Başarı, insanların sevindiği ve özünde doyumsuz, güzel bir duygudur. Hatırlayınız ilkokulda hayalet gibi çizdiğiniz insanları, güneşi üçgen yaptığınız, Dünya güzeli annenizin müzikteki fa anahtarına benzeyen burnunu çizdiğinizde “ Çok güzel olmuş en azından şu anki durumundan iyi” dedikten sonra babanızın kahkahasını, sonra annenizin bir bardak suyu babanızın başına boca ettiğini hatırlayınız. Ama her insan her alanda başarılı olamayabilir, resim yeteneğiniz yoksa Picasso olamazsınız, ayrıca olmak zorunda da değilsiniz. Bu nedenle insanlar kendi sınırlarını bilmeli ve yaşamını olumsuz yönde etkileyecek meslek ve sanatlara atılıp, Benim hala telaffuz edemediğim, Psikiyatri uzmanlarının “Atychiphobia” dediği Başarısızlık korkusu fobisine yakalanmayın. Başarısızlığın da hayata dahil olduğunu bilinmelidir. Unutmayın ihtisası yeni biten Cerrahın hata yapma olasılığı fazla, Ameliyatta birkaç hastasını kaybetmiş doktorun tecrübesi artmıştır. Bir faaliyette için yeterince istek duymanıza rağmen başarısız olma kaygısı duyuyorsanız, harekete geçmekten kendinizi alıkoyma durumu olan  “Atychiphobia” teşhisi konulabilir.

.

                            Şimdi teşhisinizi koyduk, kapıda duran sekretere muayene ücreti ödeyebilirsiniz diyemem, Beni tanıyan Doktor arkadaşlar Türkiye’de kurulan ilk 11 Tıp fakültelerinde cihaz kurmuş bölge müdürüydün, istersen bir reçetede yaz! Veya ahkâm kesme, kısa kes Aydın havası olsun. Alay etmelerine maruz kalabilirim. Aslında anlatmak istediğim tam olarak başarısız olma durumu değil. Yapmakta olduğunuz işle ilgili eğitiminiz varsa, birde o işe yatkın yeteneğiniz varsa bırakın başarmayı, o işin en iyisi olabilirsiniz. İstanbul Halkalıya giderken yolda  Küçükçekmece TASEV Ayakkabı ve Saraciye teknoloji Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesini görünce şaşırmıştım. Ayakkabının eğitimi olur demiştim, oradan mezun olanların Ayakkabı fabrikalarında son teknoloji makineleri çalışma mekanizmalarını uygulamalı olarak ögrenip, hemen iş bulup ustabaşı olduklarını biliyor musunuz? Karabük üniversitesi Raylı sistemler mühendisliği bölümünden Mezun olanların metro veya trenlerin problemlerini belirleme, formüle etme, modelleme, analiz etme ve çözme becerisi ile gerektiğinde deneysel tasarım yapıp yürütebilme için eğitim alırlar. Belediyelerin ve TCDD bu kişileri tercih ettiklerini, kurumların mülakatta öncelik verdikleri biliniyor.

                      Bu kadar kelam ettikten sonra, bir bu okulların taban puanlarını verin derseniz, bende size başka sayfaya bakınız derim. Basite indirgersek, Mutfağı olmayan bir ev yaparsak yemek pişiremeyiz. Gastronomi okumamışsanız Dünya mutfağından örnekler yapamazsınız. Annemin Diyarbakır şivesinde dediği gibi “Ancak pırparlı karışık sebze şorbesi yaparsınız, her günde aynı tadı tutturamazsınız.

            Anlatmak istediğim klasik olacak “Eğitim şart” dedikten sonra kişi ismi vermeden eleştirimi yapayım. Sanayideki emekçi motor ustalarını tenzih ederek söyleyeyim. Sanayideki Ali usta işin eğitimini almamışsa uçak motoru tamir edemez. Ekranda tartışma programlarına bakıyorum, kapanmış bir partinin il başkanlığını yapmış kişide alt yazısında “Siyaset bilimci”, Askerden emekli olmuş, aklı hala klasik savaşta göğüs, göğüse mücadeleli, süngü tak hücuma kalk diyen muharebe subayları konuşuyor. Silahlı kuvvetlerden izin alıp halen görevde olan bir Albay konuşsa gam yemem. Hiç olmazsa yeni teknolojilerden haberimiz olur. Hasbelkader Ticari ilimler fakültesinden mezun olmuş bir kişiye “Finans uzmanı” Geceleri maaşının bir kaç katı olan lüks otellerde konaklayıp, “Bana para vermezsen, şu haberi yayınlarım” diyenleri degil, saygın ve meslek onur ve haysiyetini temsil edecek insanlar çıkarınız. Yaşayan onurlu gazetecilerden örnek verirsek hepsini yazamayız. Bu yüzden rahmetle yâd ettiğimiz örnekler vereyim Çetin Emeç, Savaş Ay, Hasan Pulur gibi 24 ayar altın ayarında gazeteciler artık yok mu?

                 Bu TV ye çıkan kişileri çıkaranlara açıkça “Bir işi beceremiyorsanız, bırakın!” diyorum. Belki yerinize daha cesaretli genç yetenekler gelir, çayımızı demleyip, danışıklı dövüş olmadan ağız tadıyla bir program İzlemek çok mu zor. “İşini bilmeyen çavuşlar” deyiminin tamamını yazıp, makalemin seviyesini düşürmeden bu tatil gününde sizlere hiç unutmadığım bir anıyı ve1996 yılından fıkra gibi gazete haberi yazayım da, böyle ciddi bir konudan sonra gülümseyin.

                     

              1996 senesinin Aralık ayında soğuk bir gündü. Güney Kurtalan Ekspresi ile bir arkadaş gurubuyla İstanbul’a gittim. Tarihi Haydarpaşa garının merdivenlerinden inerken hep aklıma eski Yeşilçam filmlerindeki denizi ilk defa gören Anadolu insanının şaşkınlığını anlatan defalarca kullanılmış replik gelir. Beraber seyahat ettiğimiz arkadaşlarımı güldürmek için gerçekten şaşırmış gibi yüksek sesle bu şakayı yaptım.  “Abooo İstanbul’u su basmış” İstanbul’da banliyö treninden inenler ilk defa geldiğimi sanarak gülüp baktılar. Arkadaşlarımla Karaköy rıhtımına gitmek için şehir hatlarına eski adıyla Şirket-i Hayriye vapuruna binecektik. Bir kalabalık görünce durakladık. Haydarpaşa tren garına yan yoluna bakınca inanılmaz bir kaza gördük, neyse yaralanan veya ölen yoktu. Ucuz atlatılan bir kazaydı o zamanlar çok yaygın olan çift katlı otobüs yarısı deniz üstünde, yarısı tekerler engel olduğundan karada kalmıştı. Yolcular hemen inmiş, birbirlerine düşseydik boğulabilirdik, Allah korudu, çok şükür diyorlardı. Biz oradan ayrıldık. Ertesi gün tüm gazeteler özellikle Günaydın gazetesi sürmanşetten vermişti. Haberin özeti; 15 yolcunun bulunduğu Haydarpaşa garı deniz kenarında Uludağ Turizm’e ait 26 EK 140 plakalı otobüsün ön tekerlekleri boşluğa düşerken, arka tekerleklerin kaldırıma takılması bir faciayı önledi.

   

                        Mizah dergileri ilk deniz otobümüz diye dalgalarını geçtiler. İşin en komik yanı ayrıntıda gizliydi. Bursa’da taksi şoförü olan Selim ilk defa otobüs kullanmış, dar yolda manevra yapamamış, Kontak anahtarını yere atıp, nasıl kaza oldu diyen Gazetecilere “Bir işi beceremedim” diye kendine kızmış, olaydan sonra kayıplara karışmış, birkaç ay ortaya çıkmamıştı. Olaydan iki yıl sonra Öz Diyarbakır firmasında müdürü arkadaşım Urfalı Nahit Ülgen olayın teknik yanını iyi bildiğinden ayrıntılı olarak anlattı. “Otobüs Bursa santral garajında oto elektrikçi olup sonra Uludağ turizmi kuran Ferit Yıldırım aittir, Gürol Ayaz ile ortak aldıkları çift katlı DAF otobüsün karoseri Bursa sanayide yapılmıştı. Bu tür otobüslerde dar alanda manevra yaparken ileri geri giderken hava biter ve araç kilitlenir. Şoför aşağı inip aracın etrafında dolaşırken, araç çalıştığı için havaları dolunca kendiliğinden rampa aşağı gider. Bu kazada arka tekerler kaldırıma takılmış otobüs denize düşmemiş.

           1996 yılında Refah Partisi'nin, Doğru Yol Partisi ile kurduğu azınlık Refahyol hükümetini baştaydı. Anavatan Partisi başkanı Mesut yılmaz bu sıra dışı kaza olayı ve Necmettin Erbakan’ın eski partisinin anahtar amblemini gazetecilere anımsatarak “Bir ileri, bir geri gittiniz, bir şoför selim gibi olamadınız, baktınız bu araba yürümüyor, anahtarı yere atın, bu işi bırakın.” Bence bir işi layıkıyla yapamazsanız, ister pilot, ister balıkadam, en önemlisi ise ister gazeteci olun, Bir işi beceremiyorsanız, bırakın!

Kaynak : Günaydın gazetesi 1996 Aralık arşivi,

Eski Gaste ve Muzaffer Ceyhan arşivi.