Hayatımda ilk defa bu kadar kalabalık bir toplantıya gidiyordum. 1992 yılında bir ilaç firmasında bölge müdürü iken yeni üretilen ilaçlar ve meslek içi eğitim amacıyla, İstanbul’da lüks bir otele geldik. Çalışma arkadaşlarım 5 bölge müdürü ve çeşitli vilayetlerden gelen yaklaşık 200 kişiyi aşkın reprezant! arkadaşlardı.Représentant” aslında bir Fransızca bir kelimeydi “mümesssil" anlamındaydı. Zaten Türkçe bir cümlenin arasına az bilinen bir yabancı kelime yerleştirip daha anlaşılmaz yapanlara acayip sinir olurum. Girişte çalıştığım ilaç firmasının flaması önüne bir masa konmuş otel görevlisi kayıt yapıyordu. Benimle aynı anda kayıt yapan kişi bir soru üzerine; “Eskişehir reprezant’ı Hilmi Kalyoncu” dedi, Görevli kelimeyi yanlış yazınca da yeni bir form yazıp düzeltmesini istedi. Bana sıra gelince şu cümleyi söyledim. “O telaffuz edemediğiniz kelimenin doğru yazılışını bende bilmiyorum. Ben tıbbi mümessilim, üç yılda başarılı olunca bölge müdürü oldum.” Görevli “Herkes sizin gibi olmuyor, bazılarının egosu yüksek” Arkadaş kızdı ama bir şey diyemedi. Formunu yazan Resepsiyona gidip oda numarasını öğrenip yerleşiyordu. Oda anahtarımı alırken bana 10 adet jeton verdiler. Ben bunların ne işe yaradığını sordum; “Şans oyunları gazinomuzda kullanın, bunlar hediyemiz.” Otellerde kumarhane o zamanki cazibeli adıyla gazinolar vardı, sonradan 1998 de yasaklanmıştı. Asansörde bir elimde jeton, diğer elimde bavulum düşünürken, lüks yaşamlarda her şeyin bir kolayı vardı. Görevli belboy “Asansörle siz Gazinoya inin, ben odanıza eşyanızı götürür anahtarı getiririm.” Bir süre sonra anahtarı getirdi, teşekkür ettim. 

                        Sınırsız bedava içecekler, açık büfe de adını bilmediğim bir sürü mezeler, hızlı bir müzik, yanıp sönen rengârenk ışıklar, hepsi güzellik kraliçesi gibi kumar oynatan krupiye kızlar, doğrusu gençken ortamın ambiyansı beni etkilemişti. Belboy hala gitmemişti. Bana bakıp gülümsüyor 3-5 nöbeti yazılmış asker gibi kıpırdamadan duruyordu. Yanımdaki kişi uyarınca anladım, cebinden bir on lira çıkarıp verdim. Arkadaş ismini söyledi unuttum. Ben taksim Tarlabaşı’nda çıkma oto yedek parçaları satıyorum. Kısa bir sohbet sonucunda onun yasadışı işlerle uğraştığını anladım. Hangi marka otoların dedim. Türkiye’de istediğin arabayı göster onun tamponunu veya göstergesi bulurum. Taksimde dükkânı Ömer Hayyâm mahallesinde boş bir depoda ufak bir tamirhanesi olduğunu söyledi. Ben hala uyanamamıştım. Düşündüklerini fütursuzca söyleyen bir kişiydi. Bu Kıymetli! Tüccar şaşırdığımı anlayınca sırtıma vurarak “Anla işte hemşerim ben oto kasabıyım, tamirciler benden parça ister ben bulurum” Hırsız demenin de kibar yolunu bulmuştu. O akşam “tedarik uzmanı” arkadaşlara model ve parça ismi verdim mi anında getirirler, en çok giden model ve parçalar depomuzda zaten var.” Benim Dünya görüşüm ve yaşam tarzımla uyuşmayan feodal bir insanla daha fazla konuşmak istemedim. Zorlukla alınmış, belki de borcu bitmemiş insanların emeğini çalan bir insandan ne feyz alabilirdim ki. Her kötü insanın içinde mutlaka bir insani taraf vardı. Bıçkın görünüşlü, kabadayı jargonuyla konuşan adam elimdeki jetonlara baktı. “Şimdi sana bir iyilik yapacağım. Bu elindeki jetonları gazinonun kasasında ederini öğren, hemen sana parasını vereceğim. Benim adıma 10 jetonu oyna kaybedersen yeni jeton almayacağına söz ver, sonra git. Bu illet yakanı tutunca peşini bırakmayacak pis bir tutkudur, kazanamayacaksın biliyorum hiç olmazsa dene ve işin başlangıcında bırak. Sonuçda kollu makinelere bütün jetonları kaptırdım. 3 çilek resmi yan yana gelseydi zengin olacaktım. Fakat tek tek gelen ayvalardan, burada biraz daha kalırsam ayvayı yiyeceğime dair bir işaretti. Kendisi aylık gelirim senin maaşının belki yüz katı ama birikmiş hiç param yok buralara kaptırdım dedi. O sıralarda tüm gazetelerin açıkça ismini vererek kumardan milyonlarca lira kaybettiğini yazdığı kendisinin de Gazetecilere “Akıllı bir insanın yapacağı bir iş değil, pişmanım diyorum ama ertesi gün yine oynuyorum” diyen, bir masada somurtmuş bir şekilde kâğıt oyunu oynayan ünlü bir pop müzik sanatçısını gösterdi. Tüccar! abimiz “Deli, deli olduğunu, sürekli kumar oynayan kumarbaz olduğunu kabul etmez, ben itiraf edeyim, kumarbaz bir deliyim” şimdi söz vermiştin gidecek misin dedi. Ben de sizden bir ricam var dedim. Salonda bizim ilaç firmasından oynayan arkadaşlar vardı, onları engellemek için müdürümü çağırsam bu konuyu anlatsan birçok kişiye faydanız olur. Düşündü “Bir kişiye yapılan iyilik olur, yüzlerce kişiye yapılana danışmanlık denir. Koskoca ilaç firması olduğundan ücretimi verin, minik bir seminer vereyim.” Dedi. “Sonra bana taze sıkılmış portakal suyu getirsen de olur, kendi esprisine gülünce şaka yaptığını anladım.” Satış müdürümüzü gecenin bir yarısında buldum. Lobide Fabrikada Product Manager diye anılan ürün müdürleri ile ertesi gün yapılacak eğitimin detaylarını konuşuyordu. Bizi ilgiyle dinledi, teşekkür etti. Gazinoda bir anons yapıldı, tüm ilaç firması gecenin 01:00 de toplantı salonunda toplanın denildi, odasında çıkıp uyuyanlar yangın alarmı verilmiş gibi eşofmanları geldiler, herkes elindeki jetonları resepsiyona iade ettiler. Otel müdürü her müşteriye yapılan rutin bir hediye uygulaması olduğunu söylese de, biz bunun bir pazarlama yöntemi olduğunu bilmeyecek kadar eğitimsiz değildik.             

             Diyarbakır’da çekilip yakında gösterime girecek olan “Sur’da Devran” komedi filmini izlemeden önce bu yazımı okursanız daha iyi olur. Bu filmde Nazmi Kırık ve Sırrı Süreyya Önder başrolde, 3 yakın arkadaşın harçlıklarını çıkartmak için horoz dövüşlerine hazırlanma süreçleri anlatılıyor. Daha önce yayınlanan “Diyarbakır kızı İrma ve Sarıpişo” kitabımdan bir bölümle, Kumarın sadece insanlara değil hayvanlara da zarar veren bir illet olduğunu sizlere çocukluğumdan bir anı ile anlatayım; Diyarbakır Sur içinde Mehmet Ali Sak'ın çalıştırdığı, ara sıra horoz dövüşü de yaptırılan Aktaş kahvesinde gizlice bazı hazırlıklar yapılıyordu. Sur içi Çarşı karakolu polisleri baskın yaptığında söylenecek mazeret hazırdı. Arbedaş'da, horoz dövüşü baskınında çarşı karakolunda gözaltına alınan Ahmo Çirto ispirto lakaplı horozcunun ifadesi hep aynıydı ; "Horoz dövüşü değil, kimin horozu daha güzel diye yarışması yapıyorduk. Biz hayvanları seviyoruz. Onların kılına zarar gelmesini istemeyiz" diye cevap verirdi.  Hayvanları çok seven! Remo ve Hüseyin Hint horozlarını mahmuzları eğeliyor, ayak tırnaklarını sivriltiyor, ayaklarına minik çakılar takıyorlardı. Horozların makyajı! uzun sürüyordu. Gagaları ile tırnaklarını keskinleştirmek için kullanılan zımparayla ovalamak gerekiyordu. Böylece masum bir Hint horozu antik Roma’daki gladyatörlere dönüşüyordu. İlkel bir eğlence şekli olan horoz dövüşüne hazırlanmak vakit alıyordu. Bahis de paralar toplandıktan sonra dövüş! başlıyordu. Ben çocukların girilmesine müsaade edilmeyen kahveye Çütkafa Cevdo ile kaçak girmiştik. Horoz dövüşü başladığında masum kendi halinde Bakkal olan Hüsnü birdenbire babasının kanlısını görmüş gibi bağırıyordu. ‘’Ye ula o gahpe oglini, etini kuşbaşı yap ‘’ Ölen, kaçan ya da dövüşü bırakan horoz pes etmiş sayılırdı. Bahis de kaybeden Ahmo Çirto İspirto ‘’Bu heyvan artık dövüşe çıkamaz, bunu diri, diri kaynayan suya atıp üzerine kerejdag pirinci atmayanın erzini’’ diye yemin ediyordu. Bu cümleler lafta da kalmıyordu. 

                   Ben hayatında ilk defa dövüşü kaybeden horozun çaresizliğini gördüm. Kanatları kan içinde, boynundaki tüyleri gagalanmaktan dökülmüş ayakta durmakta güçlük çeken Hint horozuna acıdım. Tir tir titreyen Horozun başını okşayıp, oradaki bir bezle silmek istedim. O sırada Bahis de kaybetmiş Ahmo Çirto hırsından bana bir tekme attı. Çütkafa Cevdo ‘’Mehlemizin çocuğuna ne vurisan Qebrag’’ dedi. Ahmo Çirto onu da itti, tek hedefi yaralı Hint horozuydu. Korkuyla bakan horozu tekmelemeye başladı. Birkaç dakika süren, kumarda kaybeden serseri bir ruhun intikam duygusu altında, zavallı hayvan artık bir şey hissetmiyordu. Cenaze törenine bile gerek yoktu. Kahvenin sigara izmaritleri, sobadan çıkan küllerin olduğu çöp kutusunda çileli hayatı sona ermişti. Ben bir saat evvel gördüğüm süslü püslü, ayakları boncuklu, kucakta gelen bir önceki hafta kazandığı uyduruk minik madalyası ile alkışlanan Hint horozunun çöpün içindeki son kalan allı pullu tüylerine baktım. Bazı sanatçıların, ünlü insanlarında sonunun böyle olduğunu henüz idrak edecek yaşta değildim. Aklımda kalan onun son bakışlarıydı. Belki de biz anlamadık, kendi dilinde şöyle söylemişti; “Bizler masum hayvanlarız, Sizden ne beklenir ki, egonuzu tatmin etmek isteyen, vahşet, intikam duygularıyla dolu, hepiniz insansınız!”

Bismil Görseli : İHA İhlas haber ajansı, diğer görseller Ahmet Erkuş