1970 lerin Batmanı insanların yaşam tezatları yüzünden bana hep Hasan Hüseyin Korkmazgil bu şiirini hatırlatır.

Dostum dostum
Güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe…

                 Sizden ricam bir önceki yazım olan “Siz hiç delicesine aşık oldunuz mu?” Batman il ilgili yazımı okuduktan sonra bu yazımı daha iyi anlatabilirim. Babam Diyarbakır yanık çarşıda işler ters gidip dükkânını devredince, Türkiye Petrollerinde Terzi olarak iş bulmuş, ancak birkaç ay sonra işyeri kurallarına uymayıp içki içince çıkış tezkeresi verilmişti. Arkadaşlarım çoğunluğu o yıllardaki Eski Batman sefilliği de anlat dediler. Şimdi biraz empati yapar mısınız, O yıllarda doğunun Paris’i denilen, Tarihin ilk yerleşim birimlerinden olan kadim bir şehri sinemaları ayda bir gelen tiyatroları ve konserle gelen ünlüleri izlemiş biri olarak Diyarbakır terk ediyor, İlçe taklidi yapan bir köye geliyorsunuz.

     

               Batmanda petrol bulunduktan sonra 1957 yılında Siirt iline bağlı olarak, İluh merkez olmak üzere 22 köyün bağlı olduğu "Batman ilçesi" kuruldu.1965 yılında TPAO’nun gelişmesiyle yatırımlar hızlandı modern binalar ve sinemalar açıldı. İluh Mahallesi, Çarşı, Şin (Yeşiltepe), Kısmet, Petrolkent Mahalleleri büyümeye başladı.  Batmanın en kalabalık yeri şimdiki Gök Taksi olduğu yerdi. Petrolkent mahallesi ile diger yerleşim yerleri yazımın başlığını tarifene tıpatıp uyuyordu. Petrolkent “Bir yanımız bahar bahçe” idi. TPAO özel yüzme havuzu, sineması, modern bir çay bahçesi ve çocuk bakışımla Diyarbakır’daki emsallerinden daha lüks bir çocuk bahçesi. İluh mahallesi tam anlamıyla “Yaprak döker bir yanımız”  tam bir örnekti. Açıktan akan kanalizasyon yüzünden sürekli tifo salgınlar. Ellerinde domates salçası sürülmüş ekmeği veya bir dilim karpuzu ısırıp sokaklarda koşan yetersiz beslenen, üstü başı yırtık, giysileri yamalı bakışları mahzun çocuklar.

               Biz çocukların bırakın İstasyon caddesini geçip, iluh mahallesini gezmeyi, yüksek tel örgülerle çevrili Petrolkent’ten çıkmamız bile yasaktı. Neden mi diye sorarsanız. Komşularımız bir kadın petrol mühendisinin ilkokulda okuyan çocuğu aşağıda resmi olan TPAO lojmanlarından kaybolunca herkes seferber olmuş İstasyon caddesine kendi başına gidip resim defteri alırken yakalanmıştı! Genel kanı iluh maahellesine inerse açıkta akan kanalizasyona düşerdi tifoya yakalanır veya kötü! çocuklar onu döverdi.

              Ben bu durumu anlayamıyordum. Diyarbakır Suriçi Tumes’in fırınından pişirdiği çörekleri yolda ayırım yapmadan zengin veya fakir çocuklara dağıtan annem, Petrolkent’in dışına çıkmamı ve başka çocuklarla konuşmamı istemiyordu. Yanlış anlamayın sınıf atlayan anneme göre o çocuklar “Pis fakirler” konuşmayı bilmeyen cahillerin çocuklarıydı. Lojmanların hepsinde kolla çevrilen manyetolu telefonlar vardı. Direkt santrale bağlanılıp istediğiniz vilayetle görüşüyordunuz. Komşuyu mu davet etmek istediniz iç hat bağlatıp Batman sıcağında yürüyüp haber vermeniz gerekmiyordu. Sırası gelince düğünü bedava yapacağınız Kristal salonda lüks mutfağında hiç adını bilmediğimiz özel yemekler veriliyordu. Petrol kulesi şeklinde pastalar yapılıyordu. Gelen adisyonlar  meclis lokantası gibi komik hesaplardı. Fiyatlar Batman, Kalite Paris Montparnesse semtinde bir kafeterya idi.

              Benim yeni arkadaşlarım minik papyon kravatlı, kadife ceketli, siyah rugan ayakkabılı Ömercik gibi Yeşilçam filmlerinin ışınlanmış olan kibar erkek çocukları, Kızlar o zamanların meşhur markası Ceylan Giyimden alınan Pilili etekleri, kırmızı deri sandalet pabuçlarıyla küçük prenseslerdi. Babamın orada işçi statüsünde terzi olduğunu, Petrolde üst düzey yöneticinin torpiliyle lojmanda kaldığımız öğrenilince ebeveynleri benimle arkadaşlık yapmasını istemediler. Bir arızam daha vardı. Kelime dağarcığımda “Geliyem, gidiyem, kızınca çocuklara hırpo, korkaklara tirrek, kızlara kahpik” kelimelerini söylemeye başlayınca bu cici çocukların şivesini bozuyordum. Filme uyarlanırsa Fakir Ediz Hun’un Fabrikatör kızı Filiz Akın’la arkadaşlığına benzerdi. İstanbul Etiler veya Emirgan gibi lüks semtlerde ilkokulu okumuş, bir kısmı halen İstanbul da yatılı kolejde okuyan, Batmanda yaşamaya alışamamış “asilzade çocukları tabii ki benle oyun oynamazlardı. Aşağıda Resmi bulunan Kristal Park’ın ünlü pasta ustası Nezhet Ustabaşı ve yardımcısı Mehmet Nur’un yaptığı spor araba, bebek, futbol sahası, veya Petrol kulesi şeklindeki pastalarla beslenen, Lahmacunu kokusundan dolayı sevmeyen hayatım da ilk defa gördüğüm pizzaya saldıran ele avuca gelmez çocuklardı.

Düzgün İstanbul şivesi konuşan her hafta sonu Sarıyer’de lüks bir restoranda balık beslenen çocukların aksine ben çigköfte, simindirik çorbası meyve olarak  Diyarbakır Hevsel bahçesinde koparıp getirdiğim  “Delibardagan” yani Çirişe benziyen doğal yetişen Diyarbekire  özgü bir yemişi yiyerek besleniyordum. Benim o cici kızlarla arkadaşlık yapmam mümkün değildi. Hepsi bana Zeki Müren’in şarkısındaki gibi bir “veda busesi” bile vermeden terk edip gittiler, henüz yaşım küçük olduğundan aşk acısı, melankoli, psikolojik travmalar gibi sosyete de bilinen egzotik acılar yaşamadım. Sadece kızgınlık ve öç alma duygusu vardı. Babamın terzihanede her gün işçi tulumu dikmesinden etkilendim, Cem Karaca’nın “İşçisin sen işçi kal, haydi giy tulumları” sözlerini söylediği “Tamirci çırağı” plağını defalarca dinleyip toplumdaki yerimi iyice ezber ettim. Ben petrol mühendisi değil, işçi bir babanın çocuğuydum. Anlamıştım tek çarem okumaktı. Bazı çocuklar İstanbul’dan gelen kenarından anahtarla kurmalı, tenekeden yapılmış, far lambaları yanıp sönen cicili otomobilleri gösterip senin baban bunu alamaz, sadece İstanbul Sirkeci’de var, sizin paranızda yetmez diyen bazı ukala çocuklar olduğu gibi, Petrol mühendisi bir ailenin çocuğu İstanbul giderken kocaman kamyonunu ailesinin tavsiyesiyle “senle birlikte oynadık, bu kamyonunum hatıra kalsın” hediye eden çocuklarda vardı.. Hayatımda ilk defa sahip oldugum 50 santim uzunluğunda bir kamyonla çok oynadım. Tekerleri çıkıp bir yerlerde kaybolunca demiryolu işçilerinden bir bakır telden tekerlek yapınca çok mutlu olmuştum.  Aşağıdaki resimde görülen ilk rafineri müdürü Şemsi Ağar ve Kadın petrol mühendisleri.

 “Canavar Godzilla” filmini çocuklara özel matinede izler, Gündüz  son derece temiz korunup suyu değiştirilen yüzme havuzuna gider, karanlık çökünce TPAO çay bahçesi Sultanahmet meydanı gibi rengarenk çiçekler geceleyin spot ışıklarla aydınlatılan adeta cennet gibi bir yerde eğlenirdik.. Ara sıra Hürriyet gazetesi yarışmasında Türkiye’de en iyi orkestra seçilen ve altın mikrofon birincisi Batman petrol orkestrası konser verirdi. Konser günleri çok kalabalık olurdu. Tel örgünün gerisinde Batmanın İluh mahallesinden çocuklar bize uzaylılar gibi bakardı. Benim o zaman içim burkulurdu, Dans edip eğlenen gençlere, dondurma yiyen çocuklara bakıp bazılarının hiçbir zaman böyle bir hayatlarının olamayacağını düşünerek gözlerinin dolduğunu gördüm. Yaşıtlarım biraz hüzünlendiniz galiba, Babam kovulmadan son bir ayımızda oranın şefinin ricasıyla, babamın şiddetli bir tokadıyla ailem beni bir daha petroldeki Çay bahçesine götürmedi. Çocukça iyi niyetle yaptığım bir oyunu anlatayım gülümseyin. Çevre köylerden gelen günlük keçi sütü ve Maraş’tan gelen özel saleple yapılıp kağıt  bardaklara doldurulan Maraş dondurması çok meşhurdu. Diyarbakır Şeyhmus pastanesi ustası gelmiş ama tarifini vermemişler, aynı kıvamda üretememişlerdi. Ben önce dansa kalkanları gözüme kestirir, üzerinde plastik numarası olan masayı işaret ederek, etrafta hızla dönen garsona “ Abe 6 nolu masadaki abla, bize İki tene kâğıt bardakta dondurma getirin dedi”. Garson dondurmayı getirir. Masada kimse yoktur ama yarım kalmış bir elvan marka gazoz, kadın çantası veya bir hırka sandalyeye asılmıştır, onların dans pistinde olduğunu anlar, bırakır giderdi. Dansa kalkanlar genç çiftlerdi genelde en arkadaki ağaç altındaki masaları seçer birbirlerine sarılır konuşurlardı. Uygun bir anı kollayıp masadaki dondurmaları alırdım. Rica ederim beni yanlış anlamayın, kendi yiyeceğim dondurmayı babam alırdı.” Kamulaştırdığım” dondurmaları tel örgü gerisinde bekleyen yaşıtım çocuklara verirdim. Onlar bu durumu bildiklerinden bazıları her akşam gelirdi. Hesap yüksek gelmesi oradaki tangoların (şivemizde sosyete)  pek umurlarında değildi. Bir iki defa tartışma olduğunu görsem de her seferinde tatlıya bağlandı. Her gün birkaç defa yapmasam yakalanmazdım. Beni yakalayan garson ile lise yıllarımda tekrar karşılaştık asıl amacımı öğrendi ve çok üzüldü. Garson abemiz Batman artık şehir içinde kalan adı İkiztepe Mahallesi olan, o zamanlar köy olan Gırbereşk köyündendi, şimdi ismini hatırlamadım. Beni gizlice takip etmiş başka garson dondurmaları masaya koyunca, bir ağacın arkasına saklanmıştı. Ben kağıt bardaktaki Maraş dondurmasını alırken, kulağımdan çekip suçüstü yaptı. Önce şef garsona götürdü. Uzun bir nasihat aldım “Bu yaşta heram yemeye başladıysan, senle işimiz var” Sonra babamın tokadı “Ula kaplama şimdi de hırgsızlıga başladın. Ben sahan hergün bir lira veriyem, neyine yetmi,  benamus hevalla”  Bir önceki yaşamım da zenginden alıp fakire veren, Robin Hood’un yeğeni olduğumu, reenkarnasyonla tekrar dünyaya geldiğimi anlatsam da bana inanmadı. Ona göre o bir masaldı. Babamın “Ruhun sürekli olarak tekrar bedenlendiğine” inanan spiritüalist olmadığını, aksine daha katı kuralcı biri olduğunu öğrendim. Bir daha yapmam halinde öteki dünyada kerpetenle ensemin oyulup dilimin çekilip dilsiz olacağımı anlatınca çok korkmuştum. Siz siz olun zenginden alıp fakire vereceğinize, zekâtınızı düzgün ödeyiniz. Herkes bu tavsiyemi dinlerse, Dünyada aç insan kalmayacağına inanın. Bu yazımı geçen kurban bayramında kestiği kurbanı üçe bölüp fakirlere, komşularına verip geri kalan kısmını kendine ayırması gerekirken, dondurucuyu etle doldurup, sadece kurban eti gönderenlere iade-i ziyaret yapan gafillere duyururum, öteki tarafta bir ton pirejman köyü odunu sizi bekliyor. Bu odun kızgın güneşte kuruduğundan çabuk tutuşur, ateşi iyidir, yavaşca ısıtır.. Bu yazıyı yazan Teoloji alt yapısı olmayan, Sadece Cuma namazlarındaki hutbelerden dini bilgisi olan Saripişo cemaati Anzele kolundan Arif Özavci der ki; paylaşmak en güzel duygudur, yarın benim hatırıma gidin Benusen, 500 evler mahallesi veya Bağlar’ın ara sokaklarına cebinizdeki para ölçüsünde dondurma alınız, mahzun bakışlı çocuklara dağıtın. Gözlerin içindeki sevgiyi göreceksiniz. Mutlu olacaksınız.

Görseller : Batmanlı Seyfi Işık arşivi ve Batman Çağdaş Gazetesi