Sizlere bugün yayınlanacak ikinci kitabım “Diyarbakırlı Diyojen” anı romanından 1978 yılından bir tadımlık bir bölüm. 12 Eylül 1980 darbesinden önceki karanlık günlerdi.
Tarihi Kapalıçarşı’ya gidenlerin önünden işe yetişme telaşıyla aceleyle geçerken pek dikkat etmediği Beyazıt Camii yanında şehirdeki en güzel klasik camilerden biri. Hemen yakınındaki İstanbul üniversitesinin tarihi giriş kapısı ve Serasker Kulesi yerli halkın dikkatini çekmese de turistlerin fotoğraf makinelerinin ilgi odağı.
Bizans döneminde adını burada bulunan boğa heykelinden adı Forum Tauri imiş. Bugünkü Beyazıt Meydanı 393 senesinde, İmparator Theodosius tarafından yeniden yapılandırılmış ve onun onuruna Forum Theodosius adı verilmiş. Büyük kemerli binaların çevrelediği meydanda göze çarpanların başında, Roma’daki TrajanSütunu’na benzer bir sütun, Theodosius ve oğulları Honorius ile Arcadius’un heykellerinin süslediği zafer takı gelirmiş. Bu anıtlardan geriye kalanlar bugün anayolun üstündeki bir köşede duruyor. Beyazıt'ta bulunan Sahaflar Çarşısı'nın sembolü haline gelen Hüseyin Avni Dede, 58 yıldır aynı çınar ağacının altında kendi şiir kitaplarını ve çeşitli antikaları satıyordu. Satış yaptığı tarihi çınara ismi verilen Hüseyin Avni Dedeyi eski İstanbullular çok iyi tanıyordu.Bir grup öğrenci İstanbul’un Tarihi Yarımada’nın merkezinde kentin en büyük meydanında çınarın altındabir kısmıda sahaflar çarşısında bekliyorlardı.
Amaçları 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde öğrenciler Abdullah Şimşek, Baki Ekiz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt, Turan Ören adındaki 7 öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı ve silahlı saldırının yıldönümünde bir gösteri yapmak, ölenleri anmaktı. Gösteriden aylar sonra dönemin emniyet müdürü Şükrü Balcı ve Süreyya San'ın aralarında bulunduğu polis şefleri “görevlerinde kayıtsız kalmak” ile suçlanmıştı. Sanık emniyetçiler hakkında verilen tek ceza, polis başmüfettişlerinin önerdiği, disiplin cezası niteliğindeki “ihtar” cezası oldu.
Gösteri başladığında beyaz miğferli toplum polisleri (o zamanki çevik kuvvet) öğrencileri kovalamaya başladılar. ÖğrencilerdenDiyojen lakaplı Şehan ve Sarıpişo Dibekli Eminbey Caminin önünden geçip Kumkapı sahiline doğru kaçmaya başladılar. Hangi sokağa girseler birkaç toplum polisi çıkıyordu. Kumkapı yönünden ve Pehlivan sokaktan ellerinde silahlarla sivil polisler çıkınca Çaresiz kaldılar.Şehan “ Bremin hakkını helal et.” Cümlesiyle yolun sonuna geldiklerini anlamışlardı.
Toptan ayakkabı satan bir dükkândan çıkan esnaf “sizi gidi namıssızlar, laftan anlamısız.” Diyerek elinde kepengini kapattığı iki metrelik demirle saldırdı. Şehan ve Sarıpişo bacaklarına inen darbelerle yere düştüler. Polisler Esnafa “sag ol kardeşim biz yakaladık artık, sen karışma” deseler de esnaf tekmelerle vurmaya devam ediyordu. Polisler güç bela esnafı dükkânına ittiler. Esnaf dükkânında “Ben davacıyım, sakın onları bırakmayın.” diye bağırıyordu. Bir komiser “neden davacısın” sorunca inanılmayacak bir cevap verdi. Geçen ay aldıkları ayakkabıları işportada satmışlar. Yeniden mal isteyip ödeme yapmadılar, küfür ettiler bunlar üçkâğıtçı davacıyım” Bir yandan yere yatırdığı Şehan’ın kulağını ısırır gibi yapıp onları kurtaracak sihirli cümleyi söyledi. “Benim söylediklerime öyledir de.”
Yakalanan “anarşistlerin!”ikisi hariç hepsi Gayrettepe’deki İl Emniyet Müdürlüğü binası götürüldüler. 1970’liyıllarda belgelenen 171 işkencede ölümün önemli bir bölümü burada gerçekleşmişti. İçine girenin vahşi işkencelerin izleri ile çıktığı ya da girip bir daha çıkamadığı “Birinci Şube” olarak bilinen meşhur korku tüneli gibi bir yerdi.
Şehan ile Sarıpişo olayı adli bir olaydı. Sirkeci, Bahçekapı’da bulunan İstanbul’un tarihi hanlarından Sanasaryan Han’da misafir edilmişlerdi.Aslında Sanasaryan Han diye değil, Sansaryan Han diye bilinirdi. Polisler yönetmenliğini Ayakkabı toptancısı Esnaf Muhittin yaptığı Osmanlı döneminde Kavuklu ile İbiş arasındaki bedava tuluat tiyatrosunu ilgiyle seyrediyorlardı. Muhittin “ Bu iki zibidi her hafta benden toptan ayakkabı alıp Mısır çarşısının yanındaki parkta satıyorlar. Kazandıkları paraları yemişler. Tekrar veresiye isteyip bir de küfürlü konuşunca kızdım. Şehan, Muhittin etraflıca anlattığı olayı “he eledir” diyerek onaylıyor. Hayatında tek bir çift ayakkabı satmamışSarıpişo ne zaman işportacılığa başladığını henüz anlamamış, şaşkın bir şekilde dinliyordu. Zabıtvarakaları düzenlenmişti. Ancak bir aksilik vardı Cuma akşamına denk geldiğinden nöbetçi savcılık yoğun olduğundan mahkemeye çıkarılmaları Pazartesi gününe kaldı. Üç gece iki gündüz zorunlu misafirlik başladı.
Biri bodrum olmak üzere altı katlı, ortası taş avlulu neo-klasik tarzda kâgir bir bina olan Sanasaryan Han, Cumhuriyet kurulmadan önce Mütareke döneminde İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından karargâhı ve 1937 yılından itibaren de uzun süre İstanbul Emniyet Müdürlüğüydü. Tüccar Mıgırdiç Ağa Sanasaryan tarafından Mimar HovsepAznavur’un eseri olan bu tarihi yapı Türkiye1971darbe günlerinde tevkifat tarihindeönemli bir yere sahipti.
Bazen bir binanın, bir sokağın, bir insanın hikâyesi bir İstanbul’un gibi şehir tarihinin, bir ülkenin kavşak noktalarını oluşturabilirdi..
Bunları anılardan biliyoruz. Sanasaryan Han'ın işkenceye uğrayan çok sayıda yazar, aydın, sanatçı insan geçti; Nâzım Hikmet, Vedat Türkali, Ece Ayhan, Aziz Nesin, Attila İlhan, Mihri Belli, Ahmet Arif, Ruhi Su'nun yanı sıra 68 kuşağından bunlardan bazıları.
Ahmed Arif tutuklanıp Sansaryanhan'da bir hücreye konulunca, duvarda 'to be or not to be' (olmak ya da olmamak) yazısını görüyor, Büyük şair boş bir yere 'ya herro ya merro' diye yazıyor. Ancak o yazıyı Şehan ve Sarıpişo bulamadı. Ancak sabahlara kadar kanla beslenen küçük parazitlerin en sevimlisi!uçuşan pirelerin ısırıkları ile uğraştılar. Ciltte kaşıntıya ve kızarıklığa neden olan küçük, kırmızı şişlikler oluşunca uyku tutmadı. Grileşmiş pis döşekler çok ağır kokuyordu. Menü sabah akşam aynıydı. Yarım ekmek, haşlanmış yumurta ve plastik bardakta ayran. Polis paraları topluyor. Hiç parası olmayanların ücretini parası olan tutuklular karşılıyordu. Dışardan paran olsa bile köfte ekmek getirmek yasaktı.
Şehan ile Sarıpişo tutuklu kaldıkları üç gece boyunca kriminal suçlulardan yeni meslekleri hayretle dinlediler. ''Muslukçu'' Camide abdest alanın astığı ceketin üzerine kendi ceketini ''asar gibi'' yapan yankesiciydi.''Tırnakçı'' para sayarken, muhatabının dikkatleri üzerinde olmasına rağmen, el çabukluğuyla, içinden bir miktarını büyük bir ustalıkla yok ediyor ve paranın eksik olduğunu iddia ediyordu. Pislikçilik'', takım elbiseli iyi giyimli pislikçi, ''gözüne kestirdiği'' kişi yanına yaklaştığında, üzerine hapşırıyor. özür üzerine özür dileyerek mendilini çıkarıp, hapşırdığı kişinin üzerini silerken, cebindekileri de hissettirmeden alıyordu
''Tantanacılık'' Bir kenarda bekleyen 3-5 kişilik grup, genellikle orta yaş grubunun üzerinde birisinin geldiğini görünce, aniden kavga etmeye başlıyor. Gelen kişi araya girip, ''kavga etmeyin'' diye ayırmak istediği sırada, grup üyeleri kavgayı sürdürür gibi yapıp, av olarak ortaya aldıkları kişinin ceplerini boşaltıyorlardı.
Şehan toplumsal mücadelede, emeğin Değeri, kişi hak ve hürriyetleri diye sohbete başlayınca çoğu “Yohsam siz anarşistmisiniz” diye sordular. Bazı kriminal suçlular aralarında gizlice konuştu. Onların gizli polis olduğunu ağızlarından siyasi laf alabilmek için buraya girdiklerine kanaat getirdiler. 25 kişilik alt nezarethanede Çoğu İlkokul mezunu bile değildi. Üçüncü son gecelerinde onlarla kimse konuşmadı. Hırsızlık, cepçilik gibi insanların canını yakarak bedava yaşayanlar. Kendi hayat felsefesini anlatıyor. Tecrübelerini birbirlerine anlatarak dahada profesyonel! olarak hayata dönüyorlardı.
Pazartesi günü Sultanahmet adliyesine gelen Ayakkabı toptancısı MuhittinBeg’in avukatı alacaklarını tahsil ettiklerini ve davalarından vazgeçtiklerini söyledi. Serbest kalan Şehan ve Sarıpişo’yu bir sürpriz daha bekliyordu. Muhittin beg adliye kapısından otomobiliyle aldı. Kumkapıda balıkçı lokantaların birinde misafir edip, onlara gerçeği açıkladı. Sihirli kelime Şehansöylediği “ Bremin hakkını helal et.” Cümlesiydi. Diyarbakır Liceli Muhittin Beg onların hemşerisi olduğunu anlamış. Acilen bir senaryo uydurmuştu. Onları siyasi şubeye gitmektenolaı bir işkenceden kurtarmıştı. Şehansöylediği Diyarbakır teşekkür duası muhittin abenin çok hoşuna gitmişti.
Belan varsa bahan gele,
Tuttuğun altın ola,
Düşmanlarınhêr (hayır) görmiye,
Her muradın ola.
Görseller: DHA ajansı, SALT Araştırma, Fotoğraf ve Kartpostal Arşivi, Hasan Uslu.