR

Üretilen Karacadağ pirinci hem bölgede hem de ülke genelinde ünlü, tescillidir ve tercih sebebidir. Beyler ve aşiret sofralarının temel girdisi damak tadı açısından da "Karacadağ Pirinci ". Yalnız bu kadarla mı? Değil tabii. Suları, yani su kaynakları da ünlüdür Karacadağ'ın. Ve o denli ünlü ki, hikâyesi 500 yıl öncesi Osmanlı'dan bu yana devam ediyor. 

KANUNİ ÖZDEYİŞİNİ BURADA SÖYLER 

Kanuni Sultan Süleyman, Bağdat seferinden  dönerken  bu sudan içer ve sağlığına kavuşur. "Bayındır ola benim Kara Amidim "der ve ekler: "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi / Olmaya cihanda devlet bir nefes sıhhat gibi."

Suyun adı da var, "Hamravat Suyu". O dönemlerde Karacadağ'ın eteklerinde   çıkar ve iki günlük bir yol katettikten sonra "kantara"larla Diyarbakır şehrine taşınır sevda çekenlere... 

Yetmez, bir de suya kalite kontrolü yapılır. Pamuğu batırırlar bu suya, sonra da pamuğu kurutup yeniden tartarlar, ağırlığında bir değişiklik olmadığını fark ederler. 

İstanbul'daki Eski Saray Kapısı önündeki Yektâ Çeşmesi suyunda da aynı deneyi yapmışlar. Anlatılır ki, Karacadağ'ın suyu daha hafif gelmiş. Bu duruma tanık olanlar demişler ki; "Safra ve balgamı temizler. Sevdâ çekenleri ise rahatlatır Hamravat Suyu". 

Devam Edecek  (Güm Gümlerle Padişaha Gönderilen Su)