Tuğrul Bey, Oğuzların Kınık boyundan Selçuk Bey'in torunuydu. Babası Mikail, Gazâ akınında şehit düşünce, dedesi Selçuk Bey’in yanında büyüdü.

Çocukluğu Seyhun boylarındaki Cend şehrinde geçti. Gaznelilerin, Selçuk Bey'in oğlu Arslan Yabguyu esir almasından sonra 1025 yılında Selçukluların başına geçti. Altun Can Hatun ile evlendi. Selçuklulara yeni bir yurt arayan Tuğrul Bey komutasındaki Türkler Horasan'a göç ettiler. Tuğrul Bey İran'ın büyük bir bölümünü ele geçirdi ve Selçuklu topraklarını Anadolu'ya kadar uzandırdı. Hükümdarlar bir bölgeyi fethettiğinde orada yetişmiş ünlü şahsiyetlerin türbesini ziyaret etmesi, Türklerde bir gelenektir. Tuğrul Bey önemli ziyaretlerinden biri de

Kürt şair, Filozof ve Ehl-i Haq (Tasavvuf) inancında bir ruhani, bir veli olan Baba Tâhir-i Uryân’ın Hemedan'daki türbesine gitmiştir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey 1055 yılında Hemedan’a geldiğinde, o sırada burada şöhret yapmış üç şeyhten biri olan Baba Tâhir-i Uryân’ı ziyaret etmişti.  Türk Diyanet vakfı İslâm Ansiklopedisinde yazdığına göre İranlı mutasavvıf-şair  Baba Tâhir-i Uryân’ı Hemedânî bazan da Lurî nisbesi verilmesi onun Hemedan’la Luristan arasında bir yerde doğmuş olabileceği ihtimalini hatıra getirmektedir. Nitekim bu iki yer arasındaki Hürremâbâd’da onun adını taşıyan bir mahalle vardır. Mezarı Hemedan’ın kuzeyinde Bûn-i Bâzâr mahallesinde küçük bir tepe üzerindedir.

Görsel : Dubeyti  kitabı çevirmen Sabah Kara. Sagda ise Baba Tâhir-i Uryân'ın Hemedan'daki türbesi, Fabien Han tarafından çekilmiş.

Kürt geceledim, Arap uyandım!

Bu cümle 11 yüzyılda söylenmiştir.  Baba Tâhir-i Uryân’ın bu sözü neden söylediği yüzyıllardır âlimler ve tarihçiler tarafından çok tartışılmıştır; Bir gece Kürt olarak uyumuş sabah uyandığında Araplar kendi şehrini ve bulunduğu coğrafyayı ele geçirmiş, hâkim güç Araplar olmasına söylediği ironi bir cevaptır.

Bilinen bir gerçektir, çogu ülkelerde kesin olan bir şey var ki hâkim kültür, egemen güç ne ise yaşadığınız coğrafyada sizde o gücün, egemenin argümanı ile kendinizi ifade etmek zorunda kalıyorsunuz. Bence bu kelamla Tâhir-i Uryân bence bunu vurguluyor. 7. Yüzyılda Farsça yazılan kitapta Zerdüştiliğe mensup olduğu anlaşılan bir şair ceylan derisi üzerine bir şiir yazar. Gorani (Goranîlerin tümü alevîdir) lehçesiyle yazılan bir şiir, dini temalı en eski şiirlerde Arap ordularının fethiyle bölgede demografik yapının değiştiğini beyitle anlatır.

Abbasiler döneminde, İslâm karşıtı oluşumların temel hareket gücünü, toprak eşitliğini savunan köylüler oluşturmuştur. 8-9. yüzyıllarda çeşitli İran vilayetlerinde gelişen din grupları ile İslâmiyet dönemindeki mazdeki hareketi de bu slogandan yararlanmıştır. 9. yüzyıldan başlayarak Hürremlilik, köylü hareketleri ideolojisinin temel fikrine dönüşmüştür. Hürremiler, gerek Arap hanedanlığına gerekse İslâmiyet karşı uzlaşmaz bir mücadele yürütmüşlerdir”

 

Baba Tâhir-i Uryân’ın şiirlerinde sık sık yersiz yurtsuz bir serseri hayatı sürdüğü, evi olmadığını tuğlayı yastık yapıp uyuduğundan, sürekli olarak sıkıntı içinde bulunduğundan söz etmesi bir kalender hayatı yaşadığını göstermektedir. “Uryân” lakabını da bu sebeple almış olmalıdır. Kürt kökenli bir şair olmasından dolayı Farsça yazdığı şiirleri Kürtçeye çevrilmiştir. Kul Seyyid’in çevirisiyle bir örnek verelim.

Farsçadan Kürtçeye çevirisi

Her ew ku aşiqê ji can natirse

Aşiq ji zencîr û zîndan natirse

Dilê aşiq weke gurê birçî ye

Ku ew ji heyheya şivan natirse

Baba Tâhir-i Uryân

Kürtçeden Türkçeye çevirisi:

Âşık olan canından korkmaz

Zincirden, zindandan korkmaz

Âşığın gönlü aç bir kurt gibidir

Çobanın heyheyinden korkmaz

O bir lehçe şairi olmakla birlikte bugün elimizde bulunan Çok eski bir kitabın çevirisi günümüze ulaşmış. Dûbeytî adı verilen kıtaları edebî Farsça’nın da özelliklerini taşımaktadır.Büyük Şair Kürtçenin Lorani, Gorani ve Kurmancide olmak üzere İran’daki Farsça ve Kürtçenin 29 ayrı lehçeyi bildiğini bazı İranlı yazarlar tarafından yazıldı. Bu kıtaların başkaları tarafından 19 yüzyılda bu hale getirilmiş olması da muhtemeldir. Ancak bu şiirlerde rastlanan bazı özellikler, Baba Tâhir’in dilini doğrudan doğruya bir lehçeye bağlamayı zorlaştırmaktadır. Kürtçeden etkilenmiş bir Farsça diyebiliriz. Nitekim Hemedan ile Hürremâbâd arasındaki bölgede birçok lehçe varsa da onun şiirlerindeki dili bunlardan herhangi birine bağlamak güçtür. Baba Tâhir’in dili bu lehçelerin hepsiyle de ilgili görülmekte ve onların bir karışımından ibaret olduğu sanılmaktadır. 19 yüzyıl tezkirelerinde sınırlı sayıda kıtalarına rastlandığı için Baba Tâhir yüzyılımızın ilk çeyreğine kadar pek tanınmamıştır. Selçuklu İmparatorluğu'nun ilk başkenti olan Nişabur'da doğan Ömer Hayyâm’ın yaşama zevkini ön plana almasına karşılık Baba Baba Tâhir-i Uryân’ın hayatın çilesini konu edinir ve bedbin bir şair olarak görünür. Aynı zamanda bir velî olarak tanınan Baba Tâhir’e birçok keramet isnat edilir. Mevlânâ ve Hacı Bektâş-ı Velî gibi meşhur mutasavvıfları inançlarına bağlı ileri gelenler arasında göstermeye çalışan Ehl-i Hak fırkasının ana kitabı olan Serencâm’da ona da yer verilmiştir.

Türk divan edebiyatı şairi ve mutasavvıf  Galib Esad Dede 1783 de yazdığı “Hüsn-ü Aşk” adlı eserinden çok güzel ve manalı beyti ile bu makaleyi bitirelim.

“Hoşça bak zatına kim, zübde- i âlemsin sen,

Merdûm-i dide-i ekvân olan âdemsin sen.”

(Kendine dikkatli bak ki, sen âlemin özüsün.

Kainatın göz bebeği olan insansın sen!)

Kaynaklar:

1 - Baba Tâhir-i Uryân ve Şiirleri

2 - Türk Diyanet vakfı İslâm Ansiklopedisi

3 - Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Târihi

4 - Dîvân-ı Kâmil-i Bâbâ Ṭâhir-i  Uryân, İranlı yazar Vahîd-i Destgirdî