Efsane bu ya; denirdi ki, "Aslan'ın gözleri hangi noktayı işaret ediyorsa Karun'un hazinesi kadar servet orada gizlidir." Ah hazinenin yeri bir bulunsa diye hep hayal ederdik.

Hani bir çoğumuzun büyüklerimizden; Surlarda veya tarihi bir yapı üzerindeki aslan figüründe aslanın gözü nereye bakarsa Karun’un hazinesi oradadır efsanesini çok duyduk. 

Aslanın Diyarbakır'la örtüşen bir yanı var sanırım. Geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan Diyarbakır Surları'nın üzerindeki bir dolu hayvan kabartmalarının içerisinde, aslana hep ayrı bir yer ayrılmıştır.

Daha çocuk denecek yaştayken bu şehirde iki farklı aslan ve onlara dair hikâyelerle, söylencelerle büyüdük. Bunlardan biri, Ben u Sen'deki Yedi Kardeş Burcu'nun üzerine nakşedilen aslan kabartması ile ilgiliydi. Efsane bu ya; denirdi ki, "Aslan'ın gözleri hangi noktayı işaret ediyorsa Karun'un hazinesi kadar servet orada gizlidir." Ah hazinenin yeri bir bulunsa diye hep hayal ederdik. Sonra da eklerlerdi; 

''Yapan usta öyle bir yapmış ki, Aslanın bir gözü ayrı bir yönü, diğeriyse bir başka tarafı işaret ediyor." Bu sebepten meğerse bulunamıyormuş hazine.

Aslanlı çeşme bir başka aslan hikâyesi. Saray Kapı'daydı. Şehri Kadim'in en eski yerleşim yeri olarak kabul gören Virantepe Höyüğü'nü geçtikten sonra Artuklu Kemeri'nin hemen yanı başında ağzından billur gibi Hamravat suyu akan Aslanlı Çeşme'miz vardı. Şimdilerde o aslanlı çeşmemiz yine var da, biraz sakat edilmiş. 

Çeşmenin iki aslanından biri, İçkaledeki St. George Kilisesi'nin kapısı ile birlikte, muhtemelen aynı tarihlerde sırra kadem basmış, çalınmış. Kalan Aslanın da kesilen suyu yeniden akmaya başlamış. Oysa çocukluğumuzda zincirle duvara bağlı bakır tasından her o tarafa gittiğimizde suyunu kana kana içerdik.
 
Hatta bundan birkaç yıl önce bir Fransız gazeteci gelmişti Diyarbakır'a, babasının anılarının izini sürmek üzere. 1930'larda Diyarbakır'dan ayrılan baba Arthur Kürkçüyan, Diyarbakır'daki devlet ricalinin oturduğu görkemli eski saray bölgesi ve girişindeki çift aslanlı ağzından sular akan çeşmeden söz etmiş. Kızı Ursula'ya mutlaka görmesini vasiyet etmiş. Ursula, o bir tek aslanı ve Saray Kapı'nın İçkalesi'ni gezip görünce ne kadar sevinmişti, tanığı benim.

Şehitler Anıtı bu denli aslanlı bir muhabbetten sonra bunlara neden gerek duydum, diye sorulabilir. 2003 yılının 0cak ayı sonunu medya, Diyarbakır'da yaptırılan "Şehitler Anıtı"na ayırdı. 

Şehrin Elazığ yolu üzerindeki Jandarma Bölge Komutanlığı'nın yan tarafına çift aslanlı bir Şehitler Anıtı yaptırıldı. Şehrin alt kademe belediyelerinden Yenişehir Belediyesi de imar izni yok diye inşaatı durdurmaya kalktı. Valilik de bunun üzerine "Memleketin yüzde doksanı kaçak yapı ve ruhsatsız. Belediye şehitler anıtına takmış" diyerek, açıklamada bulundu. 

Belediyenin yanıtıysa hazırdı: "Kaçak yapıların bu kadar çok olması, kamunun da kaçak yapı yapması hakkını doğurmaz." İşte mesele bu. 

Aslında sürekli bu türden gerginliklerle yaşayan bölgenin ve Diyarbakır'ın, açık söylemek gerekirse bu türden ve idareden kaynaklanan gerginlikleri kaldıracak lüksü yok gibi. Hep düşünürüm ve yanıtını de bulmakta zorlanırım.

Aslanınızı yedik mi? Madem ki bu coğrafyada yaşanan yirmi yıllık trajedinin sonunda telaffuz edilen otuz bin şehit bu ülkenin çocukları, o halde böyle bir anıt yapılırken, belki de daha proje aşamasındayken, belediye de işin içine dahil edilseydi ve herkes hep birlikte sahiplenseydi, daha şık olmaz mıydı? 

Bu gerginlik içinde işe biraz mizah katıp havayı yumuşatmak istiyorum. 

Diyarbekirli hemşehrimiz hayvanat bahçesine gitmiş. Hayvanları merak ettiğinden, tek tek dolaşıp görmüş. Sıra aslanın bulunduğu bölüme gelmiş. Diyarbekirli, koruma bandını aşarak yaklaşılmaması gereken bölüme kadar yaklaşmış. Park görevlisi bekçi uzaktan telaşla koşarak gelmiş "Ne yapıyorsun kardeşim. Aslana bu kadar yaklaşılır mı?" demiş. Bizim ki gayet rahat; "Ne olmiş benim babam. Ma Aslanızi yedığ mi?" demiş.

Kaynak: Şeyhmus Diken